24 Mayıs 2018 Perşembe

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 26. Hafta


               “Her insan gibi genç insanların da en önemli ihtiyaçlarından biri özerkliktir. Vermeye en çok istekli oldukları zamanlar seçim yapabildikleri zamanlardır.
Öğrencileriniz sizden bir talep duyduklarında istediğinizi yerine getirme konusunda hevesli olmazlar. Öğrencilerden talep yerine ricada bulunmayı öğrenmek onların isteyerek verip almalarını mümkün kılar. Bir öğrencinizden bir şey istediğinizde ricada mı yoksa talepte mi bulunduğunuzu fark edin.“

              Şiddetsiz İletişimin ilk üç basamağını 25 hafta boyunca ayrıntılı olarak, sınıfta nasıl çalıştığıma dair somut örneklerle bahsettim. Hatta zaman zaman sınıfta nasıl çalıştığımdan çok o basamakları nasıl okuduğuma dair uzun uzun yazdım. Şimdi son basamak olan “Rica” nın bu pasajda yer almasını çok anlamlı buluyorum. Öncelikle talep ve rica arasındaki önemli farka değinerek başlamak isterim.
Karşımızdakiyle bağlantı kurduktan sonra arada olan akışın devamı için biz ricalarda bulunuruz. Ve ricamızın karşılık görüp görmemesinden ziyade verilen tepkiye karşı bizde oluşan şefkat alanı “Rica” olup olmadığını belirler. Ricamıza “Hayır” cevabı aldığımızda gönlümüz buna açık değilse ve öfkeleniyorsak, bunun adı “Rica” değil “Talep” dir.  Bu ayrımın farkına vardıktan sonra bahsedecek olursam, bağlantıyı güçlendiren ve akışın devamlılığını sağlayan çok önemli bir basamaktır rica basamağı.


                  Çocuklarla çalışırken ilk zamanlar bunun bir basamak olduğundan elbette ki bahsetmemiştim. Ama gün içerisinde sınıf akışı içerisinde sözlü olarak ifade ettiğimden kaynaklı onlarda böyle bir alan açmaya başlamıştı bile. Örneğin çok fazla yüksek sesle konuşan bir çocuğa “Şuan yüksek sesle konuşman dikkatimi dağıtıyor ve diğer arkadaşlarına sesimi duyuramayacağım konusunda beni endişelendiriyor. Senden ricam daha kısık sesle çalışmaya devam etmen.” Hem eylemi somut bir şekilde ifade edişim (Gözlem),hem ne hissettiğimi ifade etmem (duygu),hem ihtiyacımı dile getirip ricada bulunmam aramızdaki iletişimi kolaylaştırdığı gibi, duyulmama da katkı sağlıyor.
Yine benden bir şey istediklerinde ya da rahatsız oldukları bir eylemimi ifade ettiklerinde basamak basamak onlarla çalışıp rica aşamasına gelmeleri için destek olmaya çalışıyorum.

                 Örneğin uzun süre beden yapamamış olmamız “Neden Beden Eğitimi yok?”,”Neden Beden Eğitimine çıkmıyoruz?,”Dışarıyı istiyoruz.” Gibi cümlelerle hatta daha ağlayan bir sesle ifade etmeye başlamışlardı. Onlarla Barış masasını kurarak aralarında bir temsilci seçmelerini ve karşılıklı bu süreci birbirimizi anlayarak planlayacağımızı söyledim. Ardından barış masasına geçerek rahatsız oldukları eylemimi somut bir gözlem olarak paylaşmalarını istedim. Ardından ne hissettiklerini sorup duygularını bulmalarını istedim. Ve ihtiyaçlarını bulmalarında yardımcı olarak son basamak da bana ricalarını dile getirmelerini istedim. Ricalarını bu hafta karşılayabileceğimi ama sonrası için endişelerimin olduğunu belirttim. İlk seferde de bunu ifade etmeme rağmen talepleri devam etmişti. Ama karşılıklı birbirimizi duyduğumuz bir alanın açılması ile, duygularımızı ifade etmemiz ve açık net bir şekilde bizi iyi gelecek ricamızı dile getirmemiz iletişimi rahatlatmış aynı zamanda karşılıklı başka meselelerde de ricalara açık olacağımızın önünü açmıştı.
Çocuklar bu alanların açılmasından gayet memnunlar ve inanılmaz sahipleniyorlar. Ben bazen gerçekten sıkışıyorum ve hızlı bir çözüm olur diye “Hayır” deyip geçiştirdiğim şeyler oluyor. Ya da onları hiç duymadığım sonra bakarız dediğim. Bu duyma-duyulmanın kıymetini o kadar güzel kavramışlar ki anında tepkileri “Bu haksızlık.Bizi hiç dinlemediniz bile. Barış masası kuralım.” diyorlar. J
Beni sıkıştıran yerden bu defa mutlulukla çıkarıyorlar.
Yine kendi aralarında özel eşyalarını paylaşırken birbirlerine hayır demeyi, bunu anlamayı, o kişinin de ihtiyaçlarını duymayı o kadar güzel başarıyorlar ki…
Yetişkin olarak hayatımda somut olarak harekete geçtiğim anların kaçının talep, kaçının rica olduğunu sorgulamaya başlıyorum.

            Sonrası için hep bu rica basamağının aslında herkesle çalışılması gereken önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum. Çocuklar dışında okulda ki tüm bileşenlerle belki de. Ya da hayatımızda yer edinen kişilerle…
Akışın devamlılığı, sürekliliği, bir sonraki çatışmanın çözümü için daha güvenle iletişim kurma motivasyonuna olan katkısını hep akılda tutalım istiyorum.

          Bu haftaki kutlamalarımı sadece çocuklara ayırarak hepinize kalbinize değen ricaları cesaretle hayata geçirdiğiniz haftalar diliyorum.

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 29. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Hepimiz doğal vericileriz. Gençler de buna dahil.


Katkıda bulunmak öğrencilerimizin en temel ihtiyaçlarından biridir. Sınıfınızdaki öğrenciler size, diğer öğrencilere ve sınıfın işleyişine nasıl katkıda bulunuyor?


Ben ne düşünüyorum?
Hepimiz doğal vericileriz. Çocuklar ve yaşlılar da buna dahil, değil mi? Teyze olmama az kala bebeklik üzerine okumalar yapıyorum. Bir bebeğin dünyaya gelmesinden itibaren ihtiyaçları, davranışları, arayışları o kadar bugünkü hallerinin temeli ki… Daha o günlerden verici insan. Paylaşmaya açık, merakla izliyor. Ve karşılığında bir şey almak istiyor; bir sarılma, gülüş, öpücük. Çünkü her şey döngüsel, hiçbir şey çizgi üzerinde dümdüz ilerlemiyor hayata dair. Geri dönüşüm işaretindeki oklar gibi.
Katkıda bulunmak, hayatımıza bir şeyler katmak istiyoruz.
Nasıl bir katkıdan bahsediyoruz? Aklıma ilk gelen yüzde oluşan tebessüm. Birinin hayatına katkıda bulunmak istiyorsam o tebessümü yakalayabilmek için elimden geleni yapmayı seçiyorum. Kendi kendime minik yollar buluyorum bunun için:
-Sevdiğim bir yazara onu okurken hissettiklerimi yazdım geçen gün.
-Bugün evde kek yapıp yaşadığım yerdeki sevdiklerime götürdüm.
-Sıkıca sarıldım zor günlerden geçen bir yakınıma.


Bunun gibi bir sürü örnek yazabilirim alt alta. Kendimi işe güce gömüp yaşamayı atlamadığım zamanlar bu minik ayrıntılarla iç içe yaşıyorum. Karşılık beklemeksizin, gönülden vermek insanın kalp kaslarını en çok geliştiren şeylerdenmiş. Bu anlara daha çok vakit ayırıp, önceliğime aldığım için iyice görebiliyorum artık.


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Her an birbirimizin hayatına dokunuyor, katkıda bulunuyoruz aslında. Bana, birbirlerine, sınıfa diye ayırmak güç. Pek çok örnek dökülüyor şimdi kalbimden klavyenin tuşlarına…
-Ayrı yerlerde olup birbirimizi düşünerek bir şeyler yapmamız beni öylesine mutlu ediyor ki… Ben hafta sonu gittiğim kitapçıdan mutlaka “Anne Tavuk Anlatıyor” serisinden bir kitap alıyorum. Onlardan bazen bir resim, bir taş, bir sarılma geliyor. “Öğretmenim şöyle şöyle bir şey oldu, bunu hemen okulda anlatmalıyım dedim.” heyecanıyla hikayeler geliyor. Paylaşmanın kattıkları neyle ölçülebilir?
-Öğrenmenin katkısı ise her anımızla harmanlanıyor. Çocuklar birbirine anlatıyor öğrendiği en ufak bir şeyi bile. Çünkü dünya uçsuz bucaksız, evren sonsuz. O kadar çok şey var ki keşfedilecek. Bu sabah neler konuştuğumuzu gözümün önünden geçirdim ve şunlar çıktı: ışık hızı ne kadar hızlı, içeri giren turuncu kanatlı kelebeğin ismi, denizde görülen yosunlar, kemiklerimizin isimleri… Çünkü çocuklarla yaşamak bunu gerektiriyor. Her paylaştığımız birbirimize kattıklarımız aslında. Öğrenme dolu hikayeler.
-Birbirimizle güçlü bağlar kurduktan sonra yan yana olmak bile hayatımıza bir katkı aslında. Birimizin gelmeyişi o günü nasıl da etkiliyor. Merak ediyoruz, hastaysa endişeleniyoruz.


Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
“Katkıda bulunmak” üzerine düşününce öyle güzel şeyler hatırladım ki... Her birini açıp bir deftere yazmak istiyorum. “Sen şöyle şöyle yaptığında benim hayatıma şu açıdan katkıda bulundun, teşekkür ederim.” bağında cümleler sıralamak istiyorum etrafımdakilere.
Dönemin son haftalarına girmişken “o eksik kaldı, bu yetişmedi, bu niye olmadı”ları bir kenara bırakıp “kattıkları” üzerine düşünmek beni bir rahatlattı ki sormayın gitsin.

Hepimiz yapsak güzel olmaz mı? Çocuklarla birlikte, öğretmen arkadaşlarımızda, dostlarımızla... İlişkilerde iyileşiyoruz, öğreniyoruz. Buradan bakınca ne çok kişinin, ne çok katkısı var onca şeye değil mi? Önümüzde somut bir paket olarak düşünmeden “katkı” denen şeyin neler olabileceğini düşününce açılıyor zihnin yolları. Bir tebessüm, önerdiği kitap, oynadığı oyun, paylaştığı meyve…



Ne mutlu en doğal haliyle verebilene. Paylaştıkça çoğalıyor insan.

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 29. Hafta



Sura Hart ne diyor?
Hepimiz doğal vericileriz. Gençler de buna dahil.
Katkıda bulunmak öğrencilerimizin en temel ihtiyaçlarından biridir. Sınıfınızdaki öğrenciler size, diğer öğrencilere ve sınıfın işleyişine nasıl katkıda bulunuyor?

Ben ne düşünüyorum?
Vericinin önündeki doğal sıfatını düşündüm, kaldım. Doğal olduğuna o kadar inanmak istiyorum ki. Doğal olan çok şeyin başına gelenden bu da nasibini almış her halde. Gözümü kapattım, hepimizin doğal verici olduğu bir dünyayı hayal etmeye çalıştım, pek beceremedim. Çocuklar geldi gözümün önüne en çok, mümkünse yakınlarında ebeveyni bulunmayan, daha çok doğada.
Sonra bu bağlar nerelerde nasıl koptu da, hayal etmeye çalıştığımda daha fazlası gelmedi gözümün önüne diye düşündüm. Bir an içim sıkıldı, umutsuzluk kendini göstermeye başladı.
Sonra neler yapmaya çalıştığımızı, çabamızı, inadımızı, başka çaba ve inatları hatırladım, daha fazlasını hatırlattım kendime, sonra aldım rahat nefesi, el salladım umutsuzluğa.
Evet, vericiliğimiz doğal ve ben bunun doğal olduğunu bana unutturmalarına izin vermeyeceğim, en çok bunu hissettim okurken. Unutmadıkça da yaşayacak, büyüyecek.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Buraya bir yılın hikayesini yazasım geliyor. İlk günden bugüne nasıl geldik, 23 çocuk bir yetişkinden nasıl bir topluluğa dönüştük, gelenleri nasıl dahil ettik içimize de sonra unutamadık bir daha. Her resmimize, mektubumuza konuk olmaya devam ettiler.
Katkıda bulunmak temel ihtiyaç. Kendimize, birbirimize, okulumuza, işleyişimize… Daha çok, daha az, daha iyi, daha kötü demeden. Hemen olmuyor ve bence iş yine duygusal güvenliğe geliyor. Bunu sağladıkça, sağlamaya çalıştıkça katkıda bulunabilme potansiyelimiz artıyor ve gelen katkıları daha iyi görür hale geliyoruz.

