20 Şubat 2018 Salı

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 13. Hafta


“Dürüstlük, öğrencilerimizin geliştirmesi ‘gereken’ bir kişilik özelliği olmaktansa evrensel bir ihtiyaçtır.
Genç insanların bize karşı dürüst olmalarını bekliyorsak -gerçeği gördükleri gibi konuşmaları- bu mesajı iletmenin en iyi yolu:
Onlarla dürüstçe konuşun ve duyduğunuzu onaylamıyor veya beğenmiyor olsanız bile, onlar konuştuğunda saygıyla dinleyin.
Söylediklerini beğenmeseniz de, onaylamasınız da bir öğrencinin anlattıklarını dinleyebilir misiniz? Eğer yapamıyorsanız bu becerinizi geliştirmeyi  düşünün.”

               Dürüstlüğün bende uyandırdığı bir diğer kavram şeffaflık. Yıllar önce Vivet Alevi bir eğitim programı sırasında şöyle bir cümle kurmuştu: “Şeffaf olduğun sürece kim, sana ne yapabilir?”  Eğitim sırasında kendi hikayesini paylaşan bir katılımcının sözleri üzerine paylaşmıştı bunu. O kadar hayatıma yer edinmiş ki… Sınıf içerisinde de şeffaflığın akışı nasıl kolaylaştırdığını, sınıfta eşit güç ilişkisine nasıl katkı sunduğunu görebiliyorum ve ara ara günlüklerimde de bahsediyorum. Dürüstlük de tıpkı şeffaflık gibi akışı kolaylaştırıyor ve eş değerlilik ihtiyacımıza katkı sunuyor. Aynı zamanda çocukların rahatlıkla düşüncelerini, hissettiklerini paylaşmaları için güven ihtiyacını besleyen temel bir ihtiyaç.
                  Çocuklarla paylaşırken “Dürüstlük” kavramı üzerine, kitaplarda dikte edilen, didaktik bir yerden değil de yaşayarak, sınıfta karşılıklı bağlılığa katkı sunan bir araç olarak görmeleri için çabalıyorum. Örneğin sınıfta bir çatışma anında her zaman tam anlamıyla çocuklara empati veremeyebiliyorum. O an kontrol edemeyeceğim bir öfke varsa bunu dürüstlükle paylaşıyorum. Bu hem ağzımdan çıkabilecek şiddetli bir yargı cümlesine kalkan olurken hem de çocukların benimle rahatlıkla empati kurmasına destek oluyor.  Aynı şekilde çocuktan gelen paylaşımları, yargıları dışarıda bırakarak dinlemek, ne olursa olsun koşulsuz  dinlemek, bunu çocuklara hissettirmek bu dürüst akışa inanılmaz katkı sunuyor. Bazı yetişkinlerin çocuk algısı, onların hep saçma şeyler söylüyor olabileceği, asla fikir beyan edebilecek kapasitede olamayacağı gibi şiddetli bir yerde. Çocuklar bunun farkında olduğundan, iletişim kurarken ya da bir hikayesini paylaşırken kendi hissettiklerini dürüstçe paylaşmak yerine, öğretmeni memnun eden, onu yargılamayacağını düşündüğü kurgusal fikirlerle bağlantı kurmaya çalışıyor. Hatta bazen bazı çocuklar kurgusal bir iletişim kurmak yerine tamamen susuyor ve bağlantıyı koparıyor. Öncelikle çocukların bir birey olduğunu kabul ederek algımızı değiştirip sonrasında onlara kulaklarımızı sonuna kadar açıp, yargılamadan, koşulsuz dinleyerek, katılım haklarını bilerek bağlantı kurmaya çalışmalıyız.
         Çocuklar böyle oluşturulmuş bir sınıfı, yani dinlendiği alanların olduğu, bu alanlarda kendisinin birey olarak kabul edildiği, yargılanmadan, dalga geçilmeden söylediklerinin karşılık bulduğu bir ortamı daha çok benimsiyor, güveniyor ve kendi ihtiyaçlarıyla bağlantıda kalabiliyor. Buna örnek verecek olursam mesela sınıf anlaşmasını yaptığımız ilk hafta, gelen istekler kendi ihtiyaçlarından değil de, sınıfta otorite kabul edilen bir öğretmeni memnun edecek isteklerdi. “Kapıyı çalmadan sınıfa girmeyelim.” , “Yaramazlık yapanı cezalandıralım.” gibi. Bir süre sonra sınıfta karşılıklı istenen istekler dürüstçe ifade edilmeye başlayınca, somut ricaların artışı, söylediklerinin karşılığı oluşu ve söylenilenlerin sınıfta bir şeyleri değiştirmesiyle, odaklarının sınıftaki otoritenin ne istediğinden; “Benim ihtiyacım ne?” ile  “Sınıf olarak ihtiyacımız ne?” nin cevaplarına kaydığını gördüm. Sınıf anlaşmasının canlılığıyla yeni eklenenler, çocukların kendi ihtiyaçları doğrultusundaydı artık. Bu aynı zamanda o anlaşmaya daha sadık kalmalarına destek olmuş oldu.
           Bunun kesintiye uğramaması, sınıf ortamındaki güven ilişkisinin devamlılığı adına çok önemli. Küçücük bir bağlantı kopukluğu zaman zaman sancılara neden olduğu gibi, yeni yeni açılan bir çocuğun yeniden köşesine çekilmesine neden olabilir.
            Bu hafta değerlendirme kısmında bir zaman makinesine girip, çocuk algımızın dönüşüme uğradığı, Kaş’a doğru yolculuğa çıkıyorum.
“Düşler Akademisi” yazılı tabelayı görüp, dolmuştan inerek yaklaşık 3 km patika bir yolda yürüyorum önce. Sonra badem ağaçları arasında ahşaptan yapılmış bir kütüphaneye giriyorum. Bu dönüşümde paylaşımlarıyla bizi derinden sarsan “Çocuk hakları ve çocuk katılımı “ oturumuna katılıyorum. ÇOÇA’dan sevgili Melda’yı ve  Zeynep’i görüyorum. İyi ki diyerek, hepinize dürüstlük ve şeffaflık üzerine kurulmuş bağlantılar diliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder