17 Ocak 2018 Çarşamba

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 14. Hafta

Sura Hart ne diyor?
İletişimimizin her noktasında, öğrencilerimizi nasıl gördüğümüzün ve onların neleri başarabileceklerine inandığımızın bilgisini aktarıyoruz.

Öğrencilerinize hangi mesajları aktarıyorsunuz?


Öğrencileriniz bu cümleyi nasıl tamamlar: "Öğretmenim  _____ sever."

Ben ne düşünüyorum?

Bu haftayı tekrar okuyunca çok heyecanlanmıştım, bu içeriğin dönemin son haftasına gelmesi çok iyi oldu. Çocukların ne sevdiğim ile ilgili fikirleri benim için önemli bir geribildirim. Neler söyleyeceklerini çok merak ettim. Tahmin etmeye çalıştığımda iki şey öne çıkıyordu: sarılmak ve şaka yapmak J

Çocuklardan gelenler, gözümü doldurdu, içimi büyüttü biraz da güldürdü.

 Sarılmayı sever.
-          Şaka yapmayı sever.
-          Müzik yapmayı sever.
-          Kitap okumayı sever.
-          Fıstık sever.

Günümün büyük kısmını bu kadar iyi gözlemcilerle geçirdiğim için çok şanslıyım! Sura’nın dediği gibi, iletişimimizin her noktasında birbirimizi nasıl gördüğümüzün ve neleri başarabileceğimizin bilgisini aktarıyoruz. Şimdi daha iyi fark ediyorum, çocuklar dönem boyunca büyük bir titizlikle gözlem yapmış ve geribildirim vermişler bana, öyle öyle ileriye taşımışlar beni, bizi, topluluğumuzu.

Şu müzik yapmayı sevme mevzusu. Sınıfta hep var, bazen dinliyoruz, bazen yapıyoruz. Bazıları çalışırken tatlı tatlı fon müziği oluyor bize, bazıları hoplaya zıplaya Şubadap Tribute!

Müzik açmayı unutmuşsam çok geçmeden biri hatırlatıyor, sık tekrara düşmüşsem değişim isteği geliyor. Buna ritm ile kendimiz müzik yapmayı ekledik, üstüne bir de flüt. O kadar çalıştım ki, söylediğimiz şarkılara flütle eşlik etmek için. Düşünüyorum ben böyle bir akış da planlamadım, nasıl bu kadar güzel aktı bu süreç?

-          - Öğretmenim sen küçükken de çalıyor muydun?
-          - Sen kendi kendine mi çalışıyorsun?
-          - Bunu da mı öğrendin? Hadi söyleyelim.
-          - Sen ne güzel çalıyorsun, bana da öğretir misin?
-          - Sen ne güzel çalıyorsun!
-          - Aaa, bunun sonu olmamış, biraz daha çalışmalısın.

Bunlar çocuklardan gelen cümleler, iyice açılmış ilgiyle bakan gözler, sarılan kollar, dokunan eller ile birlikte.
Bana kimse aferin demedi, süpersin demedi, hediye vermedi. Yanımda oldu, ilgiyle izledi, takdir etti, kendisi de öğrenmek istedi, nasıl öğrendiğimi merak etti, eşlik etti. Şu anda sınıfta flüt ve org çalmaya devam ediyorum şimdilik 4 çocukla birlikte, biliyorum sayı artacak.- sınıf kumbaramız flüt alabilme niyetiyle doluyor.-
Tam da burada onların benimle kurduğu ilişkiden ilham alacağım çok şey olduğunu düşünüyorum.

Onların da benim keyifle geçtiğim süreçten geçmelerini önemsiyorum, bunun için en çok onlardan ilham alıyorum ancak akış hızlanıverince, bazen hiç dikkatimi veremiyorum, fark ettiğim sadece benimle kalıyor, bazen de bir ‘süpersin.’ çıkıyor, tutamıyorum.
Böylesi zamanlarda ‘neyse ki gün sonu çemberimiz var.’ diyorum.  Gün bitmeden yavaşlayıp hep birlikte günümüzü değerlendirdiğimiz zaman. ‘’ Şevin, hani sen öğle arası bana kitap okumuştun ya, sonrasında benim hemen yapmam gereken bir iş vardı, üzerine konuşamadık. Geçen haftaya göre daha az hecelediğini fark ettim. Sen de fark ettin mi? Tebrik ederim.’’  Nasıl içime siniyor böyle zamanlar, nasıl da gerçek, nasıl da güçlendiren.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?