Her yol duygusal güvenliğe mi çıkıyor? sorularını duyar gibi oluyorum, ben de soruyorum kendi kendime. O kadar her şeyle ilişkili ki. Birbirimizle bağımızın güvencesi sanki. Güvende hissediyorsak, kabul gördüğümüzü, duyulacağımızı hissediyorsak varlığımız değişiyor, dönüşüyor. Çocuklarla deneyimim de bu yönde. Sene başında, sesini duymadığım, bedenen de içe kapanık, kafası eğik, yavaş hareket eden çocuk, birbirimizi tanıdıkça, duyup gördükçe, birlikte yaşamak ve öğrenmek için nelere ihtiyacımız olduğunu konuştukça, kökü toprakta suyla buluşmuş bir fide gibi adeta. Dikleşiyor kalbinin önüne eğilen omuzları, sesine duygusu ekleniyor, bedeni kendi hızını buluyor, istediği renkte açıyor. Bu benim fark etmeyi en çok sevdiğim değişikliklerden, büyük armağan benim için. Gerçek varlığımızı mümkün kıldıkça, katkıların bağlantısı kuruluyor, niteliği artıyor, her birimizi ve topluluğu güçlendiren bir şeye dönüşüyor.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

Bu blog da kendimize, birbirimize ve topluluğumuza katkı niyetiyle başladı. Niyetimiz daim, bağlarımız güçlü olsun. Özgecim ne güzel demiş: Paylaştıkça çoğalıyor insan.




20 Mayıs 2018 Pazar

Doğayla Barış 2



“Çocukla barış” ortaya çıktığı gün hemen ardından gelmişti: “doğayla barış”.
Çocukların yeryüzüyle, yaşam döngüleriyle, etrafında yaşayan canlılarla bağ kurabilmesi dünyanın gidişatına baktığımızda oldukça önemli bir durum haline gelmekte.
Bunun için dışarı çıkmak, mevsimleri ve değişimleri gözlemlemek, yeryüzündeki canlılığın farkına varabilmek adına kitaplardan beslenmek; bazen bir doğa rehberiyle bazen bir öyküyle dünyaya bakmaksa en iyi yollardan biri.


Çocuklarla çalışırken ilham olan, yeryüzüyle bağımızı güçlendiren, içimizi yeşerten “Doğayla Barış” araç listesinin ikincisi için şöyle buyrun:


1) Sorularla Cevaplarla Ekoloji

Yayınevi: 1001 Çiçek
Yazan: Sophie Lamoureux
Resimleyen: Sebastien Telleschi ve Cyrille Meyer


Yeni bir kavramla karşı karşıyaysak ve bunu her yönüyle öğrenmeyi hedefliyorsak önce sorularla baş başa kalmak öğrenmek için en iyi başlangıç sayılabilir.


Sorularla Cevaplarla Ekoloji; Dünya’da yaşam nasıl başladı?” sorusundan “Gelecekte çevre dostu ürünler nasıl olacak?” sorusuna kadar yeryüzündeki sistemlere, dünyanın karşı karşıya kaldığı sorunlara ve bizim atabileceğimiz adımlara tek tek cevap veriyor.


Tüm bunları zengin görsellerle, eğlenceli karikatürlerle ve sade bir dille yapması da onu ekoloji konularında temel kaynak olarak kullanmamıza yarıyor.


2) Ekolojik Mahalle

Yayınevi: Yeni İnsan Yayınevi
Yazan:Ralph Weder
Resimleyen: Virginia Patrone
Çeviren: Çisel Cengiz


Yeni İnsan Yayınevi ekoloji kitaplarıyla yetişkinlerin kitaplığında dizilirken, Fide Serisi ile de çocukların kitaplığını renklendiriyor. Serinin ilk kitabı olan Ekolojik Mahalle’de Lily bizi arkadaşları ile topluluk bahçelerine davet ediyor. Topluluk bahçesinde komşularıyla birlikte sebze ve meyve yetiştiriyor, birlikte hasat ediyorlar.
Topluluk bahçesinde komşularıyla oturabilecekleri bir cafe inşa etmek için para toplamaya karar veriyorlar. Garaj satışı, araba yıkama, geri dönüşüm, zehirsiz ev gibi pek çok yeşil adım atıyorlar bunun için. Attıkları her adım bize ekolojik mahalle olma yolunda topluluk olmaya dair pek çok fikir veriyor.


Kitap aynı zamanda bir topluluk kurma hikayesi. İnsanların bireyselleştiği, dayanışmanın gücünü özlediğimiz şu günlere şenlikli bir örnek: Ekolojik Mahalle.














3) Çorbadaki Ekoloji

Yayınevi: Pan Yayıncılık
Yazan: Ileana Lotersztain, Mariela Kogan
Resimleyen: Pablo Piyck
Çeviren: Saliha Nilüfer


Ekoloji hayatımızın önemli bir parçası ve harika bir bilim dalı. Peki çorbada ne işi var diyeceksiniz? Hikayesi öğleden sonra 2’de başlıyor. Anlat anlat bitmiyor; saatler 22:00’yi gösterdiğinde anlıyoruz ki “Çorbada bile ekoloji var!”
Mariela bir biyoloji doktoru, büyüyünce çevre bilimci olmak isteyen yeğenlerine bunun için büyümeyi beklemelerine gerek olmadığını söylüyor. Onların nerede yaşadıklarının, kaç yaşında olduklarının bir önemi olmadığını; isterlerse ekolojinin hepimizin hayatıyla nasıl da yakından ilgili olduğunu gösterebileceğini söylüyor.


Ve sonrasında başlıyorlar sormaya:
“Peki, bütün bu eşyalar neden yapılmıştır?
“Meydanlar ne işe yarar?”
“Bir türün nesli tükenince ne olur?”
“Arabaların çıkardığı o duman nereye gidiyor?”
“Neden her meyveyi tüm yıl boyunca elde edemiyoruz?”
“Gezegeni korumak kimlerin işidir?”


4) Neden Dünyayı Önemsemeliyim?

Yayınevi: Tübitak
Yazan: Susan Meredith
Resimleyen: Sara Rojo
Çeviren: Yalçın Arslantürk


Tübitak’ın minik, ekonomik ve zengin içerikli kitaplarından Neden Dünyayı Önemsemeliyim? sorduğu soruya cevap verebilmek için dünyaya dair pek çok sorunu açıklamış ve çözüm yollarını sıralamış.
“Gezegenimizin derdi ne?” diye başlayan kitap yeryüzünde yaşanan sıkıntılarla ve sorunlarla bizi karşılasa da “en küçük girişimler bile birikip fark yaratabilir” umuduyla güç veriyor. Dünyayı önemseyebilmek için onu ve karşı karşıya kaldığı sorunları iyi tanımak gerekiyor.


Ancak bunları öğrendikten sonra adımlarımız yeşerebilir; karbon ayak izimiz azalabilir.
Yine Tübitak’tan çıkan “Neden geri dönüştürmeliyim?” ve “Neden formda kalmalıyım?” kitapları da bizden tavsiye.


5) Fil Ozof’un Doğa Günlüğü


Yayınevi: Taze Kitap
Yazan: Fatih Dikmen
Resimleyen: Büşra Çakmak


Fil Ozof, ormanın derinliklerindeki laboratuvarında birbirinden ilginç deneyler yapan, kendisinin ve orman halkının aklına takılan sorulara yanıtlar bulmaya çalışan ve bunları tek tek günlüğüne yazan taptatlı bir fil. Doğa günlüğünde de mutlaka bir gün aklıma düşen, enteresan sorularla karşı karşıyayız.


-Hayvanlar rüya görür mü?
-Zürafaların kafasına kan nasıl gidiyor?
-Göçmen kuşlar yollarını nasıl buluyor?
-Kışın ağaçlar niye donmuyor?
-Balinalar nasıl karnını doyuruyor?
-Deniz kaplumbağası neden sahile yumurtlar?
-Yanardağlar niye patlıyor?


Yaz yaz bitmez yeryüzünün akıl almaz soruları :)
Fil Ozof’un Doğa Günlüğü komik karikatürler ve çılgın deneyler ile cevapların peşinde elinden düşmüyor insanın.



6) Özgür


Yayınevi: Taze Kitap
Yazan - Resimleyen: Emily Hughes
Çeviren: Zeynep Sevde


Ayılardan karnını doyurmayı, kargalardan konuşmayı, tilkilerden oyun oynamayı öğrenen bir çocuk…Bir gün ormanda daha önce hiç görmediği canlılarla karşılaşır. Ardından “tuhaf” şeyler yaşanmaya başlanır.
“Özgürlüğün tadını bilen birini asla evcilleştiremezsin…”
Çizimleriyle bizi büyülü ormanların içine alıveren Emily Hughes, “özgürlük” temasına da alışık olmadığımız bir yerden yaklaşmış aynı zamanda.

7) Vanilya Kışı


Yazan: Zeynep Alpaslan
Resimleyen: Baysan Yüksel
Yayınevi: Final Kültür Sanat Yayınları


Vanilya Kışı, Kiraz Çiçekleri, Umut Yazı ve Sarı Sonbahar… Zeynep Alpaslan’ın içten ve naif şiirlerinin yer aldığı kitabın bölümlerinin ismi.
Şiirler dört mevsimin en ince güzellikleriyle bezenmiş 3’lüklerden oluşuyor. Her biri de bahçelerin, ormanların içinden geçiyor; uzun yürüyüşlere sürüklüyor okuyucuyu. Kuşlar, böcekler, taze meyveler, çiçekler, bulutlar etrafınızda dönüp duruyor siz sevdiklerinizi dizelerde düşlerken.
Baysan Yüksel’in zarif çizgileri ise can vermiş her birine.

Kitap devamlı dinlemek istediğiniz, sonu geldiği gibi başa sardığınız bir şarkı gibi. Sarı Sonbahar’ı okuyup tekrar Vanilya Kışı’na dönmek istiyor insan her defasında. Doğanın eşsiz döngülerine şiirlerle bakmak vazgeçilmeyen bir alışkanlığa dönüşebilir bir süre sonra.

8) Dalga


Yayınevi: Bir Kitap Yolla
Resimleyen: Suzy Lee


Bu kitabın yazarı yok. Çünkü kendisi bir sessiz kitap. Suzy Lee’nin çarpıcı çizimleri, sadece iki renkten oluşan sulu boya resimleri bizi merak ve eğlenceli dolu bir dünyaya çağırıyor.

2008’de New York Times tarafından En İyi Resimlenmiş Çocuk Kitabı seçilen Dalga küçük bir kızın deniz kıyısındaki maceralarını anlatıyor.
Kelimesiz sayfalar her seferinde farklı şeyler düşündürüyor insana.

Havalar ısınırken, bir gün deniz kenarındaki canlı çeşitliliğini, dalgaların getirdiği zenginlikleri keşfetmek sizi de Dalga da olduğu gibi heyecanlı bir yolculuğa çıkarabilir.

9) Usturlab Atölye - Kutu Oyunları


Kitapların ardından çocuklarla birlikte eğlenerek oynayabileceğiniz oyun önerilerimizde sıra.
Usturlab Atölye’den çıkan bu kutu oyunları çocukların orman ekosistemini tanırken bitkilerin yaşam döngüsü içindeki önemini fark etmeleri, hayvan ve bitkilerin dünyasını eğlenerek keşfetmeleri için tasarlanmış.


