2 Haziran 2018 Cumartesi

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 30. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerinize üç basit beceriyi öğreterek sınıf içi çatışmaların %99unu sona erdirme gücüne sahip olur ve onlara yaşamları boyu hizmet edecek becerileri kazandırmış olursunuz.
Onlara;
1-Duyguların farkına varma becerisini (kendilerinin ve başkalarını)
2-İhtiyaçların farkına varma becerisini (kendilerinin ve başkalarının) ve
3-Herkesin en çok ihtiyacını karşılayacak şekilde strateji geliştirme becerisini
öğretebiliriz.

Bugünden başlayarak bu becerileri geliştirmek için neler yapabilirsiniz?

Ben ne düşünüyorum?
Ve en çok merak ettiğim hafta! “30. hafta son olsun, değerlendirmemizi yapar dönemi kapatırız.” dedikten sonra düşündüm durdum: Acaba nasıl bir haftayla bitireceğiz, aklımızda gelecek hafta kalacak mı? İyice alıştık yazmaya her hafta başı, bunun yerini ne alacak...
Son soru sonranın konusu olsun. Ama şimdi görüyorum ki daha güzel bir dönem sonu yazısı olamazdı. Öylesine denk gelmiş ki; sanki derleyip topluyor yılın başından bu yana kurmaya çalıştığımız yapıyı. Halbuki http://www.baskabirokulmumkun.net/sefkatli-egitmen-olmak-icin/ diye tıklarsanız göreceksiniz...30lu haftalar devam ediyor. Üstelik aslında ardı arkası kesilmiyor. Şefkatli Eğitmen yolu oldukça uzun. Çeşit çeşit konu veriyor öğretmenliğinde önüne.

Aklım yine “acaba gelecek haftada hangisi geliyordu”ya kayabilir. Ancak şimdi önümüze bakalım.


Hem çocuklarla çalıştıklarımı hem de bunların kendi hayatıma yansımasını şiddetsiz iletişimin temel adımlarıyla özetleyen şahane bir son hafta günlüğü olmuş.


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
İlk dönem sürekli “duygu” diyip duruyorduk. “Duygu Dağarcığını Geliştirmek için Araçlar” listeleri Barış Kütüphanesi’nde. Duygu panoları hazırladık, canlandırmalar yaptık, birbirimize bol bol anlattık, hikayeler masallar okuduk.
Bu süreçte ben her güne kendimle daha güçlü bir bağlantı içinde başlar oldum. Elimde duygu listeleri dönüp sorduğum oldu kendime. “Şimdi nasıl hissediyorsun?” diye. Bir şeyi tanımlayabilmek karanlığı tanımlamanın ya da aydınlığın keyfini çıkarmanın en önemli adımı gibi. Yani iyi günde de kötü günde de en büyük destek.


Şimdi buradan 2. maddeye bağlanıyoruz: “ihtiyaçlar”. Bunun farkında olan çocuk içinde büyüyüp duran boşluğu daha kolay dolduruyor. Yetişkin halimizle de aynısı. (Nesin Yayınları’ndan çıkan Boşluk kitabını Barış Kütüphanesi’ne bir listeye koymayı bekleyemeden yazıyorum buraya. “İhtiyaç” konusunu pıt pıt çözüyor insanın zihninde. Çocuk halimizle de yetişkin halimizle de yanımızda olsun yaz boyu, benden tavsiye)


Herkesin en çok ihtiyacını karşılayabilecek strateji... Empati diye döküldü dilimden. Yıl boyu tekrar ettiğimiz, bu çalışmaların sonunda aldığımız geri bildirimleri gördükçe sarıldığımız kelimeler.


Çocukların geri bildirimleri neler?
Bir çocuk okula gelmiş ve daha sabahtan yüzü asık, çok mutsuz. Mutsuzluğu hırçınlık yaratmış içinde zamanla ve arkadaşlarının üzerine gitmeye başlamış. Kalp kırıcı sözler, fiziksel müdahale. Bunu gören öğretmen durdurmak için pek çok sefer araya girmeye çalışmış. Birbirinden tetiklenen çocuklar arasında büyüyen problemler büyük tatsızlıklara sebep olmuş.