Fark ediyorum ki, sınıf çemberlerimiz Sura’nın paylaşımları ile oldukça örtüşen bir içeriğe sahip. Sınıfımızın şefkat pınarı J  Önümüzdeki dönem çemberleri daha ayrıntılı bir şekilde, günlükten bağımsız olarak paylaşmak istiyorum. Hem ben de kendi sürecimi yazıya dökmek istiyorum, hem de okuyanlardan aldığım geribildirimle paylaşma hevesim var. 

Heyecanla 



Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 14. Hafta

Sura Hart ne diyor?
İletişimimizin her noktasında, öğrencilerimizi nasıl gördüğümüzün ve onların neleri başarabileceklerine inandığımızın bilgisini aktarıyoruz.
Öğrencilerinize hangi mesajları aktarıyorsunuz?
Öğrencileriniz bu cümleyi nasıl tamamlar: "Öğretmenim  _____ sever."

Ben ne düşünüyorum?
Geçtiğimiz hafta çocuklar için kitap sipariş vermiştim. “1’den 20’ye kadar sayıları öğreniyorum” tadında bir matematik etkinlik kitabı da vardı. İncelemek için elime bir aldım ki başında göz alan renkleriyle başımı döndüren bir sayfa. Her biri minik minik yapışkan kağıtlardan; yıldız, kalp, çiçek gibi şekillerden oluşuyor. Üzerlerinde ise şunlar yazıyor: “Harikasın”, “Mükemmelsin”, “1 numarasın”, “Aferin”, “Bravo”, “Muhteşem”, "Sen şampiyonsun".
Tüm bunları görünce gözlerim büyüdü önce. Bu kadar büyük kelimeleri art arda görünce gözlerim bile taşıyamadı sanırım.

Sürecin içeriğinden bağımsız, parlak bir kağıt parçasıyla oluşan motivasyonun yeni öğrenmeleri çağırması, bunun için emek harcaması oldukça zor gözümde. Çocuk 1’den 5’e kadar rakamları yazabildiğinde dünyanın en büyük işini tamamlamış gibi “Harikasın, bravo sana, aferin, mükemmel” üzerine bir de “Al sana çalışmanı bitirdiğin için bir yıldız, 6’dan devam et diğer yıldız da geliyor.” mesajı çocuğun öğrenmeye çalıştığı noktadan çok uzak. Ödül konusu ayrıca uzun uzadıya yazılabilir. Ben burada çocuğa verdiğimiz mesajlar üzerinden düşünecek olursam: “1’den 5’e kadar tüm rakamları özenle yazdığını görüyorum.” “Bak önceki sayfada 5’i ters yapıyormuşsun, şimdi doğru şekilde yazmışsın.” “İlk defa bu kadar rakamı art arda doğru bir şekilde yazdın, kutlarım”, “Şimdi 5’ten sonra hangi sayı geliyor, devam edelim mi” gibi çocuğun sürecine göre şekillenebilecek bir çok cümle örneği verebilirim. Sayıları yazma işlemi bittiyse devamı farklı etkinliklerle gelebilir. Çocuk kendi öğrenme sürecine somut geri bildirimler aldığında başarmak için hangi noktada olduğunu daha kolay kavrıyor. Bu yüzden çocukların bir şeyleri başarabildiğine/başarabileceğine inandığımız noktada verdiğimiz mesajlar çok önemli bana göre de.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Bu hafta kitap örneği çok taze olduğu için verilen mesajlar konusunda aklımda direk bu konu canlandı. Günlüğe de ileride daha ayrıntılı yazmak üzere geçmek istedim.






Ancak bu konuyu çocuklarla paylaşma şeklim bana göre daha çok sözel olmayan yollardan. Çocuklara aktardığımız mesajlar bazen bir mimiğimiz, bazen kısacık bir sözümüz, bazen sadece o gün okulda olma motivasyonumuz.

Bir etkinlik paylaşırken halimizden, çocuğun başarabileceğine dair inancımıza dair bir çok ipucu yakalanabilir. Çocuklardan birinin fikirlerine verdiğimiz yanıt, daha da çok beden dili, mimikler önemli mesajlar veriyor.
Benim çocuklara aktarmaya çalıştığım mesajlar güven, sevgi, şefkat gibi temel değerleri onlarla paylaşıyor olduğumu gösterebilmek, o andan keyif almaya çalışmak, kendi ilgi ve meraklarını açığa çıkarmalarını sağlamak gibi konular üzerine oluyor son zamanlarda.

Çocukların geri bildirimleri neler?
Bu hafta çeviriden bize kalan: "Öğretmenim  _____ sever." cümlesini ise yukarıda örnek verdiğim konularla bağdaştırmaya çalışacağım. Çünkü çocuklara vermeye çalıştığımız mesajlar aslında bize de birer geri bildirim oluyor anında.
“Öğretmenim sarılmayı sever”
“Öğretmenim oyuncakları konuşturmayı sever.”
“Öğretmenim konuşmayı sever.”
“Öğretmenim kozalak toplamayı sever.”

Bazı cümleleri “Öğretmenim, sen de bu oyuncakları amma sevdin. Oynayıp duruyorsun” “Öğretmenim sen de her ormana gidişimizde kozalak topluyorsun.” gibi örneklerden derledim :)

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Sonrasına dair düşüncelerim biraz uzun vadeli. 2 haftalık tatile geldiğimiz için önümüzdeki haftayı ya da bu konuyla ilgili sonraki adımı planlamakta zorlanıyorum.
Öncelikle “Çocukla Barış” olarak tatilde Özenç ve Gülesra ile bir araya gelmeyi bekliyorum. Günlüklerde 14 haftayı tamamladık, kitap listeleri yayınladık. Yeni şeylere kafa yorduk, aldığımız geri bildirimleri düşündük. Yeni işler için yola koyulduk. Bunları paylaşıp değerlendireceğimiz için heyecanlıyım. Daha da sonrasında olacakları merak ediyorum şimdiden.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Yüzümde bir tebessüm, derin bir iç çekişle bitiriyorum bu hafta günlüğümü. Hani yazdığın bitince gülümseyerek defteri kapatıp kollarının arasında göğsüne yaslarsın ya, öyle bir hisle...
Canım şefkatli günlük bana çocuklarla her anımı farkına vararak yaşamamı sağladı. Benim için de yeni olan Çamtepe deneyimleri iyi ki bu yolculukla kesişti. Her hafta sabırla, heyecanla, bu motivasyonla işlerimin önüne alıp burayı yaşadıklarımla, düşündüklerimle, hayal ettiklerimle doldurduğum için şükran doluyum. Bu işi Özenç ve Gülesra ile yaptığım, onlardan beslenip öğrendiğim için daha da mutluyum.
Öğretmenliğimin yanında insan yanımla da artık daha şefkatli olduğumu fark ediyorum. Bununla ilgili geçen hafta yakın bir dostumdan beklemediğim bir anda geri bildirim almak beni şaşırttı ve sevindirdi. Bunda günlüğün payı büyük.
Önümüzdeki dönem yeni hikayelerle devam etmek dileğiyle...

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 11. Hafta

"Eğlence ve oyun temel insani ihtiyaçlardır, dinlenecek vakit bulamayan öğretmenler için bile. 
Öğretirken eğlenemiyorsanız artık, öğrencilerinizin yaşamlarındaki eğlence ihtiyaçlarını karşılamalarına destek olmak için bir hayli çaba harcamak gerekebilir.  Eğlence için illa salıncakların, tahterevallilerin bulunduğu bir oyun alanı gerekli değildir. Nerede olursanız olun oyun oynayabilirsiniz - biraz yaratıcılık olsun yeter. 
Eğlence/oyun ihtiyacınızı karşılamak için ne yapıyorsunuz? Yaptığınız şeyleri düzenli olarak mı yapıyorsunuz? Bir yerden başlamak ister misiniz?" 

                      Oyun, ilişkilerimize , sosyal davranışlarımıza olan katkısı elbette yadsınamaz.  Hatta Sura Hart'ın bir çok pasajında yer alan empatiyi, çocuklarla çalışmanın en güzel yolu oyundur bir yerde. Ama bu, beceri kazandıran bir araç olması dışında evrensel ihtiyaçlarımızdan biri olan "eğlence" ihtiyacına olan katkısını çok ayrı yere koymak gerekir. Buna dair bir çok şey yazmak isterim ama sanırım sevgili Psikolog Tolga Erdoğan'ın geçenlerde  masallara dair yaptığı bir söyleşide söyledikleri bunları anlatmam için bana destek olacaktır: 
"Oyunlar da, masallar ve hikayeler de biz ölene kadar devam edecek, hep hayatımızda olacak. Oyunlar, masallar yetişkin , çocuk herkesi besliyor. Bunlardan vazgeçen insanların mutsuz olduğunu görüyorum. Oyun oynamayı bırakmanın yaşlanmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Olumsuz anlamda bir yaşlanmadan ya da yaşın ilerlemesinden söz etmiyorum. Zihinsel ve duygusal bir kapanmadan bahsediyorum. " 
                    Çocuklarla da çalışırken yaptığımız her şeyden keyif almaya çalışmak hem onları motive eder hem de bizi. Ama tabii bu her zaman mümkün olmayabiliyor. Yani her çocuğun ortak bir keyif alma yol-yöntemini bulmak ve bunu devam ettirmek zor olabiliyor. Biz şimdilik, masal anlatıp onu dramalaştırmada ortak hareket edebiliyoruz. Bir de sıralarımızda  oluşturduğumuz oyun tahtalarındaki satranç ve kurt-kuzu oyunlarından keyif alıyoruz. Hemen sıralarımızda olması anında oyun tahtasına dönüşme güzelliği inanılmaz bir rahatlık sağladı bize. Ara ara ritm çalışmasından kalan eğlenceli hareketlerimiz ve ezgilerimizle devam ediyoruz.Sıkıldıkça ara verip bunları bir hatırlayıp öyle derse geçiyoruz.  
        
                  Çocuklardan gelenler hep mutlu oldukları keyif aldıkları yönünde. Çocuklar da ,yetişkinler çoğunlukla oyunlara karşı hepimiz aynı tepkiyi veriyoruz aslında.
Mutlu oluyoruz. 🙂 Tolga'nın da bahsettiği gibi oyun bizi mutlu eden bir araç. Keyif aldıran ve sürekliliğimize katkısı olan bir araç. Çocuklar okula gelirken bir çok ihtiyaçlarını da yanında getirirler demiştik ilk haftalarda. İşte onlar için genelde en önemli ihtiyaç oyun ihtiyacı oluyor. Haliyle onlara hitap eden, kendilerini içinde gördükleri her oyuna karşı geribildirimleri mutluluk, neşe ve özgürlük oluyor.  
                 Sonrası için bunu devam ettirme belki çocukların getirdikleri oyunlar için sınıfta alan açmayı düşünüyorum. Ve tabii bu oyunlardan keyif aldığımı onlara hissettirmeyi. 🙂 
Bu haftaki kutlamam kişilere değil de oyunların masalların kendisine olacak. İyi ki varlar! 
Yoksa nasıl yolculuk ederdik içmizdeki o oyun ve hayal dünyasına!?
              Hepinizer oyunla hayata karışıp keyif aldığınız, kalbinize dokunan bir masalların öznesi olduğunuz haftalar diliyorum. 

11 Ocak 2018 Perşembe

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 13. Hafta


Sura Hart ne diyor?
Dürüstlük, öğrencilerimizin geliştirmesi "gereken" bir kişilik özelliği olmaktansa evrensel bir ihtiyaçtır.
Genç insanların bize karşı dürüst olmalarını bekliyorsak -gerçeği gördükleri gibi konuşmaları- bu mesajı iletmenin en iyi yolu:

Onlarla dürüstçe konuşun ve duyduğunuzu onaylamıyor veya beğenmiyor olsanız bile, onlar konuştuğunda saygıyla dinleyin.
Söylediklerini beğenmeseniz de, onaylamasınız da bir öğrencinin anlattıklarını dinleyebilir misiniz? Eğer yapamıyorsanız bu becerinizi geliştirmeyi geliştirmeyi düşünün.


Ben ne düşünüyorum?

Bu haftaki çeviriyi okuduğumda iki tane çizgili ok ayrıldı zihnimde. Biri “onlarla dürüstçe konuşun” kısmını başlık yaptı. Hemen altında bu konuda yaşadıklarım sıralandı. Kendi çocukluğumda ve karşılaştığım çocuk algılarında çocuk “birey” değil. Bırakın bir olayı; kendisini etkileyecek bir şey bile ona sorulmuyor, bilgilendirilmiyor. Çocuk, yarım- eksik bir şey gibi görülüyor. “Amaan, o daha ne anlar?” Bir kaya gibi oturuyor zihnimde. Sanki hep oyalanmışız çocukluğumuz boyu “yalancıktan” dünyalarda.
Bir diğer ok, “onlar konuştuğunda saygıyla dinleyin”i gösteriyor. Ki geçen haftanın konusu “dinleme”. Göz hizasında konuşma, bunu beden diline yansıtma önümüzdeki haftanın çevirilerinde zaten tekrar konumuz olacak. Bir çocuk fikirleri varsa, soruları canlanıyorsa sizin “normal”inizden daha çok konuşmak isteyebilir. Peki neler canlanıyor böyle zamanlarda içimde?
Öncelikle “çocuk algısı” üzerine çalışıp düşündüğümde yollar açılıyor önümde. Ve haftalardır yazdığımız birçok şey de buna çıkıyor. Konusu gelmişken tekrar yazayım: Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin bu konudaki araştırma ve yayınlarını çocuk katılımı kapsamında çok değerli buluyorum.
Eğer biz katılım merdivenin basamaklarını biliyor, katılım ilkelerini hayata geçirmek istiyorsak Sura’nın bu hafta bize söylediği şeyler çok önemli. Gerçekten...


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Çocukları dinleme konusundaki maceralarımı uzun uzun yazmıştım. Söylediklerini beğenmesem, onaylamasam bile çocukların anlattıklarını dinleyebilir miyim? sorusu güzel ayna tutuyor bu sürece.
“Beğenmemek, onaylamamak” hepsi benim değer yargılarıma göre şekilleniyor. Oysa bu çocuk için o an dünyanın en öncelikli şeyi olabiliyor. Ki bazen (küçük yaş grubuyla çalışıyorum ya) size göre duyabileceğiniz en uçuk şey çocuk için en gerçek şey olabiliyor.
Bu yüzden can kulağıyla dinleme kaslarını düzenli olarak çalıştırmak gerekiyor. Neden can kulağıyla? Çünkü o zaman yargılar geride kalıyor. Yargısız kulağım açıksa, “saçmalık, hayatta olmaz”lar geride kalıyor.


Çocukların geribildirimleri neler?

Çocuklar her fikriyle kabul gördüğü, yargılanmadan dinlendiğini bildiği ortamlarda çok daha açık oluyorlar. Bunlar göz ardı edildiğinde bir çocuğun nasıl da içine kapandığına ve iletişimini azalttığına şahit olmuşuzdur.
Aynı şekilde çocuklarla dürüstçe konuşma konusu da çocukları katılımcı bir hale getiriyor. Bu yıl az çocukla çalışınca bu adımların daha kolay ve hızlı gerçekleşmiş olduğunu görüyorum çocuklarda.