28 Kasım 2017 Salı

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 7. Hafta


Sura Hart ne diyor?

Öğrencilerin okula getirdikleri yegane ihtiyaç öğrenme değildir. Aidiyet, eğlence, özgürlük ve katkıda bulunma ihtiyaçlarını da getirirler. Bu ihtiyaçlar kabul edilip karşılanmadığı sürece kendilerini yeterince güvende hissedemez ve bunun sonucu olarak da öğrenme sürecine tümüyle odaklanamazlar. 
Öğrencileriniz için bir ihtiyaçlar listesi yaratın - okula gelirken yanlarında getirdikleri tüm ihtiyaçları içeren bir liste. En az haftada bir, herkesten bu listeye bakıp ihtiyaçlarının okulda nasıl karşılandığını ifade etmesini isteyin. 
Elde ettiğiniz bu bilgileri sınıf tartışmalarınızın temeli olarak kullanın. 

Ben ne düşünüyorum? 

Aidiyet, eğlence, özgürlük ve katkıda bulunma…Sınıfın bir topluluğa dönüşmesinde önemi büyük ihtiyaçlar. Birlikte öğrenen, gelişen, eğlenen, bireysel ve kolektif sorumlulukları olan, katılımın giderek arttığı canlı bir topluluk olma yolunda ilerlerken yolu kolaylaştıran ışıklı göstergeler.

Bu liste fikri çok hoşuma gitti. Kendi defterime aldığım notlar bunu az çok içeriyor ama topluluk olarak hepimizin göreceği, takip edebileceği bir materyale dönüştürmek daha iyi olacak. Sadece 
benim bilip, takip edebildiğim şey, yine sadece benim sorumluluğum olarak kalabilir. Birlikte takip edip, üzerine konuşmamızı kolaylaştıracak her araç, bizi topluluk olmaya yaklaştıracak.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Bununla ilgili aktarabileceğim pek çok başlık var, ben şimdi daha çok iş bölümüne değineceğim. Daha önce paylaşmıştım, kısaca tekrar edeyim. Diyarbakır’ın bir köy okulunda 25 kişilik bir 1. Sınıf grubuyla birlikteyim. Okulumuz taşımalı bir okul, öğlen yemeğimiz ise MEB’in gönderdiği kumanyalar. Hepimiz gelenleri paylaşarak sınıfta yiyoruz. Dağıtım ve sonrasında sınıf temizliği büyük iş.  Gürültü-patırtı, dağınıklık. Çok zorlandığım zamanlardı. Çocuklara çok zorlandığımı ve yardım istediğimi söyledim, beni ilgiyle dinlediler. Sınıfa da onların kullanabileceği boyda fırça-süpürge getirdim.
Ertesi gün daha büyük kaos bekliyordu beni. Dağıtırken birbirlerini itip ‘ben dağıtayım, ben dağıtayım’ diye bağırmalar, birbirlerinin elinden çekiştirmeler, süpürge paylaşamamalar, biri süpürgeyi bıraktığında koşup kapmalar...Bu manzarayı göreceğime kendim yaparım dememek için kendimi zor tutmadım değil.
Temizlik ve düzen ihtiyacımı paylaşıp, zorlandığımı ve yardım istediğimi de söylemiştim. Neredeyse başladığımız noktadan geriye düşmüştük. Sonrasında gözlemlediğim şey şu oldu. Katkıda bulunma ve aidiyet ihtiyaçlarını karşılamak için çabalıyorlar ancak bunun karşılanabileceği zemin tam oluşmadığı için güvende hissedemiyor ve kendi öğrenme süreçlerine odaklanamıyorlar. 

Çocuklarla bunu sabah çemberinde paylaştım ve nasıl bu durumu çözebileceğimizi sordum. -Tartışma süreçleri herkesin katılımıyla gerçekleşmiyor çoğu zaman, Türkçe konuşma ve anlama şu anda her çocuğun hakim olduğu bir beceri değil –
İlk öneriler nöbetçi seçmek oldu ancak buna ben itiraz ettim. – bu öneriyi deneyimleyip üzerine tekrar konuşmak da bir yoldu ama ben burada biraz hızlanmayı seçtim.-
Tüm gün iki kişinin çalışması yerine, yine bir düzen içerisinde ama daha dinamik ve katılımcı bir yol bulabileceğimizi düşünüyordum, bunu paylaştım.

Katkıda bulunmak istedikleri alanı seçebileceklerini, birden fazla alanda katkıda bulunabileceklerini söylediğimde gözler ışıldadı. Nöbet sistemini konuşurken uzuuun sıra bekleme hali içlerine sinmemişti çünkü. Şu an sınıf içi iş bölümünün alanları netleştirmeye ve kurallarını belirlemeye çalışıyoruz.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?

Bu hafta süpürge, tahta silme, defter-kitap toplama, yemek dağıtma ve çöp işlerini paylaştık ancak sorumluları isteyenler arasından ben seçtim. Bu seçme ve sıraya girme işinde kendi rolümü bir materyale dönüştüreceğim.
Herkesin görebileceği, takip edebileceği, etkileşime girebileceği dinamik bir materyal tasarlayacağım. Yapmazsam hem kendi işim uzun vadede zorlaşacak hem de bu iş bölümüyle ulaşmak istediğim yerin epey uzağına düşeceğim, ‘böyle de olmadı.’ deyip katılımın gözetildiği ve ihtiyaçların karşılandığı bir zemini odağıma almanın da amma zor bir şey olduğunu düşünebilirim. O yüzden çocuk katılım ilkeleriyle desteklenmiş bir süreç işimi çok kolaylaştırıyor. Eğitim ile desteklemek ve çocuk dostu yöntemler geliştirmek, iş bölümü sürecinde özellikle gözeteceğim ilkeler olacak.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

Bu haftasonu da Şiddetsiz İletişim Temel Eğitim Programı için Ankara’ya gittim. ÇocuklaBarış için önemli bir yerde Şiddetsiz İletişim. Üçümüzün de odağında, kendimize ve öğretmenliğimize katkısı büyük.
Birlikte öğrenme, büyüme-gelişme, paylaşma yolculuğumuza şükranla dolu içim.
Bir de dilime dolandı bu ara Melih Cevdet Anday’ın ‘Dünya’yı hele sen bir barış olsun da gör.’ dizesi.
Barışı dünyada var edebilmenin yolu, kendimizde, evimizde, sınıflarımızda var edebilmekten geçiyordu belki de. 

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 4. Hafta

        “Öğretmenler ne yaşıyorsa öğrenciler onu öğrenir.
Öğretmenler öğrencilerin duygu ve ihtiyaçları ile empati kurarlarsa, öğrenciler
1) ihtiyaçlarının dikkate alındığını
2) okuldaki  arkadaşlarının ihtiyaçları ile nasıl empati kuracaklarını öğrenirler.
Bu değerli öğrenme, sınıftaki duygusal güvenlik ve güveni arttırır ve öğrenme sürecinde daha çok işbirliği ve dayanışmanın gerçekleşmesi ile sonuçlanır.Bir daha, bir öğrenciyi "disipline etme"ye kalkıştığınızda, bunu yapmak yerine öğrencinin davranışının ardındaki duygu ve ihtiyaçlarını tahmin etmeyi deneyin.”
                       Bunu en çok çocuklarla  kurduğum “ben dili”nin, kendi aralarında da ara ara kendini göstermesiyle anlıyorum.Ve tabii  empati... Duygu çalışırken sadece duyguları bilmeyi, kendimizi ifade ederken duygularımızla ifade etmeyi değil, başkalarının da duygularını tahmin etmeyi, o duyguyla bağ kurmayı önemli buluyorum. Sura’nın dediği gibi bağlantının olduğu, empatinin olduğu alanlar en çok dayanışmanın ve birlikteliğin olduğu alanlar oluyor.
Zeytin ağacı 

                   Çocuklarla başından beri duygular üzerine yoğunlaştık. Bu süre içerisinde ekstra kendi aralarındaki şiddete çözüm için, birlikte karar almak için alanlar oluşturmaya çalışıyoruz. Duygu çalışmak bu iki alanı da öyle rahatlatmaya başlıyor ki. Bir süre sonra kendiliğinden akan, sizin sadece durup izlediğiniz bir hal alabiliyor. Çocuk hakları haftasıyla birlikte dramaya alan açan sınıfımız,örneğin bir anda sınıfta geçen gerçek vakaların drama ile çözüldüğü bir yere dönüştü. Fiziksel şiddettin de olduğu bir çatışma, sınıfta aynı kişiler tarafından sadece rol değiştirilerek dramalaştırıldı. Ve sınıftaki diğer çocuklar da ne hissetmiş olabileceklerini tahmin etmeye çalıştılar. "Siz olsaydınız ne yapardınız?" gibi bir sorunun ardından inanılmaz cevaplarla beni şaşırttılar. Bu ortamı görünce dayanamayıp bu yaklaşımların bana iyi geldiğini, devam etmesinin beni mutlu edeceğini paylaştım. Bir çocuğun “Öğretmenim biz teneffüste de birileri kavga edince ayırıyoruz ki” demesi ile konu birden “ara buluculuk”a geldi. Çember yaparak güvendikleri 3 kişiyi önermeleri ve bu kişilerle de yaptığımız konuşma ardından sınıfta 5 kişilik bir ara bulucu topluluğu oluşturduk. Bu çocukların şimdiki görevi çatışma anında destek isteyen kişilerin yanına gidip, önce olayı iki taraftan dinlemeleri ve ardından ne hissettiklerini tahmin etmeye çalışmaları ya da sormaları olacak.Yapabileceklerine inanırlarsa ardından rol değiştirip yeniden anlatmalarını sağlayacaklar. Bu süre zarfında seçilen ara bulucularla  ayrı ayrı çalışacak, "çatışma anında neler yapabiliriz"i konuşacağım. 
                        Bu durum sınıfı çok heyecanlandırdı. Tabii beni de çok heyecanlandırdı. Çocuklar da bir değişim olduğunun farkında.  Yavaş yavaş oluyor belki ama bu aşamaya gelmiş olmak beni inanılmaz motive ediyor. Sonraki adımım bu arabulucu topluluğunun sürekliliğini sağlamak olacak.  İnanıyorum ki akran zorbalığı konusunda en büyük katkıyı bu topluluk sağlayacak. Ayrıca yavaştan sınıfla birlikte karar alacağımız bir mekanizmayı planlama ve uygulama  aşamasına geçmeyi düşünüyorum. O sırada duygulara dair bir köşe hazırlayıp her sabah yaptığımız “Bu gün nasılım?”ı görsel olarak bir köşede yapmayı planlıyorum. Bu arada hem duygu hem de birbiriyle bağlantı kurmaları adına bu hafta sabahları “Bugün nasılım?”ı tek tek konuşarak yapmadık. “Kimle bu sabah iyi hissediyor? Hissedenler şu hareketi yapsın.” diyerek iki elimi havada salladım. O sırada iyi hissedenler bunu yaptılar. “Kimler iyi hissediyormuş, birbirimizi görelim, bakalım kim bizimle aynı duygudaymış?” diyerek birbirleriyle bu şekilde de bağlantı kurmalarını istedim. Bunun gibi bir iki duyguyla daha aynı şeyi farklı hareketlerle yaptırdım. Değişik bir şekilde yapmak bizi hem eğlendirdi hem de bu şekilde de bağlantı kurulabildiğini gösterdi.
                   Bu haftaki kutlamalarım en çok çocuklara gelsin istiyorum. 😊  Sık sık elimi attığım Marshall’ın Şiddetsiz İletişim kitabına bir de.
Çünkü ara ara sesimin yükseldiği, yargılarla iletişim kurduğum anları  evde  kendimle değerlendirirken, en çok bu kitaba koştum. Bu anların yasını tutup, birlikte karar almaya doğru ilerleyen süreci kutlayıp Marshall’ın giriş cümlesiyle sizlere hoşça kalın diyorum:

"Yaşamımda istediğim şey, şefkat...

Kendimle başkaları arasında, karşılıklı olarak gönülden vermeye dayalı bir akış...”

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 7. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerin okula getirdikleri yegane ihtiyaç öğrenme değildir. Aidiyet, eğlence, özgürlük ve katkıda bulunma ihtiyaçlarını da getirirler. Bu ihtiyaçlar kabul edilip karşılanmadığı sürece kendilerini yeterince güvende hissedemez ve bunun sonucu olarak da öğrenme sürecine tümüyle odaklanamazlar.
Öğrencileriniz için bir ihtiyaçlar listesi yaratın - okula gelirken yanlarında getirdikleri tüm ihtiyaçları içeren bir liste. En az haftada bir, herkesten bu listeye bakıp ihtiyaçlarının okulda nasıl karşılandığını ifade etmesini isteyin.

Elde ettiğiniz bu bilgileri sınıf tartışmalarınızın temeli olarak kullanın.

Ben ne düşünüyorum?
“İhtiyaçlar” dediğimizde geçen haftaki günlükte yer alan şiddetsiz iletişimle tanışma anıma gitmem gerekiyor yine. Duygular, bir yerlerden duyduğum ancak kapsayıcılığı ile beni şaşırtan bir listeyken; tüm bu duyguların karşılanan veya karşılanmayan ihtiyaçlara bağlı olması her şeyin kilit noktasıydı.
Listeye göz gezdiriyorum hızlıca. Zihnimde minik tikler atılıyor sanki. Karşılandı: evet, güzel, sevindirici… Karşılanmadı: ah, ne kötü, kesinlikle bu yüzden… (İhtiyaçlar listesi de Marshall Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim kitabında yer alıyor.)
İçimde dolaşıp duruyor sorular. İhtiyaçlarını gördüğünde ve kendinle bağlantı kurup bunları tespit ettiğinde derin bir “oh” çekiyorsun. Bazen nedenini bilmediğin sevincinin karşılığı, bazen içini kemirip duran huzursuzluğun anlamı.
“İhtiyaçlar” konusunda da aynı yolu izledim. Cebimde taşıdığım kelimeler. Ben aşina oldukça sınıfa getirdim. Geçtiğimiz yıl üzerinde uzun uzun konuştuğumuz, oturup posterler yaptığımız zamanlar oldu. Çocukların ihtiyaçlarını gördüğünde sorunlarını çok daha rahat ifade edebildiklerini fark ettim. İhtiyaçlarımızı fark ettiğimizde yaşadıklarımız daha da anlam kazanıyor sanki.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
İhtiyaçlar konusunda çalışmaya başlamadan önce Çoça’nın “Pusulacık” kitabını karıştırdım. (İçerik ile ilgili bilgi Barış Kütüphanesi, Çocuklarla Çocuk Hakları listemizde)
“Tavşanın Hakları” isimli etkinlikten esinlenerek isim verdiğimiz bir oyuncak tavşanı masaya koyup hikayesini anlatmaya başladım. Aralarda sorduğum sorular tavşanın duyguları üzerine oldu. İhtiyaçlarını ise çocuklar kendileri buldu. Bunları resmettik, üzerine konuştuk.
Sonraki adımda kendimizi düşündük. Neye ihtiyacımız var? Karşılanmadığında ne hissediyoruz? Karşılandığında neler oluyor? Bazı ihtiyaçları ortaya atarak konuşmaya başladık.
“Oyuna da ihtiyacımız var, yoksa çok sıkılırız.”
“Gülmeye ihtiyacımız var.”
“Tek başıma oynamak istemem, arkadaşlar da gerek”
Verdiğimiz örnekler çeşitlendikçe, ihtiyaçlara yenisi eklendi.
 
Çocukların geribildirimleri neler?
Geçmişe dönük olacak ancak bu hafta şöyle bir istek oluştu:
“Duygu panosuna yeni duygular ekleyelim. Bazıları yok.”
Yaklaşık 25 duygu yer alıyor. Çemberde yanımıza alıp üzerine konuştuğumuz, içinden seçtiğimiz oluyor. Yeni duygular ekleme isteği beni mutlu etti. Kendimizi ifade ile ilgili çalışmak iyi geliyor.
İhtiyaçlar konusu henüz çok yeni. Zaman içinde gözlemleyebileceğim.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Tavşan Kısa Kulak ihtiyaçlara güzel bir giriş oldu gözlemlediğim kadarıyla. Ancak kendi ihtiyaçlarımızla ilgili yeni kelimeleri ara ara böyle hikayelerle konuşmayı düşünüyorum. O kadar çok ihtiyacımız var ki, her birine ayrı bir hikaye, olay, karakter düşünüp çemberlere konu ettiğimizde süreç oldukça kolaylaşır.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Çocuklarla bu konuları çalışmayı çok seviyorum. Çünkü her adım beni de zenginleştiriyor. Bir oyuncağa ihtiyaçlar gözüyle bakmak, listeleri karıştırıp çocuk dostu yapmaya çalışmak, hikayeler üretip örnek olaylar bulmak tazeliyor zihnimi.
Bunun için her çalışmaya oturduğumda keyifleniyorum; attığım adım hem çocuklar için hem benim için… 

20 Kasım 2017 Pazartesi

Çocuklarla Çocuk Hakları

Bir çok alanda çocuklara yönelik hak ihlallerinin arttığı bir zamanda, ‘Bugün Çocuk Hakları Günü’ demek zor. Her çocuğun  hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak, barış içerisinde bir yaşam sürmesi için sorumluluğumuz büyük.
Umarız, bu liste çocuklarla çocuk hakları çalışan herkes için iyi bir başlangıç noktası olur.

Çocuk Olmaya Hakkım Var, YKY
Kitap "Adımın, soyadımın, bana gülümseyen bir ailemin, evimin olacağı bir ülkede yaşamaya hakkım var." diyerek başlıyor.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine bakıyoruz: “Yaşamak, her çocuğun temel hakkıdır ve herkesin ilk görevi çocukların yaşamını korumaktır.”
Kitabın devamında eğitim, çocuk işçiliği, cinsiyet, istismar gibi konularda yer alan sözleşme maddelerini çocukların gözünden görüyor, Fronty’nin muhteşem resimleriyle düşüncelere dalıyoruz.
“Çocuk hakları: Hemen. Şimdi.
Çünkü yalnızca şu anda çocuğuz. “

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 6. hafta

Sura Hart ne diyor?
Geniş kapsamlı bir duygu sözcükleri dağarcığı; insanın kendisi ile derin bir bağlantı kurma ve kendisini gelişmiş bir biçimde başkalarına ifade etme becerisi sağlar. Bu beceriler herhangi bir öğrenme ortamındaki şefkati güçlendirir. 
Öğrencilerinize duygu sözcükleri dağarcıklarını geliştirmeleri için yardım edin.
Öğrencilerinizle birlikte duygu sözcüklerinin bir listesini yapın ve aradan kaç gün geçerse geçsin her gün listeye yeni bir sözcük ekleyin. Duygu sözcükleri listenizi sınıfınızda herkes için önemli olan bir yere yerleştirin. 

Öğrencilerinizin listede olmayan bir şey hissettikleri her seferde, onları duygularını yüksek sesle ifade etmeye veya tahtaya yazmaya davet edin.



Ben ne düşünüyorum?

6 hafta boyunca aslında çoğu çalışma bize “duygu dağarcığını geliştirme”yi işaret etti. Bu konuda ilk dönüşüm çocuklardan önce kendi içimde oldu. Başka Öğretmenler Mümkün eğitimlerinin Şiddetsiz İletişim modülünde duygu ve ihtiyaç listeleriyle karşılaştığımda içimde canlananlar dün gibi aklımda. Ne kadar şaşırmıştım önce. “Hepsinin anlamını biliyorum aslında, niye hissettiğimle karşılığını bulamamışım?” diye üzülmüştüm. 
Ardından “asla geç değil” deyip bir anahtarlığa bağlı minik kartlara bu duyguları ve ihtiyaçları yazıp her an yanımda taşıdım. Gün içinde bir şeyle karşılaştığımda eğer anlam veremiyorsam olana, çıkamıyorsam işin içinden hemen çıkarıp karıştırdım. Duygumu belirlediğimde kendimle bağlantım arttı. İfadelerim artık “söylenmesi için” değil, “gerçekten öyle olduğu için”di.  
Hatta öğretmen arkadaşlarım bu ufak kağıtları öğretmenler odasında herkesin görebileceği bir yerde bulundurmamı rica etti :) Gün içinde bol bol ihtiyacımız olabiliyordu bu kartlara. Çünkü biz bu kelimeleri benimseyebilirsek çocuklarla da bu yola koyulabilirdik ancak…

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 6. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Geniş kapsamlı bir duygu sözcükleri dağarcığı; insanın kendisi ile derin bir bağlantı kurma ve kendisini gelişmiş bir biçimde başkalarına ifade etme becerisi sağlar. Bu beceriler herhangi bir öğrenme ortamındaki şefkati güçlendirir.  Öğrencilerinize duygu sözcükleri dağarcıklarını geliştirmeleri için yardım edin. Öğrencilerinizle birlikte duygu sözcüklerinin bir listesini yapın ve aradan kaç gün geçerse geçsin her gün listeye yeni bir sözcük ekleyin. Duygu sözcükleri listenizi sınıfınızda herkes için önemli olan bir yere yerleştirin. 
Öğrencilerinizin listede olmayan bir şey hissettikleri her seferde, onları duygularını yüksek sesle ifade etmeye veya tahtaya yazmaya davet edin.

Ben ne düşünüyorum?

Duygular, keşfettikçe kendimizi daha iyi tanımamızı sağlayan araçlar gibi.
Duyguları tanıma, kendim ile bağlantımın güçlü olması üzerine çalışma şiddetsiz iletişim eğitimlerinde ilk yaptıklarımızdandı. Vivet Alevi ile ilk buluşmamızı hatırladım. Çalışma yapacağımız yere özenle serilmiş onlarca duygu ifadesi. Onları görünce fark ettim duygu dağarcığımın fakirliğini.Sonrası uzun bir süreç, hala devam ediyor. Duyguları tanıdıkça, ihtiyaçlarımla bağlantımı daha güçlü koruyorum, bu da kendimle ve çevremle olan ilişkimi daha barışçıl hale getiriyor. ‘’Neden böyle oldu!!!’’ isyanlarım, ‘’acaba böyle olmuş olabilir mi?’’ lere dönüştü, hafifletti. Ben bu deneyimimi değerlendirdiğimde, duygu dağarcığı geliştirmeyi çocuklarla da çalışmam gerektiğini, hatta barışçıl sınıf ortamı için bunun bir ön koşul olduğunu düşünüp, işe koyulmuştum. -ki bu çalışmaların benzerleri rehberlik müfredatının da konusu.-

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 3. Hafta


“Öğrencilerin güvende oldukları ve güvenebildikleri yerde öğretmenler de şefkat ve derinlemesine öğrenmenin tohumlarını bulacaktır. 
Sınıfta güvenli alan ve güven tesisi için harcanan zaman, eğitimcilerin en çok arzuladığı şey olan derinlemesine öğrenmenin yeşerdiği şefkatli öğrenme topluluğunu yaratabilir. 
Öğrencilerinizle birlikte, herkes için güvenlik ve güvenin önemini keşfedin. Bu süreç, tarihsel bir bağlamda gerçekleştirilebilir - dünyanın her bir parçasında yaşayan bütün insanlar için eskiden nasıl bir önem taşıyordu, şimdi hala nasıl bir önem taşıyor. Veya günümüz bağlamına taşınabilir ve bugünün olaylarında keşfedilebilir güvenlik ve güvenin önemi. 
Grup anlaşmanızın ne kadar iyi işleyip işlemediğini birlikte değerlendirmek için önceliğiniz bu olsun. Sınıfın tüm üyelerinin güvenliğini ve güven duygusunu daha iyi desteklemek için bu keşfi sürdürüp geliştirin.”

          Önceki günlüklerimde de üzerinde durduğum ve bu haftaki çeviride de yeniden önüme çıkan “güven” kavramı. Çocukların kendilerini rahatlıkla açabildikleri, fikirlerini özgürce paylaşabildikleri, ihtiyaçlarını dile getirebildikleri yerler bu güven alanının oluşturulduğu yerler. Fiziksel ortamdan tutun, öğretmeniyle olan ilişkisinde, okuldaki diğer öğretmenlerle, okul çalışanlarıyla; okul idaresiyle ve okuldaki çocuklarla olan ilişkisinde , çocuğun ne kadar paylaşım yapacağı,ne kadar şeffaf bir ilişki kuracağı “güven”kavramıyla doğrudan ilişkili.

          Daha öncede bahsettiğim gibi çocuklarla bunu paylaşırken şimdilik verdiğimiz sözleri tutup tutmamak üzerinden yürüyor bu “guven” ilişkisi. Çoğunlukla güvensizliği ben yaşıyorum. Sözleşmeye katılım olmaması benim sürekli hatırlatmama, süreci yeniden başa almamıza neden oluyor. Az katılım gösteren çocukla bağlantı kurup,orada sözleşmeye uymamasına neden olan ihtiyacı bulmaya çalışıyorum ama başarısız oluyorum. Yaptığımız bağlantı sonucunda onlarla paylaştığım şeyin hep “Sana güvenmek istiyorum.”  cümlesi olduğunu görüyorum.
Bu hafta öğretmenin de güvenlik ve güven ihtiyacı üzerine düşünmeye başladım. Çocuklarla kurduğum ya da kurmaya çalıştığım eşit ilişkide onların da bunu görmesini istedim ve bunun için çözümü onlardan beklediğimi fark ettim. Şu an için onlardan da gelen bir çözüm yok. Sadece daha önceki deneyimlerinden yola çıkıp kısa süreli bir çözüm olarak , yapmayacaklarına dair yeniden söz verip ,özür dileyip günlük akışlarına devam etmeleri  oluyor.
Ve bu sırada fiziksel ve sözel şiddet devam ediyor.
Ödül ve cezaya karşı olan sert tutumum bu güven ilişkisinin tam anlamıyla kurulmadığı bir sınıfta kendine alan bulamıyor haliyle.  Güven ilişkisi tam anlamıyla kurulamadığından hak ve sorumluluk konusu da yüzeysel kalıyor. Ve maalesef çocukları durduran tek şey şimdiye kadar maruz kaldıkları, mahrum bırakma veya ödül oluyor. Bunun üzerine çok düşündüm, Özenç ve Özge ile konuştuk , fikir alış verişi yaptık derken hak ve sorumluluk çalışamadığım ve güven konusunda tam anlamıyla bir ilişki kuramadığım sınıfa, bu ilişki biçimi oturana kadar ödül veya mahrum bırakmayı devreye sokma kararı aldım. Benim için zor bir karar oldu . Çünkü biliyorum ki bir süre sonra otomatikleşecek bu durum ve yeni ödüller ve daha etkili olması gereken mahrum bırakmalar girecek devreye. Bu aşamaya kadar gelmemesini umarak şiddet konusunu çalışacak bir alan açana kadar bunu deneyeceğim. Çocuklardan gelen geribildirimlerden anladığım buna alışkın ve hazır oldukları. Maalesef... Maalesef diyorum çünkü şimdiye kadar hep bununla oluşturulmuş bir sınıf kültürünün enkazını kaldırmanın güçlüğünü yaşıyorum. Maalesef diyorum çünkü o enkazın altında kalan tam on beş tane harika çocuk var.
Sonrası için düşündüğüm şimdilik bu. Bunu deneyip öncelikle hak,sorumluluk ve şiddet konusunu çocuklarla çalışabileceğim bir alan açmayı planlıyorum.

