28 Şubat 2020 Cuma

Kendinle, Çocuklarla, Öğretmenlikle ve Yeryüzü ile Bağlantı 2

Geçtiğimiz ay başladığımız seriye bu ay da kendimizle, çocuklarla, öğretmenliğimizle ve yeryüzüyle bağlantımızı güçlendirebilecek kitaplar üzerinden devam ediyoruz. 





x
x




Öğretmenliği, çocuklarla ilişkilerimizi, eğitim ortamlarını odağa alarak listeler hazırlamaya çalışsak da tüm bunların temelinde kurduğumuz ilişkilerin ve bağlantıların köklerini görüyoruz. 
Bu kökleri beslemek; can suyu vermek gibi yaşamımıza. Kendimizle bağlantımız güçlü oldukça yaptığımız iş anlam buluyor, çocuklarla ilişkilerimiz güçleniyor. Köklerden gövdeye gelen can suyu dallara uzanıyor. Bir de yaşadığı toprağın farkına varınca, aldığı havanın, içtiği suyun...Yeryüzüyle bağlantımız güçleniyor o zaman. Bizi yaşama bağlayan, varlığımızı hatırlatan...



Günlük yaşamımızda bile bu yaşam ağacını hatırlamak, bağlantımızı taze tutmak niyetiyle...


1) Mükemmel Olmamanın Hediyeleri
Yazan: Brene Brown
Çeviren: Işıl Ölmez
Butik Yayınevi


“Hikayemize sahip çıkmak ve bu süreç içinde kendimizi sevmek, yapacağımız en cesurca şeydir.” 
Kırılganlığın Gücü isimli Tedx konuşması* ve şiddetsiz iletişim eğitimlerinde verilen referanslar aracılığı ile duymuş olduğumuz Brene Brown’un altını çize çize okuduğumuz kitabı. 
Tamamen kendinizle çıkacağınız bir yolculuk: hayatı bütün kalbinizle, kendinize dürüst olarak yaşama devrimine katılmak için bir davet. 


“Cesaret, Merhamet ve Bağlantı: Kusurluluğun Armağanları” ekseninde yazılan kitapta pek çok yol işareti var. İngilizce -compassion- kelimesi yerine -merhamet- kullanılmış.Bunun yerine -şefkat-i koyarak okuduğumuzda yolculuğumuzda çok daha anlamlı bir yere oturdu satırlar. 

Yazarın deneyimlerinden şeffaflıkla bahsetmesi ise okuyana içten ve samimi geliyor. Ayrıca kitap “bağlantı” üzerine derinleşebileceğiniz çeşitli fikirler içeriyor. 




2) Eğitim Üstüne Seçilmiş Yazılar
Yazan: Aziz Nesin
Nesin Yayınevi


Aziz Nesin yaşamını çocuklarla renklendirmiş, vakfında güzellikler yeşertmiş, ömrünü fikirlerini kaleme alarak geçirmiş bir aydın. Nesin Vakfı’nda gerçekleştirdiğimiz atölye sayesinde Aziz Dede’nin çocuklarla gülen yüzlerini her köşede gördük. Çocuklarla birlikte yaşamanın, sıcak, samimi, içten ilişkiler kurmanın pek çok örneğine şahit olduk. 


Aziz Nesin bu kitabının bir bölümünde vakıf çocuklarının nasıl yetiştirilmeleri istediğini vasiyet etmiş. Uzun uzadıya açıkladığı bu maddeler çocuklarla olan ilişkimizde de bize ışık tuttu. Burada kısaca özetleyelim:
1-Vakıf çocuklarımın, yeteneklerine göre yapıcı, kurucu ve yaratıcı üretmenler olacak biçimde eğitilmelerini istiyorum. 
2- Vakıf çocuklarımın dünyaya, insanlara, olaylara eleştirel gözle bakmalarını istiyorum. 
3- Vakıf çocuklarımın cezasız yetişmelerini istiyorum. 
4- Vakıfta çocuklara hiçbir şey yasak değildir.
5- Vakıfta çocukların şımarma hakları olmalıdır. 


7- Nesin Vakfı çocuklarımın kendilerini sevmelerini, kendilerini severek ve kendilerine değer vererek yetişmelerini istiyorum


12- Nesin Vakfı çocuklarımın, yaşama atılınca sevdikleri işi yapmalarını diliyorum. 


Her birine yer veremesek de bu üç bölümlük vasiyet tek başına çocuklarla kurduğumuz bağlantılar sayesinde çok şey söylüyor. Kitapta ayrıca Aziz Nesin’in diğer kitaplarından derlenen eğitim konusunda yazmış olduğu pek çok yazı yer alıyor. 


3) Kültür İşçileri Olarak Öğretmenler
Öğretmeye Cesaret Edenlere Mektuplar
Yazan: Paulo Freire
Çeviren: Çağdaş Sümer
Yordam Kitap


Öğretmenlerin, öğretmenlik ile bağlantısını düşünmek, sık sık tükenmişlik sendromu ile yan yana anılan öğretmenliğe, çocukla ve sistem ile bağlantılarına tekrar bakmak önemli. 
Şanslıyız ki, yakın zamanda eleştirel pedagojinin önemli kuramcılarından Paulo Freire’nin, bu konuya farklı perspektiflerden bakmamızı kolaylaştıracak iki kitabı birden Yordam Kitap tarafından yayınlandı, biz bu listede birini ele alacağız, diğerine de bakmak isterseniz: Özgürlüğün Pedagojisi, Etik, Demokrasi ve Medeni Cesaret


Freire’nin pek çok kitabı gibi bu kitabı da, dünyayı okumak/ sözcüğü okumak ilişkisi ile başlıyor. Öğretmenin zorluklar karşısında yaşaması muhtemel korkuları ve bunun kaynaklarına bakıyor, öğretmen eğitimlerini eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor, bir kaç öğretmen niteliğinin önemi üzerine örnekler paylaşıyor, kültürel kimlik ve eğitim ilişkisine değiniyor, disiplin meselesini  geniş bir kavrayışla açıklıyor.


Kitap boyunca söylemlerimiz ve eylemlerimiz aramızdaki mesafeyi nasıl kısaltabileceğimiz üzerine çokça şey duyuyoruz. Öğretmenliği, kendimizle, değerlerimizle, eylemlerimizin sorumluluklarını alarak, seçimler yaparak, yabancılaşmadan eyleyebilmemize ilham olması niyetiyle.

4) Bostancı Burcik 
Yazan: Gerda Muller
Çeviren: Meltem Özataç Cebecioğlu
Sinek Sekiz Yayınevi 


Yeryüzüyle bağ kurmanın en güzel yollarından biri toprağa dokunmak. Çocuklarla birlikte döngülere şahit olmak, tohumdan gelen mucizeyi görebilmek için saksıda, bahçede, bostanda meyve ve sebzelerin büyüdüğünü görebiliriz. 
Burcu büyük bir şehirde yaşıyor. Anneanne ve dedesinin köydeki evlerine tatile gidiyor ve bostanda eğlence başlıyor. Burcu yavaş yavaş bitkilerin gizli yaşamını, toprağın içindeki sırları, canlıları keşfediyor ve anneanne ile dedesinden bir çiftçi olabilmek için bilmesi ve dikkat etmesi gereken pek çok şeyi öğreniyor, alet kullanıyor, bunları şehirdeki küçük bostanında denemeye koyuluyor. 


Hem kendimiz için, hem de çocuklarla paylaşabilmemiz için çiftçiliğe dair pek çok faydalı bilgi Bostancı Burcik’in içinde yer alıyor. 

20 Şubat 2020 Perşembe

Öğretmen-lik Özenç


Bu ay Barış Kütüphanesi’nde kendimizle, çocuklarla, öğretmenlikle ve yeryüzü ile bağlantı serisi planladık. Kendimizden başlayan ve ilmek ilmek örülen bağlar…Bunu konuştuğumuz ilk andan beri içimde öğretmenlik ile bağlantı üzerine düşünmek ve yazmak vardı.

