8 Ekim 2019 Salı

Dünya Çocuk Günü - Gülesra

·        
*Taraf Devletler, bu Sözleşme’de yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana–babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler.
*Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, yasal vasilerinin veya ailesinin öteki üyelerinin durumları, faaliyetleri, açıklanan düşünceleri veya inançları nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya tâbi tutulmasına karşı etkili biçimde korunması için gerekli tüm uygun önlemi alırlar.
·*Çocuk Dostu Versiyonu :  Hiçbirimize, hiçbir zaman, hiçbir yerde, ailemizin ya da bizim hiçbir özelliğimiz nedeniyle ayrımcılık yapılamaz. Farklı özelliklerimiz hiç bir zaman dışlama ya da aşağılama  nedeni olarak kullanılamaz.

                    1 Ekim Dünya Çocuk Günü ile birlikte yeniden yazmış olmanın heyecanıyla yeniden Merhaba…Son dönemde sıklıkla sosyal medyada çocuklara dair denk geldiğimiz “Ayrımcılık”  konusu ile birlikte“ Dünya Çocuk Günü” yazılarına,BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin ayrımcılığa dair olan 2. Maddesini hatırlatarak başlamak istedim.

                Ayrımcılık ; BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 2. maddesiyle birlikte 4 temel şemsiye haklardan biri  aynı zamanda. Sözleşme, yukarıdaki maddede yer alan “ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler” gibi farklılıklardan kaynaklı maruz kalınan her türlü şiddeti “Ayrımcılık” olarak tanımlıyor. Türkiye, BM Çocuk Hakları  Sözleşmesinin tarafı olarak, bu hak ihlallerinin yaşanmaması için önleyici tedbirler almakla ve hak ihlali yaşandığında gerekli yaptırımları hayata geçirmekle yükümlü. Ama maalesef çocuklara  dair özel önlem gerektirecek somut bir adım henüz tam olarak atılmış değil. Hatta Türkiye'de ayrımcılığa dair genel bir mevzuat olmadığı için, çocuklara dair  bu durum yaşandığında taşınabilecek bir alan  bulunamıyor. Herhangi bir kurum tarafından ayrımcılığa uğramış çocuklara dair bilgi konusunda da ayrıntılı bir çalışma yapılmıyor. Bir veri tutulmadığı gibi sosyal medyada duyulmadıkça, hak ihlali yaşandığı sırada kamuoyu oluşturulmadıkça  çok da haberdar olunmuyor.Bununla birlikte biliyoruz ki bunu dert edinen, ayrımcılığa dair mücadele yürüten, çocukların bunu yaşamaması için kafa yoran, farkındalık yaratmaya çalışan, araçlar geliştiren ve bu araçları paylaşan veya sahada çocuklarla çalışan onlarca topluluk ve insan var. Yüreğe az da olsa su serpip umudu büyüten tarafı tam da  burası. Ben de umuda yakın taraftan tutunarak bir şeyler yazmaya çalışacağım.
                  Ayrımcılığın bildiğiniz gibi  hukuksal, sosyolojik, eğitim vb şekilde farklı boyutları bulunuyor. Ben daha spesifik bir yerden, çocuklarla çalışırken ayrımcı olmayan bir dili nasıl kullanırız üzerine kendi sınıf deneyimlerime dair  bir yöntem paylaşacağım. Bir de gözlemlerimden yola çıkarak, ayrımcılığın o ince çizgisine denk gelen “İmtiyazlı Dil” e  dikkat çekmeye çalışacağım.
                 Öğrenme ortamında çocuklarla etiketlemeden, ötekileştirmeden, her renk ve sese yer açarak, birbirimizi tüm varlığımızla  kabul ederek, duyarak, dinleyerek, güvenerek, şefkat duyarak, empati kurarak, birlikte gücü kullanarak  bağlantı kurmamda beni güçlendiren iki temel şey vardı. Biri Çocuk Haklarını bilmek ve pratikte hayata geçirecek mekanizmaları aktifleştirmek; diğeri barışçıl bir sınıf iklimine katkı koyan Şiddetsiz İletişim yöntemini  kullanmak ve çocuklarla çalışmaktı.Öncelikle,  ne olduğu sık sık  sorulan, barışçıl bir  dil kurmama katkı koyan “Şiddetsiz İletişim”den bahsetmek isterim.

     BARIŞÇIL BİR DİL ; ŞİDDETSİZ İLETİŞİM

                Şiddetsiz İletişim ; 1960’larda Psikolog Marshall Rosenberg tarafından çatışma çözümüne katkı koyması adına geliştirilmiş bir yöntem. Marshall: “Gönülden vermeye dayalı bir iletişim.”* Şeklinde tanımlıyor geliştirdiği bu dili. (Tarihsel olarak bu dili ne zaman geliştirdiğini, ilk olarak hangi çatışmanın çözümünde kullandığına dair ayrıntılı bilgileri “Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili” kitabından bulabilirsiniz. )Şiddetsiz İletişim, temelde dört adımdan oluşan; barışa,açık kalpliliğe,sorumluluk almaya, gücü birlikte kullanmaya davet eden,bağlantı kurmak temelli bir dil.

       ŞİDDETSİZ İLETİŞİMDE 4 ADIM

               Gözlem, Duygu,İhtiyaç Ve Rica’dan oluşan bu dört temel adımın özü; bizi tetikleyen bir  ifade veya bir eylemle karşılaştığımızda,yorum-yargı-suçlama-eleştiri içermeden  bu durumun bize neler hissettirdiğini anlatarak, bu hissiyata neden olan ihtiyacımızla birlikte  karşı taraftan ya da kendimizden  somut,olumlu ve net bir dille ne yapabileceğini/yapabileceğimizi rica etmektir. Çoğunlukla bizi  tetikleyen ifade veya eylemlerle karşılaştığımızda, bizler  alışkanlıklarımızdan gelen otomatik cevaplarla iletişim kurmaya çalışırız. Bu otomatik cevaplar -niyetimizden bağımsız-bazen karşı tarafla bağlantımızı engelleyen tetikleyici bir  dile dönüşebilir.  Ya da niyet terazisine yüklediğimiz alışkanlıklarımız, bir başka şiddetti körükleyen güce dönüşebilir.
               Örneğin bir çatışma yaşadığımızda “Kim Haklı? Kim Haksız?”  niyetiyle iletişime geçtiğimizde, üstüne güç kullanmamıza neden olabilir. Ya da “Talep” niyetiyle iletişime geçtiğimizde karşı tarafın  bağlantısını engelleyen bir korkuya neden olabilir. Somutlaştıracak olursam ; “Bunu yapmanı bekliyorum.” gibi bir talep cümlesi, “Acaba yapmadığımda neler olacak!?” gibi korku uyandıran ve seçimlerimizi engelleyen bir sürece dönüşebilir. Oysa 4 adımı temel alan şefkat dili, kendimizi veya başkalarını; yargılamaktan, suçlamaktan, taleplerde bulunmaktan alarak; bizi saygıya,bağlantı kurmaya;öfke,kızgınlık,suçluluk,utanç gibi duyguları fark ederek duygularımızın sorumluluğunu almaya yani  özgürleştirmeye davet ediyor.
                Bu dili kurmak elbette ki kolay değil. Ama zor da değil. Gönülden bir akış, duygularla güçlü bağlantı sürecin su gibi akmasını destekleyebilir.Tabii tüm bunları yaşarken “Eşdeğerli” bir iletişim kurarak gerçekleştirmeye çalışmak bahsettiğim o “İmtiyazlı Dil” e ya da “İmtiyazlı Eylem” e dönüşmesini de engelleyebilir.
                “İmtiyaz “ derken neyi kastediyorum?
                 Kabaca kişiye tanınmış hak veya ayrıcalık diye tanımlayabiliriz. Daha somut olarak sınıftan  örnek verecek olursam; sınıfta otorite  kişi olan, okula ve sınıfa  dair karar verebilme gücünün olduğu,derslerin işlenme biçiminden tutun da çocukların derste  tuvalete gidip gitmeme izninin dahi  elinde olduğu  bir öğretmen; tüm bunlara karar veremeyen öğrencilerden konumu gereği daha imtiyazlıdır.Eğitime,sağlığa rahatlıkla ulaşabilen engelsiz bir çocuk; engelli ya da farklı gelişen çocuklardan daha imtiyazlıdır. Yine  Türkçe konuşan öğretmen veya çocuklar anadilleri farklı olan çocuklar göre daha imtiyazlı bir konumdadırlar. Ya da anadili farklı olup ama Türkiye yurttaşı  olan çocuklar; mülteci çocuklardan daha imtiyazlıdırlar.
                 İşte bu imtiyazlı hallerden  kaynaklı bazı otomatik kodlarımız bağlantı kurarken farkında olmadan devreye girebiliyor. Bu ırk,dil,din,cinsiyet,ekonomi vb ayrıcalıklarımız,  imtiyazlı olmayan  çocukların güçsüzlüğü üzerinden kendini var edebilen bir güce  dönüşebiliyor. Bu güç ile gerçekleşen eylemler, karşılanan ihtiyaçtan çok imtiyazlı olmanın getirdiği, “avantaj odaklı eyleme “dönüşüveriyor. Bu da ikincil dereceden bir ayrımcılığa aslında neden olmuş oluyor.  Yani hukuki olarak ayrımcılığı doğrudan yapan özneler  değil; sosyolojik olarak  toplumdaki ayrımcılığı, öteki algısını devam ettiren özneler olarak konumlanmış oluyoruz.Bu algı devam ettiği için çocuklar da kendi aralarında bu dili ve eylemi devam ettirmiş oluyorlar. Daha somut bir örnek verecek olursam;
                  Ailesinin ekonomik durumu iyi olmayan bir çocuğa mont almak , çocuğun daha rahat bir yaşam sürdürmesine ve destek ihtiyacına  ciddi katkısı olur. Bununla birlikte mont alan kişi de  hayatı zenginleştirme ihtiyacına katkıda bulunur. Montu almadan önce çocukların iyi bir yaşam sürme ve destek  ihtiyacının bu şekilde karşılanmasına rızası olup olmadığını bilmemek, montu verirken ekonomik durumu daha iyi olan bir yerden konumlanıp yapmak, bunu yüceltmek, hatta sosyal medyada duygusuyla paylaşmak, ekonomik durumun  iyi olma halini ayrıcalıklı  bir yerden, çocuklar üzerinden güce dönüştürmüş olur. Bu  eylem kendi algısını toplumda devam ettirir. Hatta sınıfta "Öğretmenim Suriye'den gelen çocuğa kalemimi verdim. Onun kalemi yoktur kesin. Ona yardım ettim." gibi dikey  ilişki kuran cümlelerle bir başka çocukta devam ettiğini görebilirsiniz.
                 İşte bu imtiyazları göz önünde tutarak bağlantı kurmak, çocukları farklılıklarıyla kabul etmek, kendilerini