Orman Kaşifleri - Tabiatın İzinde Araştırma Oyunu
Orman Kaşifleri - Ekosistem Besin Zinciri Oyunu


Ayrıntılı bilgi için: https://www.ormankasifleri.com/

10) La Tortue Rouge - Kırmızı Kaplumbağa


Listemizin sonunda masal gibi bir film var. Fransız-Japon ortak yapımı filmin yönetmen koltuğunda Michaël Dudok de Wit oturuyor.
Filmde herhangi bir diyalog yok. Ancak rüzgar sesi, yağmur sesi, yengeçlerin ayak sesleri, yaprakların sesi, suyun sesi... Doğanın senfonisi bazen bir tsunami yaratıyor, bazen güneşli bir gün, çarşaf gibi bir deniz...


Film, denizde geçirdiği bir kaza sonucu kendisini kaplumbağaların, yengeçlerin ve kuşların yaşadığı ıssız bir adada bulan bir adamın bu ıssız adayı terk etmeye çalışmasını konu ediyor. Adam defalarca sal yapıyor kendine, adadan kurtulmaya çalışıyor. Başta doğayla mücadele veriyor. Ancak her seferinde başına öyle bir olay geliyor ki… Film boyunca düşünüyor insan: doğa, savunmasız kaldığımızda savaşılacak bir şey mi; yoksa uyum içinde yaşayabileceğimiz bir yer mi?


Filmin tamamı el çizimi, karakterlerden doğaya her şey oldukça sade. Hikaye ise çok naif. Doğayla ilişkinizi sorgularken film bittiğinde göz yaşlarınızı silebilirsiniz.

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 28. Hafta


Sura Hart ne diyor?

Rekabetçi olmayan, ilişki temelli bir sınıfta grupla öğrenme yaklaşımı teşvik edilir. Ancak, bireysel çalışmak isteyen öğrencilere bu isteklerini rahatça hayata geçirebilmeleri için de bolca fırsat yaratılır. En önemlisi, öğrencilerin okul yaşamlarının her gününde çok sayıda sınayıcı ve başarılı öğrenme deneyimlerinin olmasıdır.
Siz en çok neyi önemsiyorsunuz; “kendi işini yapmayı” mı, yoksa birlikte çalışmaları gerekse bile, bütün öğrenciler için başarılı bir öğrenme deneyimi yaratmayı mı?

Ben ne düşünüyorum?