Ben bir öğretmenim ve hali hazırda öğretmenlerle çalışıyorum. Her yerde öğretmenlikle ilgili pek çok şey duyuyorum, görüyorum. Büyük sermayelerden, küçük bir ilçe mahallesindeki derneğe varan genişlikte öğretmen eğitim programları gündemi…Bir kahraman tasviri de var, eğlenceli/etkili/yaratıcı yöntem önerileri listesi de var, sistemi dönüştürme umudu da var, sistemi sürdürme suçluluğu da içinde öğretmen geçen cümlelerde.

Tüm bu karışıklığın içinde bir öğretmenin, öğretmenliği ile de bağlantı kurmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Benim deneyimimde bunu yapamadığım zamanlardaki halim şöyle

- eğitimden eğitime koşsam da geçmeyen yetersizlik
- hiyerarşi uyguladığımı düşündüğüm bir anda kendime dair büyük hayal kırıklığı
- başka türlüsünü nasıl yapacağımı bilemediğimde, herkes sürekli bir şey önerdiğinde çaresizlik
- eleştirel bir bakışla paylaşamadığım bir ders içeriği olduğunda yaşadığım suçluluk

Buradan mutlu sona gidilemiyor. Gerçekleştiremediğim her sorumluluğa karşı yabancılaşma var yolun bir yerlerinde. Kendime, çocuklara, öğretmenliğe ve giderek pek çok şeye. O yüzden bağlantı dilimin tatlı bir tüyü, kalbimin narin bir yüzü.

Peki nasıl olur bu bağlantı diye düşündüğümde de, hem biraz geriye hem de niyetlerime gidiyorum.
Ben çocukken ‘’Ne olacaksın?’’ sorularına o anda kafama ne eserse onu cevap veriyordum. Bu soruyu kendime sormaya başladığım, ‘’Ben ne yapmak istiyorum?’’ dediğim zamandan beri öğretmenlik cevabım. Öğretmenlikten ne kastediyordum? İlkokulda dokuz farklı sınıfta okudum ve yaklaşık dokuz farklı Özenç ile tanıştım. İç sesim her yıl başka bir tonda konuştu benimle, sonra fark ettim ki, o ses biraz da öğretmenimindi.

Öğretmen olmak istiyordum, çünkü birlikte büyüyen çok canlı bir topluluğun içindeki halimi merak ediyordum ve bunun heyecan verici bir potansiyeli olduğunu düşünüyordum.
Öğretmen olmak istiyordum, çünkü çocukların iç sesinin, biraz da öğretmenin sesiyle oluşabileceğini kendimden biliyordum, pek tabii bunun sonuçlarını da. Buradaki dönüşümün benim için ‘’başka bir dünya’’ ile çok ilişkisi büyüktü.
Öğretmen olmak istiyordum, çünkü küçük yaşlarda eğitim hakkının yaşam hakkı kadar kıymetli olduğunu düşünüyordum, yetişkin olarak sorumluluk hissediyordum.

Neticede öğretmen oldum. Hayal ettiklerim ve yaşadıklarımın arasında beni sıkıştıran bir makas vardı başta. Her kafadan bir ses çıkıyordu, herkesin öğretmene ve öğretmenliğe dair söyleyecek ne kadar çok şeyi vardı! Ah bir de hepsi o kadar çelişkili ki. ‘’En iyi öğretmen görünmez olandır.’’ dan başlayıp ‘’bir otorite figürü çocuklara iyi gelir.’’e iki uç hal.

Hem de öğretmen, benim bazı bazı zorlandığım bir kelime oluyordu, sanki yanlış bir kavramı doğrultmaya çalışıyormuşum gibi. Sonrasında doğrunun ve yanlışın dışında bir yere yolculuğa çıktı içimde, dilimde. Bakalım bir de birlikte.

TDK’da: ‘’Mesleği bilgi öğretmek olan kimse.’’ Bu kısımla neredeyse hiç bağlantı kuramadım. Bununla birlikte, yazdıklarından ilham aldığım, özellikle de okuma yazma ile yazdıklarından kendi pratiklerimi oluşturduğum, büyük şükran duyduğum Paulo Freire’nin Özgürlüğün Pedagojisi’nde geçen

‘’Öğretmek, çocuğa nesnenin bilgisini aktarmak değil, bilebilen bir özne olan çocuğun öğrenmeye ve öğrendiği şeyi iletmeye muktedir olmasını sağlamaktır.’’

Devamında iki yıl boyunca her hafta yazdığımız Şefkatli Eğitmen Günlükleri’nin girişlerinin sahibi Sura Hart’ın , Victoria Kindle Hodson ile yazdığı Şefkatli Sınıf’ta yer alan öğretmenlik tarifi

‘’Kendileri ile çocuklar arasında, çocukların birbirleriyle ve herkesin üzerinde çalışılan konuyla bağlantı kurabilmesini sağlayan kişiler…İyi öğretmenlerin kurduğu bağlantılar, metotlarında değil, kalplerindedir. ‘’

Bu ikisi çok siniyor içime. Öğretmenlerle ve öğretmenlikle ilgili çokça şey duyduğumuz zamanlarda, yolumuzu kalbimizin sesiyle çizebilmemiz niyetiyle ve her kalbin biricikliğine kabulle…










12 Şubat 2020 Çarşamba

Küçük Topluluklarımız - Özge

Bu ay Barış Kütüphanesi’nde yeni bir seriye başladık. Çocukla barış yolculuğumuzda “barış” kendimizle başlayan ve ilişkilerimizde halka halka yayılan bir konu oldu. Kendimizle bağlantımız, çocuklarla ilişkimiz, mesleğimizle ilgili düşüncelerimiz, yaşadığımız toplulukla ve hatta yeryüzüyle yaşam şeklimiz…
Kendimizden başlayıp çevremize doğru sıra sıra yayılan bu ilişki hallerini daha kolay anlayabilmek için başlıklara böldük “Bağlantı” listemizi. Gülesra “kendinle bağlantı” konusunu geçen haftaki yazısıyla aldı “kendime empati”ye taşıdı. Bu öyle ilham verici geldi ki, çocuklarla paylaşımlarımızda kurduğumuz hayaller için açmış olduğumuz bu paylaşım alanı yüzümüzü kendimizle bağlantımıza, birlikte yaşam konularına çevirmemizi sağladı.


Bir süredir Joanna Macy ve Chris Johnstone'un Aktif Umut kitabı elimde, bazı bölümlerini tekrar okuyorum.*
“Daha Zengin Bir Topluluk Deneyimi” başlıklı bölüme geldiğimde yavaşladığımı fark ettim. Şefkat ve tüm yaşamla karşılıklı olarak bağlantılı olduğumuz içgörüsünün bizi bir araya gelmeye yönlendiren temel donanımlarımız olduğu yazıyordu. Marshall Rosenberg insan doğasının şefkatli olduğunu söylediğini hatırlattı. Bunu görüp yaşamımda canlandırmaya çalışmaya başladığımdan beri yolumun nasıl da değiştiğini fark ediyorum şimdi. Özenç ve Gülesra ile “Kalp Dili” adıyla kurduğumuz bir whatsapp grubu 3 yıldır yaşam kaynağı oldu, besledi, büyüttü. Çocukla Barış olunca sarıldığımız hayaller, rutinler bağlantımızı taze tuttu. 


