14 Ekim 2019 Pazartesi

Dünya Çocuk Günü - Özenç


‘’Büyüyünce ne olacaksın?’’ sorusunun cevabı çok küçük yaşlarımdan beri öğretmendi benim için, sınıf öğretmenliği. Çünkü sekiz yıllık ilkokul hayatımda dokuz okul değiştirdim ve en çok gözlemleyebildiğim meslek sınıf öğretmenliği oldu. Bununla birlikte her sınıfta da farklı bir Özenç vardı, bunu yıllar geçtikçe fark ettim, gerçekten gökyüzü gibisin çocukluk.

Kendimi en değerli ve en değersiz hissettiğim zamanların, kıpır kıpır tatlı heyecanların ve nefes aldırmayan kaygıların, bazen parlak bir yıldız bazen de çürük elma olmaların, ‘’sabah olsun da okula gideyim’’lerin sabırsızlığı ve ‘’eve gitmeye ne kadar kaldı’’ların tahammülsüzlüğünün yeriydi sınıflar benim için. Üzerine düşünmesi epey heyecanlı bir potansiyeli barındırıyordu. 

Her birini farklı farklı zamanlarda deneyimlemiştim, o zamanın Özenç’ini iyi biliyordum.

En çok kendimi var edebildiğim bir ortam özlüyordum, güvenli bir ortam. Bu benim için ne demekti?

  •         Adımla soyadımla dalga geçilmeyen,
  •          Sorduğum ve cevapladığım sorulara gülünmeyen,
  •          Yeterince başarılı olamadığımda değersiz hissetmediğim,
  •           Neyi nasıl yapabileceğim konusunda desteklendiğim,
  •         Sürekli uyum sağlamamın beklenmeyip, ihtiyaçlarımın sorulduğu,
  •         Kararlarımızı varsayımlara göre değil ihtiyaçlarımıza göre aldığımız,
  •          Ceza almadığım ve arkadaşımın ceza aldığına tanıklık etmediğim -bu daha zordu benim için-,
  •         Bir problem yaşadığımda kimden nasıl destek isteyeceğimi bildiğim,
  •         İçimde hiç bitmeyen sorularla, öğrenmeyi birleştirdiğim, müfredata dahil olduğum,
  •         Sürekli ‘’dinle’’ komutunu duymayıp, benim de dinlendiğim,
  •         Küstah olarak yargılanmadan kendimi ifade etmenin yollarını bulduğum

Daha yazabilirim ancak ilk içimden dökülenler bunlar oldu. Her bir maddeyi içimde duyarak yazdım, aklıma getirdiği pek çok hikaye ile. Şimdiki halim ile bu ortamı iki kavram ile ifade etsem katılımcı ve barışçıl derim. Hala içimde bir merak, böyle bir sınıfta yıllarımı geçirseydim ne olurdu, nasıl olurdum?

Büyüdüm ve öğretmen oldum. Potansiyelini heyecanla merak ettiğim sınıflara girdim, çocuklarla buluştum. Başta çok zorlandığım zamanlarım oldu. Hala çocukluk özlemimle bağlantıda olup, onları nasıl hayata geçirebileceğim ile ilgili nereden nasıl başlayacağımı bulamamanın zorluğu.

Öğretmen halimle de, o karışık yumağın birbirine çıkan iki ucunu katılım ve barış olarak gördüm, oradan başladım yolculuğa. Odağı gelecekte ne olacaklarına değil de, bugünü birlikte barış içinde yaşamı örgütlemeye koyunca hem kendimin hem de çocukların hayret verici potansiyeline, gelişimine şahit oldum.

Çocukların kendilerini gerçekleştirebilecek ortamlara, yetişkinlerin de bu ortamı yaratma konusunda güçlenmeye ihtiyacı var, bu yolu anca birlikte oluşturabiliriz.

Greta’nın sözü yolculuğumuzu kolaylaştırsın dilerim.
‘’Sizler ne cüretle bizden umut bekliyorsunuz. Boş sözlerinizle çocukluğumu ve hayallerimi çaldınız…Bu ne cüret’’




8 Ekim 2019 Salı

Dünya Çocuk Günü - Gülesra

·        
*Taraf Devletler, bu Sözleşme’de yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana–babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler.
*Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, yasal vasilerinin veya ailesinin öteki üyelerinin durumları, faaliyetleri, açıklanan düşünceleri veya inançları nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya tâbi tutulmasına karşı etkili biçimde korunması için gerekli tüm uygun önlemi alırlar.
·*Çocuk Dostu Versiyonu :  Hiçbirimize, hiçbir zaman, hiçbir yerde, ailemizin ya da bizim hiçbir özelliğimiz nedeniyle ayrımcılık yapılamaz. Farklı özelliklerimiz hiç bir zaman dışlama ya da aşağılama  nedeni olarak kullanılamaz.

                    1 Ekim Dünya Çocuk Günü ile birlikte yeniden yazmış olmanın heyecanıyla yeniden Merhaba…Son dönemde sıklıkla sosyal medyada çocuklara dair denk geldiğimiz “Ayrımcılık”  konusu ile birlikte“ Dünya Çocuk Günü” yazılarına,BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin ayrımcılığa dair olan 2. Maddesini hatırlatarak başlamak istedim.

                Ayrımcılık ; BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 2. maddesiyle birlikte 4 temel şemsiye haklardan biri  aynı zamanda. Sözleşme, yukarıdaki maddede yer alan “ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler” gibi farklılıklardan kaynaklı maruz kalınan her türlü şiddeti “Ayrımcılık” olarak tanımlıyor. Türkiye, BM Çocuk Hakları  Sözleşmesinin tarafı olarak, bu hak ihlallerinin yaşanmaması için önleyici tedbirler almakla ve hak ihlali yaşandığında gerekli yaptırımları hayata geçirmekle yükümlü. Ama maalesef çocuklara  dair özel önlem gerektirecek somut bir adım henüz tam olarak atılmış değil. Hatta Türkiye'de ayrımcılığa dair genel bir mevzuat olmadığı için, çocuklara dair  bu durum yaşandığında taşınabilecek bir alan  bulunamıyor. Herhangi bir kurum tarafından ayrımcılığa uğramış çocuklara dair bilgi konusunda da ayrıntılı bir çalışma yapılmıyor. Bir veri tutulmadığı gibi sosyal medyada duyulmadıkça, hak ihlali yaşandığı sırada kamuoyu oluşturulmadıkça  çok da haberdar olunmuyor.Bununla birlikte biliyoruz ki bunu dert edinen, ayrımcılığa dair mücadele yürüten, çocukların bunu yaşamaması için kafa yoran, farkındalık yaratmaya çalışan, araçlar geliştiren ve bu araçları paylaşan veya sahada çocuklarla çalışan onlarca topluluk ve insan var. Yüreğe az da olsa su serpip umudu büyüten tarafı tam da  burası. Ben de umuda yakın taraftan tutunarak bir şeyler yazmaya çalışacağım.
                  Ayrımcılığın bildiğiniz gibi  hukuksal, sosyolojik, eğitim vb şekilde farklı boyutları bulunuyor. Ben daha spesifik bir yerden, çocuklarla çalışırken ayrımcı olmayan bir dili nasıl kullanırız üzerine kendi sınıf deneyimlerime dair  bir yöntem paylaşacağım. Bir de gözlemlerimden yola çıkarak, ayrımcılığın o ince çizgisine denk gelen “İmtiyazlı Dil” e  dikkat çekmeye çalışacağım.
                 Öğrenme ortamında çocuklarla etiketlemeden, ötekileştirmeden, her renk ve sese yer açarak, birbirimizi tüm varlığımızla  kabul ederek, duyarak, dinleyerek, güvenerek, şefkat duyarak, empati kurarak, birlikte gücü kullanarak  bağlantı kurmamda beni güçlendiren iki temel şey vardı. Biri Çocuk Haklarını bilmek ve pratikte hayata geçirecek mekanizmaları aktifleştirmek; diğeri barışçıl bir sınıf iklimine katkı koyan Şiddetsiz İletişim yöntemini  kullanmak ve çocuklarla çalışmaktı.Öncelikle,  ne olduğu sık sık  sorulan, barışçıl bir  dil kurmama katkı koyan “Şiddetsiz İletişim”den bahsetmek isterim.

     BARIŞÇIL BİR DİL ; ŞİDDETSİZ İLETİŞİM

                Şiddetsiz İletişim ; 1960’larda Psikolog Marshall Rosenberg tarafından çatışma çözümüne katkı koyması adına geliştirilmiş bir yöntem. Marshall: “Gönülden vermeye dayalı bir iletişim.”* Şeklinde tanımlıyor geliştirdiği bu dili. (Tarihsel olarak bu dili ne zaman geliştirdiğini, ilk olarak hangi çatışmanın çözümünde kullandığına dair ayrıntılı bilgileri “Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili” kitabından bulabilirsiniz. )Şiddetsiz İletişim, temelde dört adımdan oluşan; barışa,açık kalpliliğe,sorumluluk almaya, gücü birlikte kullanmaya davet eden,bağlantı kurmak temelli bir dil.

       ŞİDDETSİZ İLETİŞİMDE 4 ADIM

               Gözlem, Duygu,İhtiyaç Ve Rica’dan oluşan bu dört temel adımın özü; bizi tetikleyen bir  ifade veya bir eylemle karşılaştığımızda,yorum-yargı-suçlama-eleştiri içermeden  bu durumun bize neler hissettirdiğini anlatarak, bu hissiyata neden olan ihtiyacımızla birlikte  karşı taraftan ya da kendimizden  somut,olumlu ve net bir dille ne yapabileceğini/yapabileceğimizi rica etmektir. Çoğunlukla bizi  tetikleyen ifade veya eylemlerle karşılaştığımızda, bizler  alışkanlıklarımızdan gelen otomatik cevaplarla iletişim kurmaya çalışırız. Bu otomatik cevaplar -niyetimizden bağımsız-bazen karşı tarafla bağlantımızı engelleyen tetikleyici bir  dile dönüşebilir.  Ya da niyet terazisine yüklediğimiz alışkanlıklarımız, bir başka şiddetti körükleyen güce dönüşebilir.
               Örneğin bir çatışma yaşadığımızda “Kim Haklı? Kim Haksız?”  niyetiyle iletişime geçtiğimizde, üstüne güç kullanmamıza neden olabilir. Ya da “Talep” niyetiyle iletişime geçtiğimizde karşı tarafın  bağlantısını engelleyen bir korkuya neden olabilir. Somutlaştıracak olursam ; “Bunu yapmanı bekliyorum.” gibi bir talep cümlesi, “Acaba yapmadığımda neler olacak!?” gibi korku uyandıran ve seçimlerimizi engelleyen bir sürece dönüşebilir. Oysa 4 adımı temel alan şefkat dili, kendimizi veya başkalarını; yargılamaktan, suçlamaktan, taleplerde bulunmaktan alarak; bizi saygıya,bağlantı kurmaya;öfke,kızgınlık,suçluluk,utanç gibi duyguları fark ederek duygularımızın sorumluluğunu almaya yani  özgürleştirmeye davet ediyor.
                Bu dili kurmak elbette ki kolay değil. Ama zor da değil. Gönülden bir akış, duygularla güçlü bağlantı sürecin su gibi akmasını destekleyebilir.Tabii tüm bunları yaşarken “Eşdeğerli” bir iletişim kurarak gerçekleştirmeye çalışmak bahsettiğim o “İmtiyazlı Dil” e ya da “İmtiyazlı Eylem” e dönüşmesini de engelleyebilir.
                “İmtiyaz “ derken neyi kastediyorum?
                 Kabaca kişiye tanınmış hak veya ayrıcalık diye tanımlayabiliriz. Daha somut olarak sınıftan  örnek verecek olursam; sınıfta otorite  kişi olan, okula ve sınıfa  dair karar verebilme gücünün olduğu,derslerin işlenme biçiminden tutun da çocukların derste  tuvalete gidip gitmeme izninin dahi  elinde olduğu  bir öğretmen; tüm bunlara karar veremeyen öğrencilerden konumu gereği daha imtiyazlıdır.Eğitime,sağlığa rahatlıkla ulaşabilen engelsiz bir çocuk; engelli ya da farklı gelişen çocuklardan daha imtiyazlıdır. Yine  Türkçe konuşan öğretmen veya çocuklar anadilleri farklı olan çocuklar göre daha imtiyazlı bir konumdadırlar. Ya da anadili farklı olup ama Türkiye yurttaşı  olan çocuklar; mülteci çocuklardan daha imtiyazlıdırlar.
                 İşte bu imtiyazlı hallerden  kaynaklı bazı otomatik kodlarımız bağlantı kurarken farkında olmadan devreye girebiliyor. Bu ırk,dil,din,cinsiyet,ekonomi vb ayrıcalıklarımız,  imtiyazlı olmayan  çocukların güçsüzlüğü üzerinden kendini var edebilen bir güce  dönüşebiliyor. Bu güç ile gerçekleşen eylemler, karşılanan ihtiyaçtan çok imtiyazlı olmanın getirdiği, “avantaj odaklı eyleme “dönüşüveriyor. Bu da ikincil dereceden bir ayrımcılığa aslında neden olmuş oluyor.  Yani hukuki olarak ayrımcılığı doğrudan yapan özneler  değil; sosyolojik olarak  toplumdaki ayrımcılığı, öteki algısını devam ettiren özneler olarak konumlanmış oluyoruz.Bu algı devam ettiği için çocuklar da kendi aralarında bu dili ve eylemi devam ettirmiş oluyorlar. Daha somut bir örnek verecek olursam;
                  Ailesinin ekonomik durumu iyi olmayan bir çocuğa mont almak , çocuğun daha rahat bir yaşam sürdürmesine ve destek ihtiyacına  ciddi katkısı olur. Bununla birlikte mont alan kişi de  hayatı zenginleştirme ihtiyacına katkıda bulunur. Montu almadan önce çocukların iyi bir yaşam sürme ve destek  ihtiyacının bu şekilde karşılanmasına rızası olup olmadığını bilmemek, montu verirken ekonomik durumu daha iyi olan bir yerden konumlanıp yapmak, bunu yüceltmek, hatta sosyal medyada duygusuyla paylaşmak, ekonomik durumun  iyi olma halini ayrıcalıklı  bir yerden, çocuklar üzerinden güce dönüştürmüş olur. Bu  eylem kendi algısını toplumda devam ettirir. Hatta sınıfta "Öğretmenim Suriye'den gelen çocuğa kalemimi verdim. Onun kalemi yoktur kesin. Ona yardım ettim." gibi dikey  ilişki kuran cümlelerle bir başka çocukta devam ettiğini görebilirsiniz.
                 İşte bu imtiyazları göz önünde tutarak bağlantı kurmak, çocukları farklılıklarıyla kabul etmek, kendilerini ifade edebilmeleri için, tüm varlıklarıyla  yargılanmadan kendini güvende hissettikleri,farklılıklarıyla var olabildikleri  alanlar açabilmek, ihtiyaçları için birlikte güç kullanabileceğimiz stratejiler üretmek, ihtiyaçlarını öğrenebilmek için onları  duymak, duyuldukları alanlar açmak, tüm çocukların söz hakkı sahibi olduğu mekanizmalar geliştirmek, kapsayıcı bir öğrenme ortamı inşa etmek ve en önemlisi bunları “Eşdeğerli”  ilişki kurarak yapabilmek çok kıymetli. 
                 Bunları yapabildiğimizde, belki  umudu büyüten su damlacıklarına biz de katılmış oluruz.


*Marshall B. Rosenberg – Şiddetsiz İletişim – Remzi Kitapevi

1 Ekim 2019 Salı

Dünya Çocuk Günü - Özge

Bir çocuk vardı, her gün evden çıkar,
Ve ilk gördüğü şey neyse ona dönüşürdü.
O şey onun parçası olurdu; gün boyunca ya da 
günün bir kısmında,
Ya da yıllarca ya da uzun yıl döngüleri boyunca.
Baharın ilk leylakları parçası oldu bu çocuğun,
Ve çimenler ve beyaz ve kırmızı sabah sefaları ve 
beyaz ve kırmızı yonca,
ve sinekkapan kuşunun şarkısı,
ve üçüncü ayın kuzuları ve domuzun pembe-minik yavruları,
ve kısrağın tayı ve ineğin buzağısı ...


Walt Whitman

Bu dizelerle ilk kez karşılaştığımda üniversitedeydim. “Çocuklarla olmak istiyorum.” deyip bir bölüm seçmiştim kendime. Adına “öğretmenlik” demişler, her gün nasıl “öğretmem” gerektiği anlatılıp durdu yıllar boyu. İstemeye istemeye bitirdim okulu, şimdi çocuklarla nasıl buluşacağım derken hayalini bile kuramayacağım bir okul açma girişiminin içinde kendimi buldum. 

Orada gördüm ki çevrenin, doğanın, yaşamın kendisi bir öğretmen. Okulda bana öğretilenleri çekmecelerinden çıkarıp buradaki deneyimlerle yeniden dizmeye başladım. Ben böyle baktıkça Whitman’ın anlattığı gibi gördüğüm şeylere dönüşüyordum çocuklarla birlikte. 
Göç zamanı geldiğinde uçup Kaz Dağları’na kondum. Çocuklarla birlikte bir ekolojik yaşam merkezinde dolu dolu iki yılım geçti. Doğayla kurduğum bağlantının çocuklar sayesinde nasıl da güçlendiğini görüyorum.  
Şu anda olduğunuz yerde 30 saniye gözlerinizi kapatsanız ve çocukken sizi mutlu eden, unutamadığınız birkaç anı hatırlamak için dursanız doğanın kucağında olduğunuz bir an geçer mutlaka değil mi gözünüzün önünden? 
Çocukken dönüşüveriyoruz gördüğümüz şeye, oysa zamanla içinden geçtiğimiz sistem büyük bir kopuşun parçası haline getiriyor bizi; doğadan uzaklaşmak. 
Buna pek çok sebep sayabiliriz; eğitim sistemi, sanayileşme, insan faaliyetleri, doğal varlıkların tüketimi gibi…

Gezegenimiz değişiyor. Tüm insanlığın gelecekte doğayla uyum halinde yaşayabilmesi, sağlıklı bir şekilde varlığını koruyabilmesi için derin bir değişim süreci gerekiyor. Bunun beni en çok heyecanlandıran kısmı da çocuklarla paylaştığım alanlar ve bu amaç için çabalamak sanırım.
Worldwatch Enstitüsü’nün çıkarmış olduğu Dünyanın Durumu 2017 Yeryüzü Eğitimi: Değişen Gezegende Eğitimi Yeniden Düşünmek isimli kitapta çocukların doğayla olan bağının yeniden kurulması için pek çok deneyim ve faaliyete yer verilerek gezegen ölçeğinde bir eğitim reformunun nasıl olabileceğinin yolları belirtiliyor.
Roger A. Hart, “Çocukların Katılımı - Kuram ve Uygulamada Toplum Gelişimi ve Çevre Korumasında Genç Yurttaşları İçermek” isimli kitabında çocukları kendi haklarının koruyucu olarak görüp çevre koruma alanında uygulamalarına ve bunlara katılımlarına çeşitli örnekler sunuyor.


Bunların her biri çocukların doğayla bağları güçlü, yeryüzüyle uyum içinde yaşayabilen, bunun için haklarını gözeten ve katılım gösteren varlıkları sayesinde oluyor. İnsan okudukça güç ve ilham buluyor. 
Okurken ayrıca sınırlarını günden güne aştığımız gezegenimizin başına gelenleri fark etmemizi, sürdürülebilir sistemler tasarlayarak çocukların bu süreçlere katılımına destek olmamız gerektiğini hatırlatıyor bize. 


Geçtiğimiz yıl Greta Thunberg isimli bir çocuk “Dünyamız yok olmak üzere, acilen bir şeyler yapmalıyız!" diyerek her cuma okulu boykot ederek İsveç Parlementosu önünde eylem yapmaya başladı. Giderek büyüyen eylemler tüm dünyaya hızla yayıldı. Türkiye’den çocukların da katılımıyla yüzbinlerce insan iklim krizine karşı sokaklarda grev yaptı.
Geçtiğimiz hafta da BM Zirvesi’nin açılışında konuşan Greta şunları söyledi: 
"Benim burada olmamam gerek, okyanusun ötesinde okulda olmam gerek. Sizler ne cesaretle bizden umut bekliyorsunuz. Boş sözlerinizle çocukluğumu ve hayallerimi çaldınız. Ben yine de şanslı çocuklardan biriyim. İnsanlar ölüyor, ekosistemimiz çöküyor, kitlesel yok oluşla karşı karşıyayız ama siz sadece para ve ekonomik büyümelerinizden bahsediyorsunuz. Bu ne cesaret…
Bizi hayal kırıklığına uğratıyorsunuz ama gençler artık sizin ihanetinizin farkına vardı. Gelecek nesillerin gözü sizin üstünüzde olacak." 


Bugün 1 Ekim Dünya Çocuk Günü: Doğayla uyum içerisinde yaşayan, tüm canlılıkla bağ kuran, yeryüzünü koruyan, gezegen üzerindeki yok oluşun farkında olan, buna eylemleriyle karşı duran, gücünü katılımdan, dayanışmadan alan çocukların günü...