             Bunun dışında bu hafta duygularla ilgili olan çalışmalarımız çok iyi geçti. Duygu kartlarını “Vagon” etkinliğiyle tanıttım.
İlgilerini çekti. Duygular konusunda ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum. Özellikle dört çocuğun benimle ve arkadaşlarıyla olan iletişiminde duygusunu ifade ederek konuştuğunu fark ettim. Bunu kutluyorum. Yine başında  iletişim kurmakta zorlandığım kaynaştırma öğrencisiyle olan bağlantımı ve duygularımızla kurduğumuz iletişimi kutluyorum. Çocuk haklarına dair okulda attığım ilk adımı kutluyorum.Bir kaç öğretmen arkadaşımdan aldığım geri bildirimle de pekişen sabrımı ve yüksek motivasyonumu kutluyorum. Ayrıca fikir alış verişlerimizle, yargılar olmadan  kurduğumuz bağlantılarla bana iyi gelen dayanışmamızı kutluyorum.
Tabii ki sevgili Özge ve Özenç ile...  😊

15 Kasım 2017 Çarşamba

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 2. Hafta

           “Öğrenmek öğrenciler için sınıfa getirdikleri bir sürü ihtiyaçtan sadece biridir. İlişki tabanlı bir sınıfta; güvenlik, güven, öğrencilerin ihtiyaçları, öğretmenlerin ihtiyaçları ve iletişim biçimleri kullanılan müfredat için tarih, yabancı dil, fen bilimleri ve diğer akademik konular kadar önemlidir.
Sınıfta izlediğiniz müfredat bu değerleri nasıl yansıtıyor? Kullandığınız müfredatta bu değerleri daha güçlü yansıtmaya yarayacak değişiklikler yapmak ister misiniz?”

            Sura Hart’ın bu çevirisini önüme koyduğumda içime en çok dokunan kelimenin “güven “ olduğunu görüyorum. Yeni başladığım bu sınıfta çocuklar tarafından sorgulanan yanımın bu olduğunu fark ettim. Çok fazla öğretmen değiştirmeleri benim de bir kaç gün sonra gideceğim üzerine onlarda bir yargı oluşturmuş durumda. Haliyle -birlikte de yapmış olsak- yapmış olduğumuz her şeye geçici gözüyle bakılıyor. Verdiğim sözler günü gününe , saati saatine yerine getirilip getirilmediği anında soruluyor. Birbirimize alışmamız , güvenmemiz biraz da bu sözlere ne kadar sadık kaldığımızla ilişkili; veya sadık kalamadığımızda onlara yaptığımız açıklamalarla. Açıklamaların samimiyeti ve şeffaflığıyla.
            Elimden geldiğince verdiğim sözleri yerine getirmeye çalışıyor, aksi durumda gerçekten neden yerine getiremediğimi tüm açıklığıyla çocuklarla paylaşıyorum. Ve aynı hassasiyeti onlardan da beklediğimi sık sık ifade ediyorum. Örneğin şiddet konusunda konuşmaya çalıştığım çocuklardan aldığım sözlerin yerine getirilip getirilmediğinin gün boyu takipçisi oluyorum. Şu an için çoğunlukla getirilmiyor .Sözlerine sadık kalmadıklarında bende oluşan hayal kırıklığını paylaşıyorum onlarla.
Olabildiğince tüm iletişimimde duygularımı ifade etmeye özen gösteriyorum. Yavaş yavaş bu dile alıştıklarını ve bana alan açtıklarını görüyorum.  Örneğin “Şu an çok üzgünüm ve hayal kırıklığı yaşıyorum. “ dedikten sonra hemen bunun nedenini soruyorlar ve tüm dikkatleri bana yöneliyor.Ardından açıklamamı yapıyorum. Dikkatle beni dinlemeleri , ardından onların da üzgün olduklarını söyleyip bunu telafi etmek istemeleri  paylaşımın bana ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Geçen haftaki günlüğümde hedef olarak koyduğum“duygular” ı  çalışmaya böylece yavaş yavaş başlamış oldum.
                 
          Özge’nin günlüklerinden aldığım ilhamla “Bugün nasılım?” dediğimiz sabah çemberini, kahvaltımızla birlikte okulun arka bahçesinde sonbahar yapraklarının arasında yaptık. Hatta doğada gözlemlediklerimizin duygu hallerini konuştuk bir ara. “Bir yaprak yere düşünce ne hisseder?” ,“Ağaç kurursa üzülür mü?” gibi sorularla doğayla bir bağ kurmaya çalıştık ve olabildiğince sınıf içi yaptığımız her çalışmadan sonra sınıfa dönüp “Nasıl hissettiniz kendinizi?” diye sormaya başladım.Nasıl hissettikleri, hem bir  sonraki çalışmam için bana destek bilgi olurken,hem de iyi hissettiklerini yüksek sesle kendilerine duyurmaları sınıfla, okulla daha güçlü bir bağ kurmalarına katkı sağladığını düşünüyorum. Çünkü keyifle öğrendikleri bir öğrenme alanı , onlar için zorunlu geldikleri bir yer olmaktan çıkıveriyor.
               
 Peki çocuklarda ne gibi değişimler gözlemledim? Çocuklarda gözlemlediğim ara ara yavaşladıkları, dinlemek için çaba sarf ettikleri ve duydukları an rica için harekete geçmeleri. Bu hafta çok zorlandığım ve artık bu şiddet yoğunluğuyla tam baş edemeyeceğimi düşünürken son gün kaynaştırma öğrencilerinden biri ile olan bir durum beni yeniden motive etti. Hiçbir çalışmayı yerine getirmeyen bu öğrenciyi yanıma alarak bu yaptıklarının sebebini merak ettiğimi, eğer paylaşmak isterse her zaman dinlemeye hazır olduğumu söyledim. Davranış bozukluğu olan bu çocukla iletişimde aşırı zorlanırken nedense o gün benimle  “Kızgınım” diyerek direkt duygusuyla iletişime geçti. “Kızgın olduğunu duydum , bunun nedenini paylaşmak ister misin?” diye sorduğumda sınıftaki kimsenin onu, oyunlarına dahil etmediğini söyledi. “Bunu onlara sormak ister misin?” diye sorduğumda birden süreç öyle güzel bir yöne doğru akmaya başladı ki , inanamadım. Sınıfa sorması, sınıftakilerin neden oynatmadıklarına dair sadece gözlem cümleleriyle ifade etmeleri, çocuğun bunu dikkatle dinlemesi , oynatmaları için ne yapması gerektiğini sorması, ardından sınıftakilerin yeniden oyuna davet etmeleri ...
Sanki bir sınıf meclisindeydik ve gündemlerden biri konuşuluyor gibiydi. Üstelik birbirini dinleyen, anlamaya çalışan, empati kuran bir dille oluyordu bu süreç.Bu durumun iletişimde en çok zorlandığım çocukla başlaması beni inanılmaz mutlu etti. O kadar etti ki dersin son 15 dakikasını takdir ve teşekkür çemberine ayırdım.Birbirimize teşekkürler edip takdir ettik. Hem çocuklara hem bana o kadar iyi geldi ki. Haftanın yorgunluğunu, zorluğunu, ara ara beni daraltan tıkanmışlığı aldı götürdü resmen.
Hâlâ birbirlerine yoğun bir şekilde sözel ve fiziksel şiddet uyguluyorlar. Sınıf sözleşmesine uyum konusunda düzenli bir katılım yok. Ama yine de böyle ara ara kendini gösteren küçükmüş gibi görünen ama aslında  sürecin iyiye gittiğinin habercisi olan durumlara tüm enerjimle sıkı sıkı sarılıyorum.
Bu enerjiyle yine önüme bir dolu hedef koydum. 😊 Bu çemberleri ara ara yapmak ve birbirimize teşekkürlerimizi sebebiyle sunmak gibi.Tabii ki daha önceki günlüğümde bahsettiğim gibi “Duygular” ve “Akran zorbalığı” konusuna ağırlık vermek.
Duygularla ilgili gelecek hafta için önüme bir drama etkinliği koydum. Belirli olaylar ve durumlar karşısında ne hissettiklerini konuşup biraz duygu dünyamızı zenginleştirmeye çalışacağım. Ve Sura Hart’ın bize en güzel katkılarından biri olan The No Fault Zone oyunundaki duygu kartlarını sınıfa götüreceğim. Eğer zaman bulabilirsem Barış Kütüphanemizde sizlere de önerdiğimiz “Ters Yüz “ filmini izleteceğim.            
               Bu hafta için geriye dönüp baktığımda zorlandığım , nefes alamadığım yerlerdeki düşüşlerimin yasını tutarak, aramızdaki güven bağının oluşması için bu geçiş sürecindeki sancılara gösterdiğim sabrı kutluyorum.
Bakalım  haftaya neler olacak...