“İçlerinde kendimizi evimizde gibi hissettiğimiz gruplar” 
Kitapta belirtilen “Topluluğun Dört Düzeyi” sıralamasının ilkini oluşturuyor. “Burada güven ve rahatlık duygusunun oluşması zaman alabilir. Ortak nedenlerin yarattığı bağlılığı ve karşılıklı desteği hissettiğimiz zaman, sinerji için çok güçlü bir ortam oluşur” diye ekliyor.
Çocukla Barış tam da burada duruyor benim için. Üzerinde büyüyecek verimli bir toprak bulmuşuz gibi. Yaşadığımız anlar, duygu paylaşımları bizi birbirimize bağlıyor ve besliyor. 


“Topluluk” kelimesi içimde kurulan ilişkileri canlandırıyor ilk olarak. Öncelikli adımı da insanın kendiyle olan bağlantısı. Bunu güçlendirmek adına yazdığımız günlükler, beslendiğimiz kaynaklar bir yana ben yukarıda bahsettiğim “minik grup”ların etrafında dolaşmak istiyorum şimdi. Bu ilişkiler doğada gördüğüm minik ekosistemler gibi. Birbirleri arasındaki enerji ve besin akışı var, yaşamlarına canlı ve cansız faktörlerin oluşturduğu etkilerle… 


Üçümüz de hem bu minik grubumuz içinde hem de kendi bireysel yaşamlarımızda türlü yollardan geçtik yan yana durduğumuz zaman içerisinde. Sosyal mecralarda “buluşmalar, atölyeler, kitaplar, yazılar” ile varız çoğunlukla evet ancak hepimiz capcanlı akıp duran bir hayatın parçasıyız. Türlü topluluklarla bir arada, değişkenlerle yan yanayız.  
Burada kalbimin çarptığı nokta bu minik topluluklara olan ihtiyacımız. Bunu oluşturmanın da zor görünse de ortak niyetle, dürüstlük ve samimiyetle aslında kolayca akabilen bir süreç olduğu...


“Böyle gruplara şimdi ihtiyacımız var ve gelecek yıllarda da her zamankinden daha çok ihtiyacımız olacak. Değişen koşullara uyum sağlamamız, tersliklerden yılmamamız ve sıkıntılı zamanlarda güç bulabilmemiz için bize direnç kaynağı oluşturuyorlar. Koşullar zorlaştığında, çevremizde hem yararlanabileceğimiz hem de yararlı olabileceğimiz bir grubun bulunması çok önemli bir fark yaratabilir.” 


Hayatlarımız daha da zorlaşıyor gibi gelebilir. İlk adımda oluşturabileceğimiz bu üç dört insanlı gruplar yeni bir yol açabilir. Bu yıl ben çocuklarla çalışamıyorum da buradaki deneyim havuzundan, güçlü bağlantımızdan besleniyorum. Belki bununla birlikte üretememek, bir şeyler üzerine düşünemeyecek olmak beni derin bir boşluğa sürükleyecekti. Ancak Çocukla Barış burada bir dirençlilik oluşturdu. Koşullar zorlaştı bu yıl benim yolculuğumda evet ancak yanımda bu minik topluluk vardı. 


Bunun nasıl olduğuna dair zaten yazılarımıza birer tohum bıraktığımızı, uzaktan bile olsa rutin buluşmalarımızı paylaşarak bir fikir verdiğimizi düşünüyorum… Tamamen bireylerin inisiyatifleri ile oluşan, ortak bir aklı, kalbi, niyeti olan minik toplulukların varlığını kutlarken, yeni bir aradalıklar oluşturmak için cesaret diliyorum hepimize. Ve en çok da hayal edebilmemizi elbette. 


Yaşamı güzelleştirmek için, katkıda bulunabileceğimiz pek çok konu varken; yaşamlarımız belki daha da zorlaşırken yan yana durabileceğimiz insanlara ihtiyacımız olacak. 
Bu topluluklara gelince de kendimizle, çevremizle, yeryüzüyle nasıl bağlantıda kalacağımız ise capcanlı bir öğrenme yolu. 