Bir çocuk okula gelmiş ve daha sabahtan yüzü asık, çok mutsuz. Her halinden belli, hırçınlığa dönüşebilir. Öğretmen her fırsatta konuşmaya çalışmış. Çocuk ara ara dökülmüş sohbetleri arasında: “Dün, gece boyu kardeşim ağladı. Uykumu alamadım, sabah yeteri kadar kahvaltı yapamadım. Oyun bile oynayamadan okula gelmek zorunda kaldım. Kendimi uykulu, mutsuz ve öfkeli hissediyorum. Dinlenmek, arkadaşlarımla oyun oynamak istiyorum. Şu an o kadar karnım aç ki bu etkinliği yapmak istemiyorum…”


Bunun gibi pek çok sebep olabilir. Her gün, her anımız bambaşka bir hikaye. Ancak duygularımız, ihtiyaçlarımız öylesine ortak ki. Aynı şeyi yaşıyoruz farklı etkilerde. Birbirimizi duyup anlamaya başladığımızda ise empati gelişiyor.


Ve bu adımları çocuklar da bana karşı uyguluyor. Bunu gördükçe o kadar seviniyorum ki. Süreç karşılıklı işlediğinde anlam kazanıyor.


Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Dilim, dönemlik büyük bir kutlamaya gidiyor aslında. Ancak şimdilik durduruyorum. Upuzun bir süreçten geldik, hafta hafta yaptıklarımızı kaydettik. Bunun değerlendirmesi sakin sakin yazılmalı.
Şimdilerde iki ayağımın bir pabuca girdiği günlerdeyim. Günler o kadar hızlı akıyor, ben öylesine yetişmeye çalışıyorum ki ilk defa günlüğü son gece sabaha karşı yazmak zorunda kalıyorum.
Ancak uykumdan fedakarlık da etsem asla söylenerek yapmıyorum bunu. Hikayeler öyle hızlı akıyor ki daha da yazmak istiyorum. “Bunun sırası burada değil, farklı bir konu” deyip ayırdıklarımı ne yapsam diye düşünüyorum hevesle.
Bu da sevdiğim işi yapıp, bunun iş gibi gelmemesinden. Yaptıklarımı paylaşıp üzerine koyabildiğim, bu yolda çok şey öğrendiğim Özü ve Güle canları sayesinde... İyi ki buluşmuşuz Çocukla Barış’ın kalbinde.
Şiddetsiz iletişimle, dolayısıyla kendimle ve çevremdekilerle bağımı güçlendirdiği için Şefkatli Eğitmen Günlükleri’nin yaratıcısı Sura Hart’a; onca işinin arasında sabırla kendi hikayeleriyle harmanlayıp bizimle paylaşan Bediz Gürel’e de sıkıca sarılırım buradan.


Özgeciğim, belki de hayatının bu yılki en güzel rutinini günlük yazarak oluşturdun.
“Hayat alışkanlıklarla yürüyor. Bir şeyi iyi yapmak istiyorsan hemen alışkanlık haline getir. Alışkanlıksa tekrarla oluyor. Beyin böyle programlanıyor. Bir şeyi sürekli yaparsan, başka şeyi düşünmüyor, onu hep öyle yapıyor. O yüzden alışkanlıklarına çok dikkat et. Neyi alışkanlık yaparsan, hayatın ondan oluşacak unutma.” diye yazmıştı Nil. Hayatımın en güzel alışkanlıklarından günlük tutmayı bir öteye taşıdım. Artık kendime, topluluğa, çocuklara bakış açım değişti, genişledi, renklendi.

Tüm bunları ağustos ayında Öğretmen Köyü’nde paylaşacak olmanın da heyecanıyla yanağımdan bir makas alıyorum. Gün ağarırken başka nasıl bir şey gülümsetip enerji verebilir ki insana böyle?

Özenç' in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 30.Hafta


Sura Hart ne diyor?

Öğrencilerinize üç basit beceriyi öğreterek sınıf içi çatışmaların %99’unu sona erdirme gücüne sahip olur ve onlara yaşamları boyu hizmet edecek becerileri kazandırmış olursunuz.

Onlara;
1       -Duygularının farkına varma becerisini (kendilerinin ve başkalarının)
2       -İhtiyaçların farkına varma becerisi (kendilerinin ve başkalarının)
3       -Herkesin en çok ihtiyacını karşılayacak şekilde strateji geliştirme becerisini öğretebiliriz.
Bugünden başlayarak bu becerileri geliştirmek için neler yapabilirsiniz?

Ben ne düşünüyorum?

Ben yine okurken bir yerde takıldım ve bu basit değil😊 Kendi deneyimim, benim için pek basit olmadığı yönünde, ancak çocuklar için böyle olmayacağını biliyorum. Öğretme kısmı beni düşündüren. Bu beceriler öğretilebilir beceriler mi? (Bence bunu her şey için konuşabiliriz ama ben odağı burada tutuyorum.) Velev ki öğretilebilir beceriler, öğretmen olarak ben bu üç beceriyi biliyor muyum? Bu üç beceriyi öğretebileceğimi düşünüyor muyum? Hangi yol ve yöntemlerle? Ne yapacağım mesela, okuyun da özetini çıkarın mı diyeceğim?

Gerçekten aklıma birlikte yaşamaya çalışmak, birbirimizden öğrenmeye açık ve hevesli olmak dışında bu üç beceriyi geliştirme yolu gelmiyor. Öğretebileceğim bir şey yok, birlikte öğrenmeye alan açmaya hevesim var. Bununla birlikte bunu sorumluluğum olarak görüyorum. Bu konuda kendimi güçlendirmek için pek çok şey yapmaya çalışıyorum, çalışıyoruz. Güçlendikçe güçlendirebileceğimi düşünüyorum. Kendimin, topluluklarımın ve özellikle de çocukların güçlendiğini görmek beni acayip mutlu ediyor. Bu kadar büyüklü küçüklü çatışmanın içinde umut oluyor, yapabiliriz diyorum. Sanırım 2 hafta önce Gülesra paylaşmıştı, hazine deyivermişim bu becerilere. Evet, bir hazineyi paylaşıyoruz, birlikte, büyüterek.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

Şu blogda ya da sözlü paylaşımlarımda bir tarama yapsak, en sık kullandığım kelime duygusal güvenlik olurdu eminim. Duygusal güvenliği sağlamaya çalışmak ve bu süreçte sorumluluğu çocuklarla paylaşmak yapmaya çalıştıklarımın özeti.
‘’Birlikte yaşamak ve öğrenmek için neye ihtiyacımız var?’’ bu sorunun ilk günden son güne kadar peşini bırakmadık, iyi ki bırakmadık. Genelde konuşma yerimiz çemberlerimiz ancak her an, her olay bizi bu soruyla bağlantı kurmaya yönlendiriyor. Günlük akışın hızında ödül ve cezaya kapılıvermekten alıkoyuyor bizi bu soruya verdiğimiz cevaplar.
Cevaplarımızın çeşitliliği, ihtiyaçlarımızın ve duygularımızın farklılığının somut göstergesi oluyor; cevaplarımızın değişimi, gelişimi de sene başında oluşturulan, bir daha üzerine konuşulmayan ama her çatışmada referans gösterilen kuralların aslında canlılığını yitirdiğinin.
Böylece kendimizi ve birbirimizi bilir hale geliyoruz, birlikte yaşamayı öğreniyoruz. Birbirini gözeten, özen gösteren, kolaylıkla yardım isteyen/eden, katılımcı bir topluluğun yetişkini olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu becerilerin kolaylıkla yaşayabileceğinin tanığı oluyorum, güçleniyorum, birlikte güçleniyoruz.
İyi ki birlikteyiz!











Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 27. Hafta


             “ İlişki temelli bir sınıfta, öğrenciler ve öğretmenler; öğrencilerin öğrenmeye istekli olduğu ve öğretmenlerin öğrencilerin öğrenmesini kıymetli bulduğu şeylere dayanarak, öğrenme kazanımlarını oluşturmak için birlikte çalışırlar.
Kazanımlar öğretmenler ve öğrenciler arasında süre giden diyalogla belirlenir, değerlendirilir ve revize edilir.
Öğrencilerinizin kazanımların belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecine hangi ölçüde katıldıklarına dikkat edin. Daha fazla katılımlarını arzu ediyorsanız, kazanımları onlarla belirleyip birlikte değerlendireceğiniz bire-bir toplantılar planlamayı düşünün.“

               Yukarıdaki pasajı okurken “Ne düşünüyorum?” sorusuna bu defa pasaj üzerinden değil de canlı ola duygum üzerinden cevap vermek istiyorum.
Ne düşünüyorum?
Çokça geçirdiğimiz bir yılı, ilişki temelli bir sınıf için olmazsa olmaz dediklerimizi ; duymayı, duyulmayı, çocuklarla birlikte bir şeyler yapıp planlamayı, onların fikirlerini almayı, geribildirim vermeyi ve almayı, sınıf sözleşmelerini birlikte oluşturmayı, empati kurmayı, her çocuğun katılımı için alan açmayı, okulun diğer bileşenlerini de ihtiyaç dahilinde sınıfa katmayı. Belki de 26 haftadır üzerinde durduğum ama burada aklıma gelmeyen daha başka olmazsa olmazlarımızı…

               Tüm bunları çalışırken nasıl emek harcadığımızı düşünüyorum. Yine bunları çalışırken hangi materyallerin önümüzü açtığına dair olan paylaşımlarımızı, karşılaştığımız engelleri, çatışmaları, onları nasıl çözdüğümüzü, çözemediğimizi, çözemediğimiz anlarda Şiddetsiz İletişime sığınmamızı, dayanışmamızı, her şeyin aslında kendi içinde bir parça olurken nasıl bir bütün oluşturduğunu… 


              Belki de okulun son haftası ve ben de son yazımı yazıyorum diyedir tüm bu hatırladıklarım. Ama çıkış noktam aslında tüm pasajları tek potada erittiğimde,ortaya çıkan kavramlarla, haftalarca da haşır neşir olduğumu göstermek. Yani ilk haftalar duygu çalışıyor olmak bu çalışmayı o hafta da bitirdiğime dair  değil de “Duyguları” okulun son haftasına kadar bile çalıştığımı göstermek.
 Ya da bu çalışmaların birlikte vakit geçirdiğim her an ortaya çıkan ihtiyaçlar olması, o haftayla sınırlı kalmayan tüm yıla yayılması gibi. Örneğin duyulmak bizim sınıfta hem benim hem de çocukların her zaman en temel ihtiyacı oldu. Ve biz duyulmak için elimizden geldiğince farklı mekanizmalar hayata geçirmeye çalıştık. Sınıf meclisi bunlardan biriydi mesela.Böylece duyulma ihtiyacının ortaya çıktığı her an, o ihtiyacı karşılayabilecek alanlar için planlamalar yapmamızı  sağladı.

               Yukarıda Sura Hart’ın bahsettiği pasaja tam olarak burası karşılık geliyor aslına bakarsanız. Tabii sadece süreklilik arz eden ihtiyaçlarda değil diğer tüm ihtiyaçlara dair ,çocukların kendini ifade ederek, sürece katılarak planlamalar yaptığı alan sınıf meclisi oluyor çoğunlukla.  Böyle bir düzenlemede yani çocukların katılarak yapılandırdığı bir planlama daha akışta oluyor, çocukların sahiplenmesiyle de yapılacaklar daha kalıcı oluyor.  

               Bu hafta içimde en canlı olanla başlamış olsam da dikkat çekmeye çalıştığım şey yazdığım her haftanın birer parça olduğu ve aslında her birinin ayrı parçalardan oluşan bir bütün olduğu.
Tıpkı evren gibi.
Şimdi bu bütüne bakarak derin bir nefes alıyorum ve “İyi ki” diyorum. Değerlendirme yazımı yazmadan önce bunu ifade ederek güncenin son haftasını bitirmek istedim.
Değerlendirme yazımda bol bol şükran ve kutlamalar olacağından, bu haftayı yine Marshall’a ayırarak ona en derin şükranlarımı size de Marshall’ın Sam Keen ‘den alıntılayıp,kitabına eklediği, kitabından da  içimize akan “Şükran” a dair olan kısmını sunuyorum:
“…
Şükretmeyi daha da iyi tanıdıkça,
gücenme, çöküntü ve umutsuzluğun
gittikçe daha az kurbanı olursun.
Şükretmek, egonun –sahip olma ve kontrol etme arzusunun-
Sert kabuğunu yavaş yavaş eritecek bir iksir olacaktır.
Şükretmenin özü gerçek tinsel simyadır. Bu bizi cömert bir varlığa
dönüştürür, yüreğimizi açar ve ruhumuzu enginleştirir.”