Tabii ki, önce kendi öğrencilik yıllarım aklıma geliyor. İlkokulda 9 farklı okulda okudum, öğretmenler, çocuklar, coğrafyalar değişti ama duygusal güvenliğin gözetilmemesi pek de değişmedi. Her sınıfta sureti farklı oldu bu durumun ama artık anlıyorum hepsinin duygusal güvenlikle ilişkili olduğunu.
Sevilme ve koşulsuz kabul görmenin daha çok matematik başarısıyla orantılı olduğu kaldı bana o yıllardan. Rekabeti kızıştırdığım sınıflar da oldu, yarışa giremediğim de. Her ikisinde de rahat değildim, kabul gördüğümü hissetmiyordum. Öğrenmeyi çok seviyordum, öğrenmeyle bağım kopmasın istiyordum ama ‘sınıf’lar da zorluyordu beni. Ara ara şunu dediğimi hatırlıyorum. ‘’Okul bir bitsin de, ben evde hallederim.’’ Okulun güvenliksiz ortamı kendi kendime öğrenme uzmanı yapmıştı beni. Bir çok kitap alıp, önüme açıp aynı konuyu hepsinden tek tek çalışıyor, kendi oluşturduğum deftere özetler çıkarıyor, renkli kalemlerle eğleniyordum 😊
Halbuki çocukken de bayılırdım insanlarla ilişki kurmaya, onlardan öğrenmeye…Ama çocukluğumdaki grup çalışmaları küme demek. Onun da daha kümeyi oluşturuş biçiminden dertleniyordum. Her gruba bir çalışkan bölüştürmeler, sayıca fazla olan tembelleri gruplara adaletli bir biçimde dağıtma çabaları…Birbirimizden öğrenmeye pek alan yoktu oralarda, daha çok yargı, daha çok kendini gerçekleştiren kehanetler.
Tüm bunları birlikte düşündüğümde Sura’nın başta belirttiği ‘’ilişki temelli’’ olmanın, olabilmenin hem sınıf içinde bireysel hem de kolektif çalışmanın bir önkoşulu olduğunu düşünüyorum.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Sınıftaki her bireyin ihtiyaçlarının görüldüğü, duyulduğu, bunu paylaşacak bir alan olduğu, birbirimizi gözeterek yaşadığımız, gözetemediğimiz durumlarda başımıza kötü sürprizlerin gelmediği, birbirimize bağlı olduğumuzu fark ettiğimiz ve bu bağları gün be gün güçlendirdiğimiz bir ortam yaratabilmek ilk günden itibaren üzerine çalıştığımız konular.
Bu ortamın öğrenmeye olumlu etkisi hem teoriden hem de deneyimden bildiğim bir şey.
Her çocuğun kabul görmesi için, ekstra bir şey yapmadığı, o andaki varlığıyla kabul gördüğü ortamda öğrenme çok doğal haliyle gerçekleşiyor, hızı, yöntemi, zamanı farklılaşabiliyor.
İlişki temelli olmayan bir sınıfta okumayı daha geç sökmek çocuk için; öğretmenin zorlamasına, çocukların belki dalga geçmesine, belki kendiyle kıyaslamasına neden olabileceğinden öğrenmeyle bağ yavaş yavaş kopuyor, çocuğun odağı bu kadar kaygı ve korku ile nasıl baş edebileceğine kayıyor. Burada da bir öğrenme var tabii ki: hayatta kalabilme!
Duygu ve ihtiyaçlarının farkında olan ve paylaşabilen, birbirini gözetebilen, bağları güçlü, ilişki bir temelli bir sınıfta, bambaşka öğrenmelerin işbirliği ve dayanışma ile nasıl da serpildiğini görebiliyorum. Dilime en çok doğal kelimesi geliyor burada. Dönemin başında ekilmeye başlanan tohumlar, zamanı gelince doğal olarak büyüyor, yeşeriyor, çiçekli bir bahçe oluyor.
Öğrenmeyi en çıplak haliyle görebilme fırsatı sunuyor bana ilişki temelli bir sınıfta olmak. Pıt diye öğreniveren, başından kalkmadan inatla devam eden, arkadaşının yanına gidip ‘’bana da öğretsene’’ diyen, yanıma gelip ‘’ben yapabiliyorum’’ ya da ‘’ben yapamıyorum’’ diyen, biraz arkadaşlarını izleyip sonradan dahil olan…Hepsi var, hepsi birlikte bu çiçekli bahçede.
Böylesi bir ortamda, birlikte çalışmak bir stres faktörüne değil, bir oyuna dönüşüyor. Tabii oyuna katılmak isteyenlerle. Bazen, bazı çocuklar daha bireysel çalışma alanlarına ihtiyaç duyabilirler. Bu ihtiyacı görüp alan açmak önemli. Bununla birlikte bu devamlı bir hale geliyorsa bu durumunun üzerine eğilmeyi tercih ediyorum ben, nedenlerini merak ediyorum. Okul, yaşamdır ve yaşam becerilerini deneyimleyerek öğreniriz. İşbirliği içinde çalışma, takım olabilme, arkadaşının ve kendinin takım üyesi halini görebilme…Bunları deneyimleyecek ve her çocuğu içerecek alanlar yaratmamız, bizim sorumluluğumuz. Zaten yol buradan başlıyorsa, kısa süre sonra o artık kolektif sorumluluğumuz.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

Kendi çocukluğumla kurduğum bağlantıdan ilham alabilmeyi, hala kendi geçmiş deneyimlerimden güncel perspektifler geliştirebilmeyi ve bu süreci dokümante edebilmiş olmayı kutluyorum!
Ne şanslıyım ki, çocuğa dair öğrenme yaklaşımı yetişkin için de geçerli olan büyük – küçük topluluklar içindeyim. Hem kendimizi, hem de topluluğumuzu büyütüyor, dönüştürüyoruz. Ne umut verici!