“Dürüstlük,
öğrencilerimizin geliştirmesi ‘gereken’ bir kişilik özelliği olmaktansa
evrensel bir ihtiyaçtır.
Genç insanların bize
karşı dürüst olmalarını bekliyorsak -gerçeği gördükleri gibi konuşmaları- bu
mesajı iletmenin en iyi yolu:
Onlarla dürüstçe konuşun
ve duyduğunuzu onaylamıyor veya beğenmiyor olsanız bile, onlar konuştuğunda
saygıyla dinleyin.
Söylediklerini
beğenmeseniz de, onaylamasınız da bir öğrencinin anlattıklarını dinleyebilir
misiniz? Eğer yapamıyorsanız bu becerinizi geliştirmeyi düşünün.”
Dürüstlüğün bende
uyandırdığı bir diğer kavram şeffaflık. Yıllar önce Vivet Alevi bir eğitim
programı sırasında şöyle bir cümle kurmuştu: “Şeffaf olduğun sürece kim, sana
ne yapabilir?” Eğitim sırasında kendi hikayesini
paylaşan bir katılımcının sözleri üzerine paylaşmıştı bunu. O kadar hayatıma
yer edinmiş ki… Sınıf içerisinde de şeffaflığın akışı nasıl kolaylaştırdığını, sınıfta eşit güç ilişkisine nasıl katkı sunduğunu görebiliyorum ve ara ara
günlüklerimde de bahsediyorum. Dürüstlük de tıpkı şeffaflık gibi akışı
kolaylaştırıyor ve eş değerlilik
ihtiyacımıza katkı sunuyor. Aynı zamanda
çocukların rahatlıkla düşüncelerini, hissettiklerini paylaşmaları için güven
ihtiyacını besleyen temel bir ihtiyaç.
Çocuklarla paylaşırken “Dürüstlük”
kavramı üzerine, kitaplarda dikte edilen, didaktik bir yerden değil de
yaşayarak, sınıfta karşılıklı bağlılığa katkı sunan bir araç olarak
görmeleri için çabalıyorum. Örneğin sınıfta bir çatışma anında her zaman tam
anlamıyla çocuklara empati veremeyebiliyorum. O an kontrol edemeyeceğim bir
öfke varsa bunu dürüstlükle paylaşıyorum. Bu hem ağzımdan çıkabilecek şiddetli
bir yargı cümlesine kalkan olurken hem de çocukların benimle rahatlıkla empati
kurmasına destek oluyor. Aynı şekilde
çocuktan gelen paylaşımları, yargıları dışarıda bırakarak dinlemek, ne olursa
olsun koşulsuz dinlemek, bunu çocuklara
hissettirmek bu dürüst akışa inanılmaz katkı sunuyor. Bazı
yetişkinlerin çocuk algısı, onların hep
saçma şeyler söylüyor olabileceği, asla fikir beyan edebilecek kapasitede
olamayacağı gibi şiddetli bir yerde. Çocuklar bunun farkında olduğundan,
iletişim kurarken ya da bir hikayesini paylaşırken kendi hissettiklerini
dürüstçe paylaşmak yerine, öğretmeni memnun eden, onu yargılamayacağını
düşündüğü kurgusal fikirlerle bağlantı kurmaya çalışıyor. Hatta bazen bazı
çocuklar kurgusal bir iletişim kurmak yerine tamamen susuyor ve bağlantıyı
koparıyor. Öncelikle çocukların bir
birey olduğunu kabul ederek algımızı değiştirip sonrasında onlara kulaklarımızı
sonuna kadar açıp, yargılamadan,
koşulsuz dinleyerek, katılım haklarını bilerek bağlantı kurmaya çalışmalıyız.
Çocuklar böyle oluşturulmuş bir
sınıfı, yani dinlendiği alanların olduğu, bu alanlarda kendisinin birey olarak
kabul edildiği, yargılanmadan, dalga geçilmeden söylediklerinin karşılık
bulduğu bir ortamı daha çok benimsiyor, güveniyor ve kendi ihtiyaçlarıyla
bağlantıda kalabiliyor. Buna örnek
verecek olursam mesela sınıf anlaşmasını yaptığımız ilk hafta, gelen istekler
kendi ihtiyaçlarından değil de, sınıfta otorite kabul edilen bir öğretmeni
memnun edecek isteklerdi. “Kapıyı çalmadan sınıfa girmeyelim.” , “Yaramazlık
yapanı cezalandıralım.” gibi. Bir süre sonra sınıfta karşılıklı istenen
istekler dürüstçe ifade edilmeye başlayınca, somut ricaların artışı,
söylediklerinin karşılığı oluşu ve söylenilenlerin sınıfta bir şeyleri
değiştirmesiyle, odaklarının sınıftaki
otoritenin ne istediğinden; “Benim ihtiyacım ne?” ile “Sınıf olarak ihtiyacımız ne?” nin
cevaplarına kaydığını gördüm. Sınıf anlaşmasının canlılığıyla yeni eklenenler,
çocukların kendi ihtiyaçları doğrultusundaydı artık. Bu aynı zamanda o
anlaşmaya daha sadık kalmalarına destek olmuş oldu.
Bunun kesintiye uğramaması, sınıf ortamındaki güven ilişkisinin devamlılığı adına çok önemli. Küçücük bir
bağlantı kopukluğu zaman zaman sancılara neden olduğu gibi, yeni yeni açılan
bir çocuğun yeniden köşesine çekilmesine neden olabilir.
Bu hafta değerlendirme kısmında bir
zaman makinesine girip, çocuk algımızın dönüşüme uğradığı, Kaş’a doğru
yolculuğa çıkıyorum.
“Düşler Akademisi”
yazılı tabelayı görüp, dolmuştan inerek yaklaşık 3 km patika bir yolda
yürüyorum önce. Sonra badem ağaçları arasında ahşaptan yapılmış bir kütüphaneye
giriyorum. Bu dönüşümde paylaşımlarıyla bizi derinden sarsan “Çocuk hakları ve
çocuk katılımı “ oturumuna katılıyorum. ÇOÇA’dan sevgili Melda’yı ve Zeynep’i görüyorum. İyi ki diyerek, hepinize
dürüstlük ve şeffaflık üzerine kurulmuş bağlantılar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder