27 Şubat 2018 Salı

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 17. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Beden dili, "üzerine güç" veya "birlikte güç" kullanmak perspektifi ile konuştuğumuzu karşımızdakine geçirebilir.  
Öğrencilerinize karşı nasıl bir beden diliniz var? Beden diliniz iletişim halindeyken neler söylüyor?
Boyları ne kadar kısa olursa olsun, "birlikte güç" perspektifinden konuşmak istediğimizi çocuklara iletmek için, onlarla göz teması kurarak konuşabilelim diye, çömelebilir veya bir yere oturabiliriz. Bizden uzun boylu olan öğrencilerimizi de göz teması kurarak konuşabilelim diye oturmaya davet edebiliriz.  


Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin.


Ben ne düşünüyorum?
Bu haftayı okuduğumda zihnimde bir yolculuk başladı hemen geçmişe doğru. 16 hafta bitmiş. Oradan oraya bakarken, ne yazmıştım diye düşündüm ve “dinleme” haftasında durdum. (https://cocuklabaris.blogspot.com.tr/2018/01/ozgenin-sefkatli-egitmen-gunlugu-12.html)


Çocukların duyulduğunu hissedebilmeleri için fiziksel olarak duruşuma, göz temasıma dikkat etmeye çalışıyorum. Aynı göz hizasında dinlemeyi önemli buluyorum. Duyduğum şey önemsiz bile görünse “geçiştirmeden” duyduğumu ifade ediyor ya da dikkatini konuya çekmek için birkaç şey söylüyorum.” demişim paragraf arasında. Şimdi bunu düşünüp konuşmanın tam sırası.


Beden dili, güç kullanmanın en gözle görülür hallerinden. Bunu hayatın birçok köşesinde görebiliriz. Politikacılar, patronlar, öğretmene kürsü veren, çocukların karşısına oturtan eğitim sistemi...


Masasına oturup sınıfa olan gücüyle bağıran, tehditler savuran öğretmenler… Bilmiyorum ben mi çok içliyim, yoksa öğretmen oldum diye mi; gözlerimin önünden gitmiyor o sahneler. Oturduğum sırada kalbimin güm güm attığı, huzursuzluğumu içimde eritmeye çalıştığım, yaşadıklarıma bir anlam veremediğim o zamanlar…


Sınıflarda süregelen oturma düzeniyle ilgili de yazmıştım geçen hafta: “Fakat ben öğretmenime bir hediye hazırlayacağım zaman kırk kere düşünürdüm. O yollar ve bağlar öylesine açık değil gibi gelirdi. Gönlümden geçeni hemen o an masasına gidip veremezdim. Çünkü masasına gitmek gerekirdi. Bu farkı şimdi çok daha net görüyorum.”


Aklımızda klasikleşen bu görüntünün tersine dönmesi için atılan her adıma dört elle sarılmak istiyorum. Normal olarak gördüğümüz şeyler düşündüğümüzde çocuklara ciddi zararlar verebiliyor çünkü.




x

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Bu yüzden sabah güne başlayacağımız zaman eşyaları masaya bırakıp “herkes yerine, günaydın, sağol” gibi ezbere kelimelerdense çocuklarla birlikte çemberde buluşmayı seviyorum.
Çember deyince aklıma internette fotoğraflarını gördüğüm alternatif okullar geliyordu eskiden. Sonra baktım ebeveynlerin desteğiyle kestirilen bir halı, diktirilen minderlerle de oluyor. Daha sonra Özenç ve Gülesra’nın okullarına gittim. “Yahu bırak şekli şemali, bak neler oluyor” dedim. Sıralarda oturuyorlar, elden ele gezen bir konuşma nesnesi; çiçek. Biz de çocuklarla yan yana.
Çocukla bir araya gelmek isteyince her şey oluyor aslında.


Çocukların geribildirimleri neler?
“Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin.” Bu cümleden çok güzel geribildirim olur aslında.
Sıradan bir konuşmada karşılıklı ayakta dururken eğer çocuk yaklaşıyorsa, gerçekten bana ulaşmak bir şey söylemek istiyorsa durumun farkına varıyorum ve elimdekini bırakıp eğiliyorum.
Eğer yukarı baktığı süre uzuyorsa ekstra bir durum olduğu belli oluyor zaten.
Çocuklar duyulduğunu gördüğünde kendilerini değerli ve güvende hissediyorlar gözlemlediğim kadarıyla.


Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Kendimden ziyade; gün içinde bazen on dakika oturmadan çocuklarla koşturan, duyduklarına kulaklarını açıp kalpten cevap veren, gözleri çocukların gözlerine değen öğretmen arkadaşlarımı kutlamak istiyorum.

Haftada bir gün Çanakkale’deki Bbom okulu Bilge Leylek’e yaptığım ziyaretler bana bunu hissettirdi özellikle. Kalabalık gruplarla çalışan öğretmenlerin bu konudaki çabası daha da takdir edilesi. Bu çaba ise sevgilerin en güzel örneği...

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 14. Hafta

"İletişimimizin her noktasında, öğrencilerimizi nasıl gördüğümüzün ve onların neleri başarabileceklerine inandığımızın bilgisini aktarıyoruz.
Öğrencilerinize hangi mesajları aktarıyorsunuz?
Öğrencileriniz bu cümleyi nasıl tamamlar: 'Öğretmenim  _____ sever.' "

                     Geçen hafta ki pasajda  dürüstlükten bahsediyordu Sura Hart. Bu hafta da bir nevi buna yeniden dikkat çekiyor.  Tüm dürüstlük ve içtenliğimizle onları nasıl gördüğümüzü ifade etmek aynı zamanda bir geri bildirim oluyor onlar için. Nihayetinde onların bizim için paylaştıkları…
Dürüst bir akışta çocuklardan gelenler de biz öğretmenler için gerçek bir geri bildirim oluveriyor.
Çocuklarla genelde ara ara yaptığım takdir, teşekkür çemberleri bunun için inanılmaz bir alan oluyor. Takdir ve teşekkürler sıralanırken aslında  yaptıklarımızın görüldüğü, paylaşıldığı çembere dönüşüveriyor.