Bilgilendirme: Belki merak edenler olmuştur diye , ayrıldığım okuldaki öğrencilerime dair bilgi vermek istedim. Geçmiş 3 yıllık birikim, barış yolundaki adımlarımız ve duygularının sorumluluğunu alan çocuklar... İnsan ister istemez merak ediyor ve bu emeklerin çöpe gitmesini istemiyor. Yeni başlayan öğretmenle irtibat halindeyim. Süreci, çocuklarla kullandığım dili, çatışma durumunda nasıl bir yol izleyebileceğini, sınıf meclisimizi ve daha pek çok şeyi anlattım. Paslaşarak, birbirimize rehberlik ederek süreci devam ettireceğimizde  karar kıldık. Çocuklarla da mektuplaşıyorum. 😊 Sınıfta olmanın canlılığı olmasa da , var olan sınıf kültürünü koruması adına bu iletişimin katkı sunacağını düşünüyorum.


Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 5. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Beynin duygusal merkezi öyle güçlüdür ki düşmanlık, öfke, korku ve kaygı gibi negatif duygular karşısında beynin fonksiyonlarını otomatik olarak temel hayatta kalma düzeyine indirir. 
Akademik veya sosyal baskıların, cezalandırılma tehdidinin veya akran zorbalığının baskın olduğu bir ortamın öğrencinin öğrenmesine yapabileceği etkiyi gözünüzün önüne getirin.
Böyle bir ortamda, beynin akıl yürütme merkezi durur ve öğrenciler otomatik olarak kaçmaya, savaşmaya veya donakalmaya hazırlanırlar. Beyin hayatta kalma ihtiyaçları ile öylesine meşguldür ki öğrenciler zihnin öğrenme için gerektirdiği kompleks aktiviteleri yapamazlar. Merakları, öğrenme arzuları ve odaklanma becerileri abartılı bir tetikte olma hali ve acil korunma ve güvenlik ihtiyacı tarafından gasp edilmiştir. 

Kendinizde ve öğrencilerinizde böyle durumların oluştuğu anlara bakın. Öğrenme ortamınızda
duygusal güvenliği artırmak için ne yapabilirsiniz? 

Ben ne düşünüyorum?
Amacımız olan barışçıl öğrenme topluluklarını yaratmak için çocuklara duygusal açıdan da güvenli ortamlar yaratmamız gerekiyor. Çocuk sınıfa girdiğinde içinde bir şekilde korku, kaygı, öfke varsa zaten hedeflediklerimiz bir sonraki adımda geliyor. Öncelikle o duyguya eğilmek gerekiyor.
Akademik ve sosyal baskıları, cezaları, zorbalıkları kendi öğrencilik hayatımızdan da hatırlarız; üzerimizde nasıl bir baskı oluşturduğunu, bizi her geçen gün okuldan nasıl uzaklaştırdığını… Bu duygularla baş ederken merak, öğrenme, keyif nerede filizlenebilir ki?

Çocuk eğer akademik baskı altındaysa, ceza ile tehdit ediliyorsa öğrenmenin tadına varamaz. Okulda gördükleri artık bir mecburiyettir onun için. Sosyal baskı altındaysa, akran zorbalığı ile karşılaşıyorsa da güvenini yitirir, korku ve kaygı ağır basar. Sosyal bağları zayıflar ve okula olan güveni gün geçtikçe sarsılır; yok olur.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocuklarla paylaştığım ortam onların kendisini öncelikle güvende hissettiği bir yer olmalı. Bunun için attığım adımların günlüklerde de geriye dönüp baktığımda birbirini tamamladığını görüyorum.
Bu güvenli ortamı yaratmak için oynadığımız oyunlar, birbirimizle olan bağları güçlendiren etkinlikler…
Çocuklar eğer duygu merkezlerinde yoğun bir şeyler yaşıyorsa bunları daha kolay ifade edebilmeleri için duygu çalışmalarına devam ediyoruz.
Öğrenme ortamının rekabet ortamına dönüşmemesi, çocukların üzerinde baskı oluşturmaması için birbirimizin farklılıkları üzerine konuşuyoruz. Birbirimizi farklılıklarımızla kabul edip sevdiğimizde baskılar ortadan kalkıyor, güven veren bir ilişki başlıyor.

Şu an çalıştığım grupta bu konuda büyük örnekler yaşamıyorum. Ancak önceki deneyimlerimde 7-8 yaş grubuyla sınıfta duygusal güvenliği arttırmak adına anlaşmalar yaptık. Aynı şekilde bolca duygu & ihtiyaç çalıştık. Her bir zorluğun üstesinden tek bir şeyin geldiğini gördüm. O da, sevgiydi.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Şu an çocuklarla bulunduğum ortamda duygusal açıdan da güvenliği pek çok açıdan sağlamaya çalıştığımızı, bunu da başarabildiğimizi görüyorum. Sonrası için yapabileceğim öncelikle bu güvenli ortamı korumaya çalışmak.
Çocuklar farklı duygu halleri ile geldiğinde ya da birbirleri arasında olumsuzluklar yaşayıp zorlandıklarında bu çatışmaları çözmelerinde yardımcı olabilmek. Bunun adımları için geçen haftanın konusu olan “ihtiyaçlar”a biraz daha eğilmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 5. Hafta


Sura Hart ne diyor?
Beynin duygusal merkezi öyle güçlüdür ki düşmanlık, öfke, korku ve kaygı gibi negatif duygular karşısında beynin fonksiyonlarını otomatik olarak temel hayatta kalma düzeyine indirir. 
Akademik veya sosyal baskıların, cezalandırılma tehdidinin veya akran zorbalığının baskın olduğu bir ortamın öğrencinin öğrenmesine yapabileceği etkiyi gözünüzün önüne getirin.
Böyle bir ortamda, beynin akıl yürütme merkezi durur ve öğrenciler otomatik olarak kaçmaya, savaşmaya veya donakalmaya hazırlanırlar. Beyin hayatta kalma ihtiyaçları ile öylesine meşguldür ki öğrenciler zihnin öğrenme için gerektirdiği kompleks aktiviteleri yapamazlar. Merakları, öğrenme arzuları ve odaklanma becerileri abartılı bir tetikte olma hali ve acil korunma ve güvenlik ihtiyacı tarafından gasp edilmiştir. 


Kendinizde ve öğrencilerinizde böyle durumların oluştuğu anlara bakın. Öğrenme ortamınızda duygusal güvenliği artırmak için ne yapabilirsiniz? 

Ben ne düşünüyorum?
Tekrar tekrar okudum. Kendi ilkokul yıllarımı hatırladım ve neden bu mesleği seçtiğimi... Kendi öğrencilik deneyimlerim, öğretmenlik yolculuğuma ışık tutuyor gerçekten. Korkudan kaskatı kesilip günün bitmesini beklediğim zamanlar da vardı, öğrendikçe öğrenmek istediğim, günün hiç bitmesini istemediğim zamanlar da. O zamanlarımla bağ kurdum, o sınıftaki kendimle,  arkadaşlarımla, öğretmenlerimle…Bir şeyler yolunda gitmiyorsa kendimiz için, çocuklarımız için, ilk desteğimiz 
kendi geçmiş deneyimlerimiz olabilir, ne dersiniz?
Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Duygusal güvenliği arttırmak; çocukların ve benim ihtiyaçlarımın paylaşılabildiği, gözetildiği, birbirimizin sesini duyduğumuz, duyulduğumuz alanları arttırmak demek benim için. O nedenle günün bir zamanını buna düzenli bir şekilde ayırmayı önemsiyorum, okul açıldığından beri ilk çemberi hayal edip duruyordum!
İlk zamanlar sıra düzeniyle sık sık oynayıp, okula geldiğimizde birbirimizi duyduğumuz, duyulduğumuz alanı fiziksel olarak da var etmeye çalıştım. Böylesi bir alanın, işi çok kolaylaştıracağından emindim ancak halısız ve bol sıralı kalabalık sınıfta çember alanı oluşturmak pek alışık olduğum bir şey değildi. Sınıf içinde hep birlikte  çemberi hayata nasıl geçireceğimize kafa yormaya, deneyip bırakmalara devam ediyoruz, ancak o sırada düzenli olarak her sabah çemberi deneyimlediğimiz bir yerimiz var: arka bahçemiz!
Çok şanslıyız ki, çeşit çeşit ağacın olduğu bir arka bahçemiz var ve sınıfımızın çemberine tüm ihtişamıyla ev sahipliği yapıyor.
Sabahları önce sınıfta toplanıyoruz, sonra hep birlikte hoop  arka bahçeye.
Daha önceki haftalarda bahsetmiştim, ilk olarak sabah sporumuzu yapıyoruz, ona devam. Sonrasında ağaçların altındaki yerimizi alıyoruz, başlıyoruz çembere.

Daha alacak çok yolumuz var, öğrenecek çok şeyimiz var ama ilerleyeceğiz, biliyorum.
Çemberi yapılandırmada çocuk katılım ilkeleri ve şiddetsiz iletişim üzerine düşünmek yolu kolaylaştırıyor,  deneyimleri paylaşıp geribildirim almak çokça geliştiriyor. Bunu çocuklarla da paylaşmaya önem veriyorum. 

Çocukların geribildirimleri neler?
Çemberleri süreç boyunca eğitimle desteklemeye ve geribildirimle beslemeye önem veriyordum, şimdilerde çocuklar çemberin sonuna doğru kendileri çemberi değerlendirmeye başladılar. Bu acayip mutlu etti beni. Odağı nereye koyarsak, orada açıyor çiçekler. Neyde ısrar ediyorsam, ısrarımı ne kadar açıklıyorsam, o kadar geribildirim alıyorum.
Bu yolculuğun dinamiği çok heyecanlandırıyor beni, bizi…

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Çemberi sınıfta da yapabilmek için nelere ihtiyacım var, ona kafa yormaya devam edeceğim. Fiziksel yetersizlikler süreci zorlaştırsa da, kalabalık, hareket kabiliyeti az sınıflarda da çember kazanımlarını hayata geçirebileceğimiz araçlar, alanları nasıl yaratacağımız bence önemli bir çalışma konusu.
Halılar, minderler, akışı kolaylaştırıcı panolar olmayınca da, yapabiliriz. İlla ki!

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu haftasonu, BBOM Öğretmen Köyündeydim, köyümüzdeydim.
Eğitimin değişip dönüşmesi, okulların, sınıfların birer katılımcı ve barışçıl öğrenme ortamına dönüşmesi için koyduğumuz çabaya şükranla doldu içim. İyi ki varız, birlikte üretiyor, birlikte büyüyoruz.


6 Kasım 2017 Pazartesi

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü yeniden 1. Hafta

Bu haftanın çevirisini paylaşıp neler yaptığımızı paylaşmak isterdim ama sınıfım,okulum hatta benim akışım geçtiğimiz hafta tamamen değişti. Yeni günlükler ve yeni bir okulla karşınızdayım.Bazı özel sebeplerden ötürü başka bir okulda çalışmaya başladım. Barış dilini oluşturmak için geçmiş üç yıllık bir alt yapının üzerine çalışmak gayet  keyifliydi. Ama şimdi  benim vizyonumla kesişmeyen , oturmuş bir sınıf kültürünün içine girerek,barış dilini çalışmak benim için zor olacak. Bunun farkındayım. Bu benim için zor olsa da , dayanışma kültürünü daha yoğun yaşayacağıma olan inancım,  motivasyonumu arttırdı.
Öncelikle yeni sınıfım hakkında bilgi verecek olursam ; iki kaynaştırma öğrencisi olan 16 mevcutlu bir 3. Sınıf. Okulun ve ebeveynlerin beklentisi çoğunlukla “Akademik Başarı” noktasında birleşiyor. Çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bu sınıftan beklenen en önemli şey okuma yazma öğrenmeleri. Okulun ve benim de birleştiğimiz bu noktaya ek olarak çalışmamız gerekenler, sosyal beceriler ve barış dilini kullanan sınıf ortamı. Okula başlamadan önce , ilk hafta sizinle paylaştığım günlüğümü açıp okuyorum. Kendimi yeni okulum ve sınıfım için hazırlamaya çalışıyorum. Bir çok öğretmenin de benzer süreçleri yaşadığını (başladığı okulda herhangi bir ara sınıftan devam etme) ve zorlandığını bilmem,  büyük bir titizlikle plan yapmama ve kendi vizyonuma katkı sunuyor. Sura Hart’ın ilk haftaki çevirisi bildiğiniz gibi  birlikte bir okul ya da sınıf vizyonu oluşturmaktı.
Peki ben kendi hazırlık sürecimi bitirdikten sonra ilk hafta okulda ne yaptım ?
Tanışma sonrası , bütün haftaya yayacak şekilde (zamanla bütün yıla yayılıyor) çocukları gözlemlemeye çalıştım. Kim en çok kiminle vakit geçiriyor?, Birbirleriyle iletişimleri nasıl?, Kullandıkları dil nasıl? Dikkat süreleri nasıl?  vb. sorular eşliğinde bilgi toplamaya başladım. Tabii bu soruların cevabı zamanla değişecek biliyorum hatta sık sık değişecek belki ama bunlar ilk hafta  sınıfa dair birlikte konuşup karar alırken sınıfı iyi modere etmem  için gerekli bilgilerdi. Bazı teneffüslerde de gözlemlediğim kadarıyla çok fazla fiziksel ve sözel şiddet mevcut. Biliyorum ki barış diline giden yolda en büyük engelimiz “Akran Zorbalığı” ve bu sınıf için mavi kalemimle defterime tuttuğum en önemli notlardan biri bu oldu.
Birbirimizi biraz tanıdıktan sonra bu defa  “Nasıl bir sınıf istiyoruz?” sorusuyla giriş yapmadım. Şöyle bir paylaşım yaparak onları birlikte bir sözleşme yapmaya davet ettim.
“Bir gündür sizinle geçirdiğim ders saatleri boyunca beni mutsuz eden bir çok tutum ve davranışlarınızı gözlemledim. Örnek verecek olursam ; arkadaşlarınıza fiziksel ve sözel şiddet uygulamanız,yerlere çöp atmanız ve  arkadaşlarınız konuşurken onları dinlememeniz.Bu davranışlar benim sizinle bir şeler paylaşmamı zorlaştırıyor. Özellikle ders işlerken çok zorlanıyorum. Aynı şekilde sizin de mutsuz olduğunuz bir çok konu olabilir. Mesela sınıfın küçüklüğünden kaynaklı yeterince hareket edemiyor olabilirsiniz ya da benim gün boyu okuma yaptırmış olmam sizi mutsuz etmiş olabilir. Sınıfta karşılıklı bizi mutlu edecek bazı davranışları yapmak için biraz konuşmaya ne dersiniz? “  
Dikkat süreleri kısa olduğu için sınıfta gözüme denk gelen ilk nesneyi (plastik saksı) alıp ona ses efekti yaparak , bunun konuşma nesnesi olduğunu söyledim. Sadece elinde olan kişinin konuşabileceğini ve diğerlerinin de konuşan kişiyi  dinlemeleri gerektiğini paylaştım ve  konuşmaya başladık. Söylenilen her şeyi yazdım. Her çocuğun katılımını gözeterek süreci devam ettirmeye çalıştım. Konuşma nesnesi kuralına uyulmadığında her defasında farklı bir yöntemle hatırlattım. Ortak karar verdiğimiz maddeleri bir kraft kağıdına yazdım.  Ama sadece 4 kişi okuma yazma bildiğinden diğerleri için sözleşme maddelerinin yanına hatırlayacakları küçük resimler çizdim. Resimleri görünce eğlendiler. Birkaç gün sonra da bu sözleşmeyi görsel destekli olarak evde hazırlayıp sınıf duvarına astım. Altına da uyacağımıza dair imzalar atacağımızı söyledim. İmza atmayı bilenler , bilmeyenleri yanlarına alarak kendi imzalarını oluşturmaları için destek oldular. Bu dayanışma hali beni biraz motive etti.  İmzalarımızı da asarak bu süreci tamamlamış olduk.
Önüme koyduğum hedeflerden biri her sabah bu sözleşmeyi hatırlatıp öyle derse başlamak. Bununla birlikte çocuklarla kurduğum iletişimde olabildiğince yargı cümlesi hiç kullanmamaya özen göstermek. Olabildiğince gözlem cümlelerinin ardından duygularımı ifade eden cümlelerle iletişim kuruyorum. Gelen her şikayette çatışma yaşayan tarafları yanıma alarak,onlara neden bunu yapıyorsunuz gibi yargılayan cümleler yerine , onları bunu yapmaya iten sebebi bulmaya çalışıyorum. Orada bir bağ kurarak çocukları duygularını yakalayıp onlara tekrar etmeye çalışıyorum. Bir kaçı  konuşma bitmeden kaçıp gidiyorlar şimdilik. Belki de uzun konuşmam sıkıyordur onları. Kızıp bağırmam ya da ceza vermem onlar için daha kolaylaştırıcı bir tepkidir.  Dakikada en az beş şikayet gelmesine rağmen hepsiyle de uzun uzun duygularını anlamaya çalışarak konuşmaya özen gösteriyorum. Çocukların geri bildirimlerden anladığım duygunu ifade ederek konuşmak şimdilik kısa süreli de olsa süreci biraz rahatlatıyor. Bir anda sözleşmeye uymalarını beklemiyorum ve bunun uzun bir yolculuk olduğunu hatırlatarak , olabildiğince kendimi yenileyerek sınıfa girmeye çalışıyorum. Çok zorlandığım zaman ise şimdilik sınıfın ortasına geçerek gözlerimi kapatıyorum ve tüm çocuklara şu anki sınıf ortamının beni üzdüğünü , bunun bana iyi gelmediğini ve derse devam edemeyeceğimi sesimi duyabilecekleri kadar yükselterek söylüyorum. Beden dilimin de desteklediği duygu durumumun ardından kısa süreli bir durulma gerçekleşiyor. O sırada ben de kendimi toparlıyorum. Yeniden süreci elime almak için hızlı bir düşünme zamanı geçirip derse geri dönüyorum.
Bu haftanın zorlu tanışma ve birbirini tanıma sürecini geride bırakarak önüme akran zorbalığına dair bir planlama koyuyorum ve tabii Hayat Bilgisi, Serbest Etkinlik ve Türkçe kazanımlarıyla da paralel olan “Duygular” konusunu da ekliyorum. Blogumuzdaki Barış Kütüphanemizin varlığını kutlayarak hepinize keyifli haftalar diliyorum. ☺

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 4. Hafta


Sura Hart ne diyor?
Öğretmenler ne yaşıyorsa öğrenciler onu öğrenir.
Öğretmenler öğrencilerin duygu ve ihtiyaçları ile empati kurarlarsa, öğrenciler 1) ihtiyaçlarının dikkate alındığını 2) okuldaki  arkadaşlarının ihtiyaçları ile nasıl empati kuracaklarını öğrenirler.
Bu değerli öğrenme, sınıftaki duygusal güvenlik ve güveni artırır ve öğrenme sürecinde daha çok işbirliği ve dayanışmanın gerçekleşmesi ile sonuçlanır.

Bir daha, bir öğrenciyi "disipline etme"ye kalkıştığınızda, bunu yapmak yerine öğrencinin davranışının ardındaki duygu ve ihtiyaçlarını tahmin etmeyi deneyin.
 
Ben ne düşünüyorum? 
Geçtiğimiz hafta fiziksel ve duygusal güvenlikten bahsetmiştik. Duygusal güvenlik adı altında konuşmamız gereken şeyin çocukların duygularının farkında olması, ihtiyaçlarını belirlemesi ve bu yolla empati kurması ile oluşacağına inanıyorum. Sura'nın adım adım bahsettiği "güvenli ortam" başlığının kilit noktası bu bence. İhtiyaçlarının farkında olan bireyler ne istediğini daha iyi bilir, kendi öğrenme sürecini ritmine uygun planlayabilir, daha kolay empati kurabilir.
 
Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Öncelikle çocukların, ihtiyaçlarının dikkate alındığının farkında olması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden sınıfta "tuvalet, su, yemek" gibi temel ihtiyaçlar başta olmak üzere çocuk tarafından dile getirildiğinde "birazdan çıkarız" gibi hava uçan cevaplar yerine bunu gerçekten dikkate aldığımı belirten ve en hızlı nasıl giderilebileceğini belirlediğimiz kısa bir konuşma yapmaya çalışıyoruz.
Okul öncesi grubunda temel ihtiyaçlar çok daha öncelikli oluyor, ertelememek gerekiyor.
Dolayısıyla bu tip ihtiyaçlara göre günü şekillendirdiğimiz, programı değiştirdiğimiz oluyor.
Sonunda eğer bir çocuk gerçekten kendini daha iyi hissedecekse ve diğerleri de buna uyum sağlayabilecekse bu tip ufak değişikliklere her zaman değiyor.
 
Çocukların geribildirimleri neler?
Çocuklar kendi ihtiyaçlarının karşılanma konusundaki çabayı hızlıca fark ediyor. Bir ihtiyaç ortaya çıktığında bunu gidermeye yönelik bireysel ya da toplulukla karar alıp harekete geçmeye, ona göre düzenleme yapmaya çalışıyorsak ihtiyaçlarının karşılanacağını bilerek talep ediyor.
Bu durum aramızdaki güveni de pekiştiriyor. Çocukların önceliklerini belirlemesini kolaylaştırıyor.
 
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Duygu çalışmaları üzerinde ilerliyorken artık ihtiyaç listelerini devreye sokup bu başlıkta çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Şiddetsiz iletişimde kullandığımız ihtiyaç listelerinden seçtiklerimle bazı düşündüren sorular hazırlayabilirim. Bu konuyu ilkokulla çalışırken "Pusulacık"taki etkinlikler aracılığı ile yapmıştım. Bazı etkinlikleri okul öncesine uyarlayabileceğimi düşünüyorum.
Bu sayede temel ihtiyaçlar çerçevesinden çıkıp çok daha çeşitli ihtiyaçlarımız olduğunun farkına varabilir, empati kaslarımızı geliştirmeye başlayabiliriz :)
 
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Kenarda hazır kitapları ve etkinlikleri olmayan konuları çalışmak daha çok çaba gerektiriyor. Hala güven, şefkat, duygu, empati kelimelerinin etrafında dolaşıp içerik üretmeye çalıştığım için kutluyorum kendimi.
Çalışmalardan çıkan ürünleri poster yapma, çocukların kullanabileceği bir panoya dönüştürme konusunda ise teknik aksaklıklara uğruyorum. Bilgisayar, internet, yazıcı her an elimin altında olmadığı için ağır kalıyorum. Bu konuda daha hızlı olabilmeliyim.


Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 4. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Öğretmenler ne yaşıyorsa öğrenciler onu öğrenir.
Öğretmenler öğrencilerin duygu ve ihtiyaçları ile empati kurarlarsa, öğrenciler 1) ihtiyaçlarının dikkate alındığını 2) okuldaki  arkadaşlarının ihtiyaçları ile nasıl empati kuracaklarını öğrenirler.
Bu değerli öğrenme, sınıftaki duygusal güvenlik ve güveni artırır ve öğrenme sürecinde daha çok işbirliği ve dayanışmanın gerçekleşmesi ile sonuçlanır.

Bir daha, bir öğrenciyi "disipline etme"ye kalkıştığınızda, bunu yapmak yerine öğrencinin davranışının ardındaki duygu ve ihtiyaçlarını tahmin etmeyi deneyin.

Ben ne düşünüyorum?

‘’Öğretmenler ne yaşıyorsa öğrenciler onu öğrenir.’’
Öğretmenliğe başlamadan önce ve öğretmenliğimin ilk zamanlarında bu sözün gerçeği yansıtmadığını düşünürdüm. Böylesi güçlü bir ilişki olacağına ihtimal vermezdim, odağım daha çok sınıftaki varlığımı azaltmaktaydı. Ancak zamanla kendimi ve birlikte olduğum grupları, öğretmen arkadaşlarımı ve onların çalıştığı çocuk gruplarını gözlemledikçe ben de bu ilişkiyi fark ettim sonrasında odağım daha çok kendi öğrenmelerim, bunu çocuklarla nasıl paylaşacağım oldu. İyi ki de oldu :) 
 Ben de empatinin sınıftaki güveni arttıracağı, öğrenme sürecinde işbirliği ve dayanışmayı geliştireceğini düşünüyorum, tüm deneyimlerim de bu yönde ancak bu sefer zorlanıyorum. Çok önemli bir aracımı tam olarak kullanamıyorum : konuşmak ve anlaşmak.
 O yüzden empati yolculuğumuzda adım adım ilerleyeceğiz, bu süreçte yeni ihtiyaçlar için ne gibi araçlar geliştireceğimizin merakı ve heyecanı içerisindeyim.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Duygu ve ihtiyaçları konuşabilmek için duygu dağarcığını geliştirmeyi önüme hedef olarak koymuştum, gün içerisinde gün başlangıcı – bitişi ve yemek sonrasında çalıştığımız bir rutine dönüştü. Bu rutinlerin içeriğini, kullandığımız araçları ayrı bir blog yazısı olarak paylaşacağım.-

Ancak tabii ki, benim alışık olduğum bir şekilde ilerlemiyor. Çocuklara kalbimi açmaya, onlar açtığında da dinlemeye yani konuşmaya, duymaya-duyulmaya sonrasında aramızda oluşan o sıcaklığa o kadar alışmışım ki, yerine ne koyacağımı bilemedim ilk zamanlar.
 Yaptıklarım, daha çok zihinsel bir öğrenmeye hizmet ediyordu, öyle anlıyordum. 1 duygu, 2 duygu, 3 duygu… evet önemli, evet uzun bir yolun başlangıcı ama sınıfta güveni hissetmek, o sıcaklığı birlikte paylaşmak için bunları deneyimlemek lazım. Uzak bir gelecekte hayalini kurduğumuz şey değil de, bugünden yaşamaya başladığımız şey haline nasıl gelir diye düşünürken cevap çocuklardan geldi : Sarılarak!
Gerçekten :)

Sınıfta birkaç çocuk, sabah ilk iş sarılıverirdi bana, ben de onlara, öyle başlardık güne. Sonra bu çocuk sayısı arttı, ikili sarılmalar üçlü dörtlü sarılmalara dönüştü. Her sabah sarıldıklarımla bağımın da gelişmeye başladığını fark ettim. Bu hepimizin paylaştığı bir şeye dönüşsün diye sabah sarılmalarını toplu bir eyleme dönüştürdük resmen.
Sınıfa girdiğimde 25 çift göz bana bakarken ‘’hadi defterlerinizi çıkarın’’ demeden önce ‘’hadi yanımızdakine sarılalım’’ demek ve sonrasını izlemek bana da nasıl iyi geldi anlatamam :)

Çocukların geribildirimleri neler?

Daha önceki yazıda yazdığım sabah sporu devam ediyor, bu sabah sporundan önce yaptığımız bir şeye dönüştü, buna da kalp sporu adını verdik :)
Öncesinde bana sarılırken şimdi arkadaşlarına da sarılmaya başladılar, gözlemlediğim kadarıyla aralarındaki ilişkiyi güçlendirdi.
Ara ara sınıfa girdiğimde bekliyorum, onlar bana ‘hadi sarılalım.’ diyor, anlıyorum ki, iyi gidiyor :)

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?

Benim bir korkum, sarılmanın otomatikleşmesi. Kalpten bir bağ kurmanın bir ifadesi olmaktan çıkmasını istemiyorum, o nedenle gözlemlemeye devam edeceğim.

Bakalım neler olacak :)

3 Kasım 2017 Cuma

"Duygularla Barış" 1. Liste

İlk listemizin heyecanıyla!


Okullar açıldı, sınıflarımıza girdik, çocuklarla buluştuk. Öfkesini kontrol etmekte zorlanan, kendisini nasıl hissettiğini ifade edemeyen, iletişime kapalı görünen, nasılsın sorusuna ‘’iyiyim’’ ya da ‘’kötüyüm’’ dışında cevap bulmakta zorlanan bir grupla birlikte olma ihtimalimiz yüksek. - bizim genelde öyle oldu.-
Bu gözlem ve deneyimlerimiz bize gösterdi ki; hayal ettiğimiz sınıf ortamını sağlamak için duyguların üzerine eğilmek iyi bir başlangıç. Duygularının farkında olan ve paylaşma konusunda güçlenen çocuğun kendisiyle ve çevresiyle de “barış”ı sağlaması kolaylaşıyor. Dileriz ki, yaptığımız liste, bu bol öğrenmeli sürece katkı sağlasın, sınıflarımızda barışı büyütüp geliştirsin.Yeni listelerde buluşmak üzere :)



Filozof Çocuk, Duygular Nedir?, Tudem Yayınevi
‘’Düşünmek çocuk oyuncağıdır!’’ diyen 18 kitaplık seride yer alıyor Duygular Nedir?. Duygular nedir diyor ama bu soruya cevap vermiyor, tekrar tekrar soruyor, duygular dünyasında yolculuğa çıkarıyor.Sorular da ‘’kıskançlık nedir?, öfke neye benzer?, utanmak nasıl bir şey? ‘’ gibi değil. Yolculuk çok içerden. ‘’Kardeşini kıskanıyor musun?, tüm sınıfın önünde tek başına konuşma yapmaktan korkar mısın?, sevdiğin insanlarla neden kavga ediyorsun?’’ gibi.Bu kitap çocuğun duygularını ve kendini tanımasını, başına gelenleri anlamasını kolaylaştırırken yetişkine de bu sürece nasıl destek olabileceği ile ilgili ilham veriyor.

Filozof Çocuk Mutlu Olmak için Neye İhtiyacım Var?, Tudem YayıneviBu kitap da aynı seriden, benzer bir yolculukla ilerliyor.Mutlu olmayı ya da mutlu edilmeyi beklemeyi bir kenara koyuyor, duygunun sorumluluğunu almayı işaret ediyor.

Duygular ve ihtiyaçlarla haşır neşir olmak için iyi bir başlangıç.


Çıtır Çıtır Felsefe Mutluluk ve Mutsuzluk, Günışığı Kitaplığı
‘’Felsefe yaşamın ta kendisidir.’’, ‘’ Öyle bir dünyada yaşasaydık ki, okullar öğrencileri belirli bir kalıba sokmadan bu kitapları okutabilselerdi…’’ diyen Brigitte Labbe’nin 29 kitaplık serisinden bu kitap.Tahmin edeceğiniz gibi bu seride de sorular büyük önem taşıyor. Tek bir  mutlu olma halinin olmadığına çektiği dikkat ile, farklı ihtiyaçların aynı duygu ile bağlantılı olabileceğini çalışmak için iyi bir araç.


Çıtır Çıtır Felsefe Cesaret ve Korku, Günışığı Kitaplığı
Bu kitap da aynı seriden.Kitap çocuklara –aslında yetişkinlere de-  sıklıkla söylenen ‘’korkma!’’, ‘’bunda korkacak ne var?’’ sorularının tuhaflığı ile başlıyor ve korkunun cesaret ile bağlantısını kurarak ilerliyor.Duygularımızla barışık olmanın, kendimiz ve çevremizle barışı sağlamada önemli bir rolü olduğundan bahsetmek istiyorsak, bu kitap güzel bir araç.Ağızdan hızlıca çıkıveren ‘’Korkma!’’ları, ‘’Hmm, şu an korkuyorsun galiba.’’ ya çevirebilmek üzere.

Leyla Fonten Serisi, Redhouse KidzDuyguları, hikayeler üzerinden çalışmak istiyorsanız derli toplu, deli dolu bir seri bu. Hiç birini çıkarmaya kıyamadık, Feza ile Sefa’dan bahsetsek, Rıza ile Kaya’nın hatrı kalır, Dila’yı daha fazla mutsuz etmeyelim, Eda’nın kıskançlıktan başını döndürmeyelim diye hepsini koyduk bu seriye 

Tülin Kozikoğlu’nun yazıp, Sedat Girgin’in resimlediği sette mutsuz, inatçı, öfkeli, bilmiş, korkak, kıskanç, sabırsız, tembel ve utangaç haller bir hayvanda vücut buluyor ve tüm bu hayvanlar La Fontaine’in torununun torunu olan 86 yaşındaki Leyla Fonten ile aynı çatı altında yaşıyor. Eğlenceyi tahmin edersiniz! 

Öykü isimlerinden duyguların etiket gibi yapışıp kalıverdiği, buram buram didaktizm kokan bir seri olduğunu düşünmeyin ha.  Aksine duygular sabit değil, değişen dönüşen şeyler diyor ve bu süreci tatlı mı tatlı anlatıyor.

Küçük Kalbimin İçindekiler, MandolinÇevirisini rafta görünce zıp zıp zıpladığımız bir kitapta sıra.Küçük bir kızın kalbine yolculuk bu. Her sayfada kalbin derinine doğru bir kapı daha açılıyor ve farklı duygularla neye dönüştüğüne şahit ediyor bizi.Anlatım o kadar sıcak ki, her sayfada şükran doluyor insan küçük kıza kalbinin kapılarını açtığı için.Küçücük kalbe dünya kadar duygunun sığdığı daha somut anlatılamazdı her halde dedirten, şiir gibi bir kitap.


The Color Monster, Anna LlenasBu kitap dört gözle çevrilmesini beklediklerimizden.Anna Llenas, hem yazıp hem çizdiği üç boyutlu bir kitap.Renk Canavarı, duygularını birbirinden ayırmakta zorlanıyor, karıştırıp duruyor, arkadaşı küçük kız da ona duygularını tanımasında ve ayırt edebilmesinde yardımcı oluyor.Nasıl mı? Her duyguyu, o duygunun renginde bir kavanoza koyarak! Ne kadar tanıdık bir ayırt etme yöntemi değil mi, neden duygular için de kullanılmasın ki Mutluluk güneşin pırıltıları olup sarı, hüzün damla damla olup mavi, öfke kıpkırmızı, korku gölgeler gibi siyah, sakinlik yaprak yaprak yeşil kavanozlara giriyor. Ha bir de unutmadan sevgi var, o ne renk sizce?Artık her şey daha kolay değil mi?




Feelings, Richard Jones, Libby Walden

Feelings de hadi çevrilsin artık dediklerimizden.Güçlü illüstrasyonlarıyla duygular üzerine konuşmayı kolay bir hale getirmiş.Kalbimizde ve kafamızda hep bizimle olan duygularımız nelermiş, nasılmış bir okuyalım bakalım 

Duygu Ormanı Kutu Oyunu, AÇEV

Duyguları konuşmaya kitap dışında aracımız olsa diyenlere bu oyun.Minik tavşanımız bir partiye katılmak istiyor ve bunun için geçmesi gereken bir duygu ormanı var. Duygu ormanında kaybolmaması için ona destek olmaya var mısın?


Duygu Kartları, Ayben Ertem

Tam 63 kart, 63 duygu ifadesi, dile kolay!Sadece o kadar çok kartı görmek, hepsini tek tek okumak/duymak bile duygu dağarcığını geliştirmeye yaramaz mı sizce de?Kartlarla oyunlar kurmak, göz önüne koyup üzerine sohbet etmek mümkün. Belki bu kartlar sizin ya da çocukların kendi çizimleri, kendi sözleriyle oluşacak yeni kartlara ilham olur, kim bilir 

Ters Yüz (Inside Out)

Önce bu filmi izlemeyen yoktur her halde diye düşündük ama ‘’Ters Yüz’’süz bir liste de eksik olurdu doğrusu.Riley’in duygu dünyasından Neşe, Korku, Üzüntü, Öfke ve Tiksinti ile tanışmaya hazır mısınız?Ani duygu değişikliklerinin sebebini anlama, kendini tanıma, duygularını kabul etme üzerine kurulacak sohbetler için eğlenceli bir film.İyi seyirler ☺