*Kitapla ilgili ayrıntılı bilgi için Barış Kütüphanesi’ne bakabilirsiniz: https://cocuklabaris.blogspot.com/2018/08/katlmc-ve-barscl-ogrenme-ortamlar-icin.html



5 Şubat 2020 Çarşamba

Kendime Empati - Gülesra


“Kendine Empati” yi  2015 yılında ilk defa Vivet Alevi’den   duymuştum. O zamana kadar empatinin sadece kendin dışında biri ile geliştirdiğin bir bağlantı akışı olarak biliyordum. Kendin ile bağlantının varlığını, mümkünlüğünü ve ne denli kıymetli olduğunu ise zamanla deneyimleyerek fark ettim ve hâlâ fark etmeye öğrenmeye devam ediyorum.

Peki neydi Kendine Empati? Kendini yine kendi yerine koymak mı?

Ya da neden ihtiyaç duyarım kendime empati vermeye?

Bu sorulara cevap vermeden önce kendimize dair aldığımız öğretilmiş pozisyona bir bakmak isterim.

“Öz benliğim, özeleştiri yüklü olduğunda , içimizdeki güzellikleri görmemizi engellediğinde , öz kaynağım olan evrensel enerjiyle bağlantımızı kaybederiz. “



Yaşadığımız toplumda değerlendirmeler, eleştiri-öz eleştiri kültürüne bağlı olarak çoğunlukla kendini var etti. Atasözleri, masallar, kıssadan hisse hikayeler bile bize hep  kendimize ve başkalarına  iğneler, çuvaldızlar  batırmamız yönünde mesajlar iletti. Yargılayacaksan; önce kendini yargıla diyerek de nasihatler verdi. Bize öğretilen bu kendini değerlendirme biçimleri; kendimizden uzaklaşmamıza, davranışlarımız karşısında kendimizi anlamak yerine hızlıca yargılamaya geçmemize neden oldu. Davranışımız bu değerlendirmelerle değişse bile suçluluk ve utanç gibi yıkıcı enerjilerle değişmemize neden oldu.
Kendimize bu kadar uzak, bu kadar acımasız ve bağlantıda olmadığımız halimiz zamanla empati verme kapasitemizi de düşürdü.

Kendime iyi olmadığım halimle başkasına nasıl iyi gelebilirdim ki?
Kendimi duyup ne istediğimi bilmeden, ne hissettiğimi bedenimden duymadan kendime şefkat verebilir miydim?
Peki ya kendimi bağışlamayı başarabilir miydim?

-Birine ya da sınıftaki çocuklara sesinizin yükselttiğiniz anlar.
-Kapıyı çarpıp gittiğiniz anlar
-İçinize kapandığınız sessizliği seçtiğiniz  anlar
-Şehri/sınıfı/derneği/topluluğu  terk etmek istediğiniz anlar
-Kendinizi “Bunu yapmalıyım/yapmalıydım” diyerek yargıladığınız suçluluk ya da utanç duyduğunuz anlar

Bu anlardan  birini ya da bir kaçını yaşadığınız ya da yapmak istediğiniz oldu mu hiç?
Benim çok oldu.
Bu ve buna benzeyen onlarca zorlandığım an ve o anlarla baş etmek için seçtiğim ilk eylemler bunlar oldu.
Yukarıda sorduğum, “Peki neydi Kendine Empati? Kendini yine kendi yerine koymak mı?
ya da neden ihtiyaç duyarım kendime empati vermeye?” sorulara tam da buradan cevap verecek olursam:
Kendime empati bu anlarda kendimi yargılamak ve aklıma ilk gelen bu eylemleri hayata geçirmek yerine kendimi anlamam demek. Kendimle bağlantıda kalarak o ana gelmek. Tam da o anda gelişen olayları tıpkı bir fotoğraf çekiyormuş gibi tüm şeffaflığı ve objektifliği, somut gözlem ile kendime anlatmak. Ardından ne hissettiğimi bulmak. Bedenimi dinlemek. Orada bana verilen ipuçlarını görmek/duymak. Hissettiklerimi bulduktan sonra onların desteği ile neye ihtiyacım olduğunu fark etmek. Fark edip orada o ihtiyacımla bağlantıda kalmak.
Daha somutlaştıracak olursam: Sessiz kalmayı seçtiğimi  fark ettiğim an önce duruyorum.
O an yapmam gereken tek şey durmak. Sakin değilsem sakinleşmek için derin nefesler almak. Gerekirse içimden 10'a kadar saymak. Bedenimi dinlemek.

Çaresiz mi hissettim? Öfkelendim mi?

Duygularımlayım. Onları fark edebiliyorum. Kulaklarım yanıyor öfkelenince. Çaresiz olunca kalbim sıkışıyor. Hissediyorum.

Peki duyulmak mı istedim? Ya da anlaşılmak?

İhtiyaçlarımı fark ediyorum: Duyulmak ve anlaşılmak.
Derin bir nefes alıp odağımı kendime veriyorum. İhtiyaçlarımda kalıyorum bir süre.
Kendimden ricada bulunuyorum.
Bazen çok sıkıştığım anlar da oluyor. Çözümsüz olduğunu düşündüğüm. Özellikle mecburen yaptığımı düşündüğüm, “Bunu yapmalıyım!” dediğim anlar.
Sonra kendimle bağlantı kurduğumda, ihtiyaçlarıma ulaştığımda aslında bunu yaparken zorunlulukla değil seçerek yaptığımı fark ediyorum. Onu seçiyorum çünkü; başka ihtiyaçlarım aslında karşılanıyor. Ve o ihtiyaçlar sayesinde hayatımı anlamlandırıyorum, özerkliğimi koruyabiliyorum.
Kendimi fark ettiğimde hayat benim için daha kolaylaşıyor. –meliyim –malıyım dediğim, tek bir stratejiye takılıp kaldığım anlarda kendimle kurduğum empati, beni güçlendirip stratejilerin bolluğuyla tanışmamı sağlıyor. Kendimi yargıladığım, eleştirdiğim, suçluluk ve utanç duyduğum her an şefkatle kendimi sarmanın kıymetini gösteriyor. 
Ve her ihtiyacımı her zaman karşılayamayabilirim. Bazen onların yasını tutmam gerektiğini de hatırlatıyor.
“Tüm bu yazdıklarımın hepsini biz kendi kendimize mi söylüyoruz fark ediyoruz yani? “ diye geçirdiniz mi içinizden bilmiyorum ama ben geçirmiştim bir zamanlar.
Kendimle bağlantıda kaldığım, kendimin özel bir varlık olduğunu fark ettiğim, suçluluk ve utanç enerjileriyle değil; büyüme ve gelişme enerjileriyle, hayatı zenginleştirme arzumla, kendimle bağlantı kurduğum her an bunu fark edebiliyorum.

İnsanız. Kendi akışımız ve hayatın akışı bazen paralel gitmeyebilir. Mükemmel olmayabiliriz. Onaylanmak için, suçluluk duymaktan kaçınmak ya da  mahcup olmaktan kaçınmak için, bazen görev bilinciyle bazen ise cezadan kaçınmak için mecbur olduğumuzu düşündüğümüz davranışlar sergiliyor olabiliriz. Zorlandığımız her an kendimize özel bir varlık olduğumuzu hatırlatalım. İçimize dönüp bakmanın alanını açabilelim kendimize. İnsanları anlayabilmek, toplumu anlayabilmek, başkalarına empati verebilmek ve gönülden bağ kurabilmemiz için, kendimize bu kredimiz olsun.


NOTLAR :
1.
“Öz benliğim, özeleştiri yüklü olduğunda , içimizdeki güzellikleri görmemizi engellediğinde , öz kaynağım olan evrensel enerjiyle bağlantımızı kaybederiz. “
Marshall B. Rosenberg (2003). Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili, Remzi Kitapevi (6.Baskı), syf 147.
2.
Görsel : Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin, Cinsel Şiddet Alanında Hak temelli Haberciliği Yaygınlaştırma Projesi için  @ozegzotik ‘in çizimlerinden alınmıştır.