                    Buna ek olarak bu hafta Sura Hart’ın pasajından ilham alarak bunu  çembersiz yapılabilen küçük bir etkinliğe dönüştürdük.
“Öğretmenim……………………………… sever.”
“Arkadaşım ………………., ……………………. Sever. “

Yazılı kartları dağıttım. Benim için sevdiğimi düşündükleri 3 şeyi yazmalarını istedim. Yine sıra arkadaşlarının neyi sevdiklerini düşündüklerinden en az 3 şeyi yazmalarını istedim.
Aynı şekilde her biri için ayrı ayrı bir kartta benim dolduracağımı söyledim. 
         Yazılanları okudukça hepimizin yüzüne gelen gülümseme ve yaptıklarımız üzerine kanımızın akışını hızlandıran yüksek motivasyon.
         Bu iki şeyi cebimize koyarak heyecanla ara sıra bu kartları yapma kararı aldık.
Geri bildirimlerin önemini bir kez daha önüme koyarak bunu sınıf dışına da yapmak  için neler yapabilirim üzerine düşüneceğim.
           Bu haftaki kutlamam Şiddetsiz İletişime. :)  Zor olmasına rağmen hayatımızı kolaylaştıran bu yaşam diline.  Marshall’a , Şİ’yi  Türkiye’ye getiren sevgili Vivet Alevi’ye şükran dileyerek hepinize tüm içtenlik ve dürüstlüğünüzle birbirinizi nasıl gördüğünüzü paylaştığınız haftalar diliyorum.   

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 17. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Beden dili, "üzerine güç" veya "birlikte güç" kullanmak perspektifi ile mi konuştuğumuzu karşımızdakine geçirebilir.  
Öğrencilerinize karşı nasıl bir beden diliniz var? Beden diliniz iletişim halindeyken neler söylüyor?
Boyları ne kadar kısa olursa olsun, "birlikte güç" perspektifinden konuşmak istediğimizi çocuklara iletmek için, onlarla göz teması kurarak konuşabilelim diye, çömelebilir veya bir yere oturabiliriz. Bizden uzun boylu olan öğrencilerimizi de göz teması kurarak konuşabilelim diye oturmaya davet edebiliriz.  

Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin
Ben ne düşünüyorum? 
‘’Üzerine güç’’ ve ‘’birlikte güç’’ üzerine bir süredir üzerine düşündüğüm kavramlar. Bunun beden  üzerindeki tezahürüne ise uzun zamandır dikkat ediyorum, önemsiyorum. Bu konuda daha fazla farkındalık geliştiğini düşünüyorum. Ancak bunun gücü kullanma ile ilişkisinin kurulması, güçlendirilmesi önemli.

Bu durumun ‘’konuşurken eğilmek gerek’’, ‘’ göz hizasında konuşmak önemli’’ gibi bir takım cümlelerden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum, göz gözeyken de üzerine güç kullanmak mümkün zira.

Aklıma, sevgili Bediz’in bu hafta ile ilgili önyazısı geldi. Okuduğumda içim yeşermişti, tatlı bir anımızı, Öğretmen Köyümüzü oluşturmaya çalıştığımız zamanları ‘’üzerine güç’’ ve ‘’birlikte güç’’ perspektifiyle ele alması zihnimde yeni pencereler açtı. (http://www.baskabirokulmumkun.net/sefkatli-egitmen-olmak-icin/)

Bir kısmını alıntılamak istiyorum. ‘’ Ben o kampta ve BBOM’daki hemen her varoluşumda “birlikte güç” kullanmayı deneyimledim, “birlikte güç” kullanmanın tadına vardım. Her deneyim beni çok büyüttü, geliştirdi, bir sonraki için güçlendirdi. “Üzerine güç” kullanıldığında her şeyin nasıl yabancılaşıp tatsızlaştığını, niyetle kopan bağlantının yıkıcı sonuçlarını gördüm.

Biz öğretmenler öyle şanslıyız ki sınıflarımızda, okullarımızda her gün bizi “birlikte güç” kullanmanın ustaları karşılıyor. Onların ustalıklarına kendimizi bırakarak yapacağımız gözlemlerle yaşayacağımız farkındalık eşsiz olacak. “Üzerine güç” kullanmaktan vazgeçtiğimiz her an neşeli öğrenmelerle dolu en güzel öğretmenlik anılarımıza yazılacak. ‘’

Öğretmen olarak çok şanslı olduğumu düşünüyorum ben de, birlikte gücü deneyimlediğimiz bir alanımız var çocuklarla. Bununla birlikte başka deneyimlerin de sınıfı zenginleştirdiğini düşünüyorum.

Birlikte güç perspektifini benimsemiş, barışçıl öğrenme ortamı deneyimleri, önce bana ilham veriyor, beni güçlendiriyor böylelikle çocuklarla paylaştığım alanları da dönüştürüyor.

Şükran doluyum, bu deneyimleri biriktirdiğim, bir çemberde yan yana geldiğim herkese.
Diyarbakır’da bir köy okulunun bir birinci sınıfında birlikte yaşıyoruz :) 

20 Şubat 2018 Salı

Dillerle Barış


            Tüm farklılıklarımızla bir arada yaşama, birbirimizi gözetme ve anlama isteğiyle devam ederken hayata, çocukları da bu farklılıkların farkında olması, onlarla tanışması ve “Binbir Çiçekli Bahçe” de şefkatle gezinmesi için , Dünya Anadil Günü'nde “Dillerle Barış” diyoruz.



Baykuşlar Hangi Dilde Konuşur?

Yazan : Yaprak Moralı
Sayfa Sayısı : 40
Yapı Kredi Yayınları 

Farklı dillerin ve kültürlerin varlığına dikkat çeken bu kitap,büyüdüğü için akşam ilk kez dışarıya çıkacak olan yavru Baykuş’un hikayesi. Dilini anlamayan arkadaşlarıyla, bir türlü iletişime geçemeyen Yavru Baykuş'u, annesinin kütüphaneye götürerek , onu  farklı dillerle ve kültürlerle  tanıştırmasını anlatıyor. Dünya dillerini eğlenceli bir şekilde  anlatan kitap, bizi alıp Yavru Baykuş gibi heyecanlandırıp  bir çok ülkeyi  dolaştırırken başka dillerin varlığına dair farkındalık oluşturuyor.


Pezzetino

Yazan ve Resimleyen: Leo Lionni
Çeviren: Kemal Atakay
Sayfa: 40
Elma Yayınevi

 Pezzetino , İtalyanca Parçacık anlamına gelirken  aynı zamanda kitaptaki kahramanımızın  adı oluyor. Pezzetino , yolculuğu boyunca varlığını sorgulayan,karşılaştığı bir çok şeyin parçası olduğunu düşünen, tek başına kendini bulmaya çalışan  küçük turuncu bir kare parçasının hikayesidir. Ebru sanatı ve kolajlardan oluşan resimler ise çocuklar için araştıracakları başka bir hikaye örgüsü kuruyor adeta. Okula ilk başladığında aidiyet geliştirmek için kendinden bir parça arayan, hele ki bu aidiyeti dil üzerinden kurmaya çalışan çocuklar için muazzam derinlikte bir kitap.




Akkuzu Karakuzu

Yazan: Stefano Bordiglioni
Resimleyen: Barbara Nascimbeni
Çeviri: Tülin Sadıkoğlu
Sayfa :38
Can Çocuk Yayınları

Beyaz koyun sürüsü içinde ötekileştirilen siyah kuzu ile, siyah koyun sürüsü içinde ötekileştirilen beyaz kuzunun yeni bir sürü arayışını anlatan , ayrımcılık gibi önemli bir temayı işleyen bir kitap. Farklılıklarımızla bir arada yaşamanın güzelliğini, coşkusunu anlatan kitap; dillerin, renklerin, bir arada yaşamanın önünde asla engel olmadığına dikkat çekiyor.




Sadece Mor Renk Seven Kral

Yazan : İsmail KAYA
Sayfa: 33
Kök Yayınevi

İsminden de anlaşıldığı gibi sadece mor rengi seven, diğer renklere tahamüllü olmayan  kralın hikayesini anlatıyor bu kitap. Ülkesindeki her şeyi mor renge çeviren  kral, bir süre sonra ülkedeki diğer tüm renklerin kullanılmasını yasaklar. Farklı renkteki çiçekleri seven, farklı renkte resim yapan çocukları cezalandırırken, mor renkte resim yapanları ödüllendiren krala karşı,  başka renklerin güzelliğini seven ve isteyen insanlar bu renkleri gizli gizli kullanırlar. Farklılıkların zenginliğini, güzelliğini vurgulayan , Yaşar Kemal in “Binbir çiçekli bahçe” tanımlamasını  bize hatırlatan incelikli kitap.




Renklerin Kara Kitabı

Yazan: Menena Cottin
Resimleyen: Rosana Faria
Türkçesi: Alpaslan Durmuş
Sayfa: 28
Edam Yayınları

Kitap gözleri görmeyenler için hazırlanmış kabartmalardan oluşan,hem Latin harfleriyle  hem de braille alfabesiyle siyah zemin üzerine yazılmış masalsı bir kitap. İbrahim’in dokunarak iletişim kurduğu dünyanın renklerini tıpkı İbrahim gibi bize de dokundurarak anlatıyor. Renkleri yeni bir dille öğrenme yolculuğuna çağırıyor. Kitabın sonunda Brialle alfabesi bu yolculukta bize büyük katkı sunuyor.

ÇİFT DİLLİ  BASILAN KİTAPLAR

Proje kapsamında Anadolu Kültür' den basılan çift dilli kitaplar

Dil hakları konusuna dikkat çekmek, dil öğrenmek ve farklı dil/kültürlere saygı geliştirmek için Anadolu Kültür tarafından basılmış kitaplardır. İsveç ve Hollandalı yazarlardan seçilen 5 resimli çocuk kitabından oluşuyor. Kitaplar ; Türkçe-Kürtçe, Ermenice-Türkçe ve Yunanca- Türkçe olarak yayımlandı. Proje kapsamında basılan bu kitaplara ek olarak; çokdilliliğe dair bilgileri, öykülerde dikkat çeken konuları ve hangi etkinliklerin yapılabileceğini içeren kılavuz basılmış.
Çocukların bir olaya iki farklı bakış  geliştirmesine katkı sunması veya  kayıplarımızın bizde oluşturduğu korkuyu eğlenceli bir dille anlatması gibi içeriklere sahip çokdilli, zengin kitaplar ise şöyle :






1. Şansê min heye! Ez bêşans im! | Şanslıyım! Şanssızım! (Kürtçe - Türkçe)
Բախտաւոր ե՛մ: / Անբախտ ե՛մ: | Şanslıyım! Şanssızım! (Ermenice - Türkçe) 

Yazan : Thomas Halling
Resimleyen: Eva Eriksson
Türkçeye Çeviren: Ali Arda
Sayfa: 48






2. Gava em li vê dinyayê bi tena serê xwe mabûn | Bu dünyada yapayalnız kaldığımızda (Kürtçe - Türkçe)
Երբ միսմինակ մնանք այս աշհարհին մէջ | Bu dünyada yapayalnız kaldığımızda (Ermenice -Türkçe)


Yazan : Ulf Nilsson
Resimleyen: Eva Eriksson
Türkçeye Çeviren: Ali Arda - Kürtçeye Çeviren: Bilal Görgü
Sayfa : 32 


3. Kelmêşa dînik! | Deli sivrisinek! (Kürtçe - Türkçe)
Չարաճճի Մժեղ | Deli sivrisinek! (Ermenice - Türkçe)
Άτιμο Κουνούπι! | Deli sivrisinek! (Yunanca - Türkçe)


Yazan : Helen Rundgren
Resimleyen: Anna Lindqvist
Türkçeye Çeviren: Ali Arda -Ermeniceye Çeviren: Tamar Nalcı
Sayfa : 26








4. Kitêba Jan | Jan'ın kitabı (Kürtçe - Türkçe) 
Ժանին Գիրքը | Jan'ın kitabı (Ermenice - Türkçe)

Yazan ve resimleyen: Harrie Geelen
Türkçeye Çeviren: Gül Özlen -Ermeniceye Çeviren: Atenik Arzuman
Sayfa : 28 








5. Stêrka bi navê Ajaks | Ajax adında bir yıldız (Kürtçe - Türkçe)
Աժաքս Անուն Աստղ Մը | Ajax adında bir yıldız (Ermenice - Türkçe)

Yazan : Ulf Stark
Resimleyen: Stine Wirsen
Türkçeye Çeviren: Ali Arda -Kürtçeye Çeviren: Bilal Görgü
Sayfa : 42








Zeyna Ve Aziz –Suriye Gezisi

Yine Anadolu Kültür'den  proje kapsamında basılan kitaplardan biri  Zeyna ve Aziz. Türkiye’ye Suriye'den savaş sonrasında yerleşen, ana dili Arapça olan çocukların Suriye’nin tarihi ve kültürel çeşitliliği hakkında bilgi edinmeleri, kültürel mirasla bağ kurmalarını sağlamak, Türkiye’li çocukları bu kültürle buluşturmak, hem de çocuklar arasında kültürel bir diyalog oluşmasına katkı sunması için basılmış kitaptır. Zeyna ve Aziz’ in uçan bir halı üzerinde Suriye’deki gezisini anlatan kitapta oynadıkları hafıza oyunu da dikkat çekiyor.


Hadia 

Bir film bir kitap diye değerlendirebileceğim Hadia,  ilk önce  Sinem Sakaoğlu tarafından “Çocuklar için Suriye Kültürel Mirası: Kitaplar ve Oyunlar” projesi kapsamında çekilmiş kısa animasyon filmiydi. Ardından film içeriği ve görselleriyle hiç oynanmadan çiftdilli bir kitaba çevrildi. Tarek’ in geçmişle bağlarını yeniden kurarak, yaşadığı yeni yerde yeni arkadaşlıklar kurma macerasını anlatan kitap yine Anadolu Kültür tarafından basıldı. 



Benim Bütün Ördeklerim / Hemû Werdekokên Wî 

Yazan: Christian Dadu
Resimleyen: Julia Friese
Türkçeye Çeviren: Bahar Siber-Kürtçeye Çeviren : Helîm Yûsiv
Sayfa : 52
İletişim Yayınları

Daha önce sadece Türkçesi basılan kitap bir süre sonra yine aynı yayınevinden Kürtçe -Türkçe olarak basıldı. Sadece çiftdilli oluşuyla değil, içeriği ve çizimleriyle de dikkat çeken bir kitap. Tilki Konrad’ın anne ördeği yemek istemesiyle başlayan kitap, anne ördeğin civcivine babalık etmesiyle devam ediyor. Bir canlının doğası dışında bir şeyler yapması  mümkün mü?  Doğamız dediğimiz şey aslında nedir? gibi sorularla  baş başa bırakıyor bizi. Bununla birlikte farklılıkların bir arada yaşaması için gerekli olan evrensel ihtiyaçlar üzerinde duruyor.




Kafasına Edeni Bulmaya Çalışan Küçük Köstebeğin Hikayesi / Xiltê Biçûk ê ku Dixwest Bizanibe ka kî bi ser Serê wî de Kiriye  

Yazan: Werner Holzwarth
Resimleyen: Wolf Erlbruch
Türkçeye Çeviren: Bahar Siber- Kürtçeye Çeviren : Helîm Yûsiv
Sayfa : 24 
İletişim Yayınları

Yine Kürtçe-Türkçe basılmış eğlenceli bir kitap daha. Bir sabah güneşi görmek için  kafasını topraktan uzatan Köstebek’in, başında sosise benzeyen kaka ile karşılaşması ve bunu ona yapanı bulmaya çalışmasını anlatıyor kitap. Çocuklarla konuşulması ayıplanmış “kaka”yı eğlenceli bir dille anlatırken, Köstebek’in soruşturması sırasında diğer hayvanların kakalarıyla tanıştırıyor bizi. Masalın sonu intikamla bitiyormuş gibi gözükse de eğlenceli dili bu havayı yumuşatıyor.




Pen Parkta / Pen Li Seyrangehê /

Yazan: Raşel Meseri
Resimleyen : Sanne Karssenberg
Ermeniceye Çeviren : Maral Usta Bal- Kürtçeye Çeviren : Kawa Nemir
Sayfa: 92
Habitus Yayınları

Türkçe, Ermenice ve Kürtçe  basılmış olan kitap, Penguen Pen’in kendi ülkesinden sıkılıp daha sıcak yerleri merak ederek  yolculuğa çıkması ile başlar. En çok ağaçları merak eden Pen yolculuğa çıkarken bir anda kendini diğer tüm Penguenler gibi kara bir kutunun içinde bulur ve asıl yolculuk onları kutuya koyanlarla mücadele ile başlar. Kitap dayanışmaya ve paylaşmaya dikkat çekerken aynı zamanda Türkiye’nin yakın dönem tarihini de çocukların seveceği bir şekilde anlatıyor.


Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 13. Hafta


“Dürüstlük, öğrencilerimizin geliştirmesi ‘gereken’ bir kişilik özelliği olmaktansa evrensel bir ihtiyaçtır.
Genç insanların bize karşı dürüst olmalarını bekliyorsak -gerçeği gördükleri gibi konuşmaları- bu mesajı iletmenin en iyi yolu:
Onlarla dürüstçe konuşun ve duyduğunuzu onaylamıyor veya beğenmiyor olsanız bile, onlar konuştuğunda saygıyla dinleyin.
Söylediklerini beğenmeseniz de, onaylamasınız da bir öğrencinin anlattıklarını dinleyebilir misiniz? Eğer yapamıyorsanız bu becerinizi geliştirmeyi  düşünün.”

               Dürüstlüğün bende uyandırdığı bir diğer kavram şeffaflık. Yıllar önce Vivet Alevi bir eğitim programı sırasında şöyle bir cümle kurmuştu: “Şeffaf olduğun sürece kim, sana ne yapabilir?”  Eğitim sırasında kendi hikayesini paylaşan bir katılımcının sözleri üzerine paylaşmıştı bunu. O kadar hayatıma yer edinmiş ki… Sınıf içerisinde de şeffaflığın akışı nasıl kolaylaştırdığını, sınıfta eşit güç ilişkisine nasıl katkı sunduğunu görebiliyorum ve ara ara günlüklerimde de bahsediyorum. Dürüstlük de tıpkı şeffaflık gibi akışı kolaylaştırıyor ve eş değerlilik ihtiyacımıza katkı sunuyor. Aynı zamanda çocukların rahatlıkla düşüncelerini, hissettiklerini paylaşmaları için güven ihtiyacını besleyen temel bir ihtiyaç.
                  Çocuklarla paylaşırken “Dürüstlük” kavramı üzerine, kitaplarda dikte edilen, didaktik bir yerden değil de yaşayarak, sınıfta karşılıklı bağlılığa katkı sunan bir araç olarak görmeleri için çabalıyorum. Örneğin sınıfta bir çatışma anında her zaman tam anlamıyla çocuklara empati veremeyebiliyorum. O an kontrol edemeyeceğim bir öfke varsa bunu dürüstlükle paylaşıyorum. Bu hem ağzımdan çıkabilecek şiddetli bir yargı cümlesine kalkan olurken hem de çocukların benimle rahatlıkla empati kurmasına destek oluyor.  Aynı şekilde çocuktan gelen paylaşımları, yargıları dışarıda bırakarak dinlemek, ne olursa olsun koşulsuz  dinlemek, bunu çocuklara hissettirmek bu dürüst akışa inanılmaz katkı sunuyor. Bazı yetişkinlerin çocuk algısı, onların hep saçma şeyler söylüyor olabileceği, asla fikir beyan edebilecek kapasitede olamayacağı gibi şiddetli bir yerde. Çocuklar bunun farkında olduğundan, iletişim kurarken ya da bir hikayesini paylaşırken kendi hissettiklerini dürüstçe paylaşmak yerine, öğretmeni memnun eden, onu yargılamayacağını düşündüğü kurgusal fikirlerle bağlantı kurmaya çalışıyor. Hatta bazen bazı çocuklar kurgusal bir iletişim kurmak yerine tamamen susuyor ve bağlantıyı koparıyor. Öncelikle çocukların bir birey olduğunu kabul ederek algımızı değiştirip sonrasında onlara kulaklarımızı sonuna kadar açıp, yargılamadan, koşulsuz dinleyerek, katılım haklarını bilerek bağlantı kurmaya çalışmalıyız.
         Çocuklar böyle oluşturulmuş bir sınıfı, yani dinlendiği alanların olduğu, bu alanlarda kendisinin birey olarak kabul edildiği, yargılanmadan, dalga geçilmeden söylediklerinin karşılık bulduğu bir ortamı daha çok benimsiyor, güveniyor ve kendi ihtiyaçlarıyla bağlantıda kalabiliyor. Buna örnek verecek olursam mesela sınıf anlaşmasını yaptığımız ilk hafta, gelen istekler kendi ihtiyaçlarından değil de, sınıfta otorite kabul edilen bir öğretmeni memnun edecek isteklerdi. “Kapıyı çalmadan sınıfa girmeyelim.” , “Yaramazlık yapanı cezalandıralım.” gibi. Bir süre sonra sınıfta karşılıklı istenen istekler dürüstçe ifade edilmeye başlayınca, somut ricaların artışı, söylediklerinin karşılığı oluşu ve söylenilenlerin sınıfta bir şeyleri değiştirmesiyle, odaklarının sınıftaki otoritenin ne istediğinden; “Benim ihtiyacım ne?” ile  “Sınıf olarak ihtiyacımız ne?” nin cevaplarına kaydığını gördüm. Sınıf anlaşmasının canlılığıyla yeni eklenenler, çocukların kendi ihtiyaçları doğrultusundaydı artık. Bu aynı zamanda o anlaşmaya daha sadık kalmalarına destek olmuş oldu.
           Bunun kesintiye uğramaması, sınıf ortamındaki güven ilişkisinin devamlılığı adına çok önemli. Küçücük bir bağlantı kopukluğu zaman zaman sancılara neden olduğu gibi, yeni yeni açılan bir çocuğun yeniden köşesine çekilmesine neden olabilir.
            Bu hafta değerlendirme kısmında bir zaman makinesine girip, çocuk algımızın dönüşüme uğradığı, Kaş’a doğru yolculuğa çıkıyorum.
“Düşler Akademisi” yazılı tabelayı görüp, dolmuştan inerek yaklaşık 3 km patika bir yolda yürüyorum önce. Sonra badem ağaçları arasında ahşaptan yapılmış bir kütüphaneye giriyorum. Bu dönüşümde paylaşımlarıyla bizi derinden sarsan “Çocuk hakları ve çocuk katılımı “ oturumuna katılıyorum. ÇOÇA’dan sevgili Melda’yı ve  Zeynep’i görüyorum. İyi ki diyerek, hepinize dürüstlük ve şeffaflık üzerine kurulmuş bağlantılar diliyorum.


Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 16. Hafta

Sura Hart ne diyor?
İnsanlar her şeyden çok hayata katkıda bulunmak isterler - armağanlarımızı paylaşmak isteriz.
Çok çeşitlidir armağanlarımız, yeteneklerimiz; herkesin sunacağı katkı biriciktir şu yaşamda. Öğrencilerinizin yeteneklerini görmek ve onların sunduğu armağanları almak, onların aidiyet ve hayata katkıda bulunma ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlar.


Sınıfınızdaki öğrencilerinizin bir listesini yapın(özellikle de bağlantı kurmakta güçlük çektiklerinizin) ve gördükçe sundukları armağanları isimlerinin karşısına not edin. Listenizi düzenli olarak yeni armağanlarla güncelleyin.


Ben ne düşünüyorum?
Armağan deyince aklımda ilk canlanan şey, renkli kağıtlarla, kıvırcık rafyalarla sarılmış bir hediye paketi; özel günlerde birbirimize verdiğimiz, sevindiğimiz şey.
Çocuklarla çalışmaya başlamaksa Alice’in tavşan deliği hikayesi pek çok açıdan. Bir bakıyorum karşılaştığımız an; içten sarılmalar, bir minik taş, resim, kağıt katlama, atölyeden çıkan bir ürün, evde hazırladığı el işi, bir şarkı, iki cümle, üç gülümseme…Toplumun boğuştuğu sistemleri tersinden tutan bambaşka bir evren.


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocuklar benimle nasıl paylaşıyordu? Bağlantı kurmakta güçlük çektiğim çocuklara özellikle dikkat ediyor muydum? Sanırım evet. Gözle görülür bir fark olduğunda üzerinde düşünüyordum bunun...
Evde bir duvarı baştan aşağı çocukların resimleri kaplıyordu. Köşelerden sarkan, çekmecelerden çıkan minik armağanlar…Bazıları telefonumda kayıt altında sesle, görüntüyle.
Elim, kalbim dolu dolu gidip geliyordum bu açıdan okula.


Fakat ben öğretmenime bir hediye hazırlayacağım zaman kırk kere düşünürdüm. O yollar ve bağlar öylesine açık değil gibi gelirdi. Gönlümden geçeni hemen o an masasına gidip veremezdim. Çünkü masasına gitmek gerekirdi. Bu farkı şimdi çok daha net görüyorum. Kısacık bir kelime: “armağan” beni nerelere getirdi; izin isteyip masaya gitmek...


Çocukların geribildirimleri neler?
Çocuklar armağan sunma konusunda öyle geniş bir yelpazeye sahip ki insanın gönlünü ılık ılık yelliyorlar. Fakat bu konuya her an açık olmak da ayrı bir dikkat gerektiriyor. Bazen hiç uygun olmadığınız bir zamanda elinde ya da zihninde bir armağanla gelen çocuğun gözlerindeki ışıltıyı görüyorsunuz, geri çevirmemek adına her koşulda buyur etmek gerekiyor geleni.
Çocuklar böyle olduğunda güvenini tazeliyor, paylaşmanın, hayata katkı sunmanın tadını yaşıyor, ilk zamanlarda sık sık yaşanıyor bu durum çünkü en temel ihtiyaçlardan: aidiyet.


Çamtepe’deki çocuklardan biri evime geldiğinde dolapta çizmiş oldukları resimleri gördüğünde çok şaşırdı. “Bizim yaptığımız resimler mi bunlar? Onları hep görmek mi istiyorsun? Hatırladığında mutlu oluyor musun?”
Bu sorular beni gülümsetti. Verdiğim cevaplarla gülümsememi o devraldı ve sevindi :)


Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

“Armağan” konusuna yaklaşımımda çocuklarla birlikte yaşadığım değişimden sonra hayatımın her noktasına yansıdı bu durum. Tüm sevdiklerime verdiğim hediyeler aslında çocuklardan öğrendiklerimdir. Sahilden taş, minik bir kozalak, bir şişe kapağı ya da ufak bir kart. Minik şiirler, resimler, meyveler… Bizi mutlu edecek ne çok şey var aslında. Bu minik görünen şeylere karşı kıymet vermeyi öğreten çocuklara minnettarım.


Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 16. Hafta


Sura Hart ne diyor?
İnsanlar her şeyden çok hayata katkıda bulunmak isterler - armağanlarımızı paylaşmak isteriz.Çok çeşitlidir armağanlarımız, yeteneklerimiz ; herkesin   sunacağı katkı biriciktir şu yaşamda. Öğrencilerinizin yeteneklerini görmek ve onların sunduğu armağanları almak, onların aidiyet ve hayata katkıda bulunma ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlar. Sınfınızdaki öğrencilerinizin bir listesini yapın(özellikle de bağlantı kurmakta güçlük çektiklerinizin) ve gördükçe sundukları armağanları isimlerinin karşısına not edin. Listenizi düzenli olarak yeni armağanlarla güncelleyin.

Ben ne düşünüyorum?
Hayata katkıda bulunmak çok sevdiğim bir kelime, ihtiyaçlar listesinde de görünce içim genişliyor. Her şeyden çok hayata katkıda bulunmak isterler cümlesinde duraksadım açıkçası. Bu kadar genel cümleler korkutur beni, bağlantı kurmamı zorlaştırır. Herkes her şeyden çok hayata katkıda bulunmak ister mi acaba, düşüneceğim biraz.
Sınıftaki halimizi düşünüyorum, tek tek çocukları, kendimi. Evet, hepimiz her şeyden çok sınıftaki yaşantımıza katkıda bulunuyoruz. Hatta bazen benim sorumluluğumun büyük kısmı, bu halimizi düzenlemek oluyor.
Tüm çocuklarla ilgili notlar aldığım bir defterim var. Yazdıklarımın çoğu onların armağanları J Sıklıkla karıştırıyorum defteri, dolu dolu. Neler eklenmiş, neler değişmiş, görmek çok geliştiriyor. Sura’nın bu haftaki yazısıyla bunu bir süre çemberlere yaymak geldi içimden. Öğretmen Köyümüzde, Çocukla Barış’taki dostlarımla da yaptıkça bağlarımızın güçlendiği ‘Kutlama Çemberi’ geldi aklıma.
Her çemberimizde bir ya da iki çocuk ile ilgili, onların bize verdiği armağanlarını kutladığımız bir çember bizim için de çok iyi olmaz mı:)

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocuklara çemberde defterimi gösterdim, neden tuttuğumu onlarla paylaştım ve dayanamadım kısa kısa cümleler okudum defterin içinden her birine ve sonraki çemberde bunu hep birlikte birbirimize yapmayı önerdim.
Başladık ilk çocuktan. Onunla ilgili konuşmaya başladım.- ben başladım çünkü anlamalarını kolaylaştırmak istedim.- Daha ilk cümlemden sonrasında bile çemberdeki sıcaklığı hissediliyordu. Görünenler de vardı elbet: heyecandan kavuşturulan eller, yerinde duramamalar, yüze yayılan gülümsemeler, yanındaki arkadaşına sarılmalar.

-           -Sen benimle kalemini paylaşmıştın, ben çok mutlu olmuştum.
-          -Biz okula gelirken seninle çok güzel sohbet ediyoruz.
-          -Sen çok güzel yıldız çiziyorsun, bana da öğretmiştin, artık ben de çiziyorum.
-          -Biz seninle çok eğlenceli oyunlar oynuyoruz.
-          -Bana okumamda yardım ettiğin için teşekkür ederim.

Bunlar birbirlerine söylediklerinden bazıları. Aslında ne kadar basit değil mi? Her gün, herkesle olabilecek şeyler. Ama bunları birbirimize, bunun için ayırdığımız özel bir zamanda yapmak, birbirimizi kutlamak için buluşmak, birbirimizin kutlamalarını duymak, ard arda yaklaşık 20 kişiden kendini dinlemek…İşte bunu izlemek, bu çemberin parçası olmak içini içine sığdırmıyor insanın, tekrar gördüm.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Başlamadan önce bir kaygım vardı, onu da paylaşmak isterim. Ya biri, birine olumsuz bir şey söylerse? Bizim bir hafta boyunca yaptığımız kutlama çemberlerinde olmadı, ancak olabilirdi. O zaman ne yapardım? Paylaşmak istediklerine belirli bir zaman ve alan açmaya çalışırdım sanırım. Ama gerçekten belirli bir zaman. ‘’Bunu sonra söylersin.’’ değil de, ‘’olumsuz söylemek istediklerini, yarın sabah çemberinden önce konuşmak ister misin?’’ gibi.

İnsanları birbirine bağlayan, 24 kişiyi bir topluluk haline getiren bu çemberleri kutluyorum!

13 Şubat 2018 Salı

Özenç'in Şefkatli Öğretmen Günlüğü 15. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Öğrencileriniz sınıfın kapısından içeri girdiğinde onları; paylaşacakları kendilerine ait düşünceleri, duyguları, ihtiyaçları, becerileri, ilgi alanları ve yetenekleri ile bütünlüklü insanlar olarak mı görüyorsunuz? Yoksa tembeller, rahatsızlık unsurları, yabaniler, talepkarlar ve asiler olarak mı?
Her günün başında ve tüm yıl boyunca düşünceleriniz genellikle sözlerinizden çok daha yüksek sesle iletişim kurar.


Öğrencilerinizi düşündüğünüzde aklınıza gelen on tane tanımlayıcı sözcük veya ifadeyi hızlıca defterinize yazın. Öğrencileriniz hakkında düşündükleriniz onların davranış biçimlerini etkiliyor olabilir mi?

 Ben ne düşünüyorum?

‘’Her günün başında ve tüm yıl boyunca düşünceleriniz genellikle sözlerinizden çok daha yüksek sesle iletişim kurar.’’ Bu cümleyi birkaç kez okudum, ifade ediş biçimini ve sınıftaki karşılığını düşündüm. Söylediklerimizden çok daha fazlasını -hatta bazen başkasını- gönderiyoruz. Sanırım göndermek de değil bu, gidiveriyor. Tutamıyoruz.
Gönderdiğimiz ile söylediğimiz de uyuşmuyorsa; sesimizin gürlüğü, sözümüzün tekrarı yetmiyor aradaki farkı kapatmaya.

Hiç şüphesiz benim de benzeri deneyimlerim oldu. Ancak ben burada daha çok kendi öğrenciliğimle bağ kurdum. İlkokul dönemimde bir öğretmenimden çokça duyduğum bir cümleydi : ‘’Hepiniz benim için aynısınız.’’ Sanırım bu cümleyle paylaşmak istediği ayrımcılık yapmadığıydı. Ama  hepimiz bilirdik matematik dersi iyi olan çocuk, sevilen, değer verilen, baş tacı olan çocuklardı, kalanların bir kısmının varlığı ile yokluğu arasında pek bir fark yoktu onun için.  Bir kısmı ise, varlıkları ile sınıfın huzurunu bozan, sınıfa sorun çıkartmak için gelmiş, baş belası çocuklardı. Sanki onlar olmasa sınıfımızda her şey güllük gülistanlık olacaktı, ne yapmak istiyorsak yapacaktık, hatta belki uzaya araç bile gönderebilecektik ama onlar vardı işte.

Şimdi düşünüyorum, nasıl oldu da  hem kendimin, hem de arkadaşlarımın sınıftaki konumuna dair bu kadar net bir tablo vardı kafamda? – bu tablo da sınıfın çoğu için geçerliydi.-
Cevabı düşünürken sözler değil, davranışlar geldi gözümün önüne. Sınıf yoklaması alınırken bazı ‘’yok’’lardan sonraki belli belirsiz gülümseme, rahatlamalar, bazı gür sesli, kendinden emin ‘’var’’lar ve yine yoklama sırasında bile farkedilemeyenler. 

Bir tam günün içinde çok az yere sahip olan bu yoklama bile çok şey anlatıyor şimdiki öğretmen Özenç’e ve belli ki 8 yaşındakine de.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Kendi kendime bu yoklama mevzusuna kafa yordum, evet gün içinde az zaman alıyordu ancak her gün tekrarlanıyordu. Bunu başka türlü yapabilir miydim?

Öncelikle bu sınıfa başladığım ilk günlerde bu halini bile yapmakta zorlandım : ) İlk defa 25 çocukla paylaşıyordum bir sınıfı, sık sık farklı gelmeyenler oluyordu ve çok zamanımızı alıyordu bu süreç.
Çocuklarla deneyim biriktirdikçe, yoklama kendi öğrenciliğimdeki yere dönüşürse diye korku da içimde bir yerlerdeydi. Zaten ‘yoklama’ kelimesini de sevmiyordum –militarizmi çağrıştırdığından- bunu hep benim yapacak olmamla da ilgili içime sinmeyen yerler vardı.
O nedenle sınıfta düzenli çember yapmaya başladığımızda ‘yoklama’yı da hepimizin işine dönüştürmekti niyetim. Şu an her birimizin resmi duvarda ve herkes çember başlayana kadar kendi resmi aracılığı ile varlığını gösterip çembere geçiyor. Nasıl rahatladığımı tahmin edersiniz : )

Çocukların geribildirimleri neler?
Öncelikle bu işleyişe neden geçmek istediğimi paylaştım. (Hala sınıfta her çocuk tarafından anlaşılmıyorum ama bu paylaşmama pek engel değil, çocuklar birbirine anlatıveriyor.)
İlk başta fotoğraflarını görmek ilginç geldi, kaybolanlar oldu. – neyse ki 2 tane çıkartmıştım.-
Uygulamaya devam ettikçe, kullandığımız araçları da gözettiğimiz keyifli bir oyuna, bir rutine dönüştü.

‘’Öğretmenim, gelmeyenler buradan bize bakıyor.’’
‘’Ben gelmeyince özlerseniz fotoğrafıma bakın.’’ gibi cümleler geliyor çocuklardan, bende bir gülümseme : )

 Kendimi nasıl değerlendiriyorum? 

Okulu, çocukları, öğretmen arkadaşlarımı çok özlemişim! Öğretmen servisinin okula girdiği anda çocuklardan geldiğini hissettiğim coşku ve heyecanı, öğretmenler odasının bazen sakin sessizliğini, bazen keyifli gülüşmelerini, koridor karşılaşmalarını…

Bir okulu, heyecan ve merakla döndüğüm bir yer haline getiren tüm bağların hepsine tek tek şükran duyuyorum : )

Hadi bakalım, oyuna devam!

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 15. Hafta



Sura Hart ne diyor?
Öğrencileriniz sınıfın kapısından içeri girdiğinde onları; paylaşacakları kendilerine ait düşünceleri, duyguları, ihtiyaçları, becerileri, ilgi alanları ve yetenekleri ile bütünlüklü insanlar olarak mı görüyorsunuz? Yoksa tembeller, rahatsızlık unsurları, yabaniler, talepkarlar ve asiler olarak mı?
Her günün başında ve tüm yıl boyunca düşünceleriniz genellikle sözlerinizden çok daha yüksek sesle iletişim kurar.


Öğrencilerinizi düşündüğünüzde aklınıza gelen on tane tanımlayıcı sözcük veya ifadeyi hızlıca defterinize yazın. Öğrencileriniz hakkında düşündükleriniz onların davranış biçimlerini etkiliyor olabilir mi?



Ben ne düşünüyorum?


Haftanın yazısına başlamadan önce kısa bir merhaba demekten başka bir şey düşünemiyorum şu an. Bu sayfaları özlemenin, tatilde Özenç ve Gülesra ile yeni dönem hakkında fikirler, hayaller toplantısı yapmanın sevinci ağır bastı şu an. Her birimiz hem birlikte olduğumuz toplulukla hem de bireysel olarak kendi yolculuğumuzda ne gibi değişimlere şahit olduğumuzu paylaştık. Güzellikleri duyunca yeni haftalara dair heyecanım ve merakım arttı açıkçası. Ve kalbimin çarpma hızına uygun gezinmeye başladı parmaklarım klavyede… Öyleyse başlayalım! :)


Günlükler sayesinde çocukların duygu ve ihtiyaçlarına daha çok yoğunlaştığımı görüyorum. Sohbet ediyorsak bile çerçeve olarak bunu koyuyorum kendime. Anlattıkları şeyleri de uydurmaya çalışıyorum haliyle. Duygularını belirlemelerinde yardımcı olmak, ihtiyaçlarını arayıp bulmak gibi.

Şimdi fark ediyorum ki bu benim çocuk algımı da değiştirmiş zamanla.


Çocukları gördüğümüzde düşüncelerimizle etiketlemek, isimlerinin önüne birbirinden farklı sıfatlar getirmek en hızlısı ve kolayı sanırım. Ancak çocukla bağlantı kurup, bütün bir insan olarak görmek emek ve zaman istiyor. Bazen, sadece olanak…

Etiketlerin ve genellemelerin sırasından geçtik birçoğumuz. Bugüne dek karşılaştığım öğretmenlerimi düşündüm. Sınıfa girdiklerinde bizim hakkımızda düşündükleri ve söyledikleri… Sura, bazen öyle yerlere dokunuyor ki, kendimi bir öğretmen olarak düşünemiyor kendi öğrenciliğimde bir yolculuğa çıkıyorum.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Kendi öğrencilik hayatıma daldığımda pek parlak şeyler çıkaramıyorum açıkçası. Bu yüzden filmi saralım bugüne.

Şubat ayı içinde iki, üç çocukla birlikte olabileceğim için büyük grup hikayelerine dahil olamıyorum malesef. Önümüzdeki ay sayımız artacak. Haftasonları ise daha kalabalık gruplarla atölyeler yapabilecek olmam heyecanlandırıyor.

Sayımız bu kadarken her çocuğa yeterince odaklanabiliyorum. Ancak bu on kelime alıştırması ilginç bir deneyim. Akla ilk gelen kelimeler belki de hiç dillendirmediğimiz ancak düşüncelerimizde asılı kalanlar olabiliyor. Davranış biçimlerine etkisi olup olamayacağını ise gözlemleyeceğim.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?

Küçük bir grup olsak da ara ara gerilimin ve patlamaların yaşandığı oluyor. Çocukların bu durumu bazen nasıl karşılayacağını bilemediği oluyor. Bazen birbirlerini acımasızca yargıladıklarını görüyorum. Kalpler kırılıyor ve birbirlerine küsüyorlar devamında. Bu tip durumlar kalabalık gruplarda çocukların birbirine de yardımcı olmasıyla daha kolay aşılırken bizde oldukça uzayabiliyor. Bunun için öncelikle dilimizi yargılardan arındırmak için çalışmayı düşünüyorum.

Bu, Sura’nın önerdiği pratikle de alakalı. Bazen biz çocuklara karşı yargılayıcı yaklaşıyoruz, bazen de onlar birbirine…Ben her birinin duygu ve ihtiyaçlarını fark etmeye çalışırken, çocukların da birbirlerine böyle yaklaşması zaten barışı sağlar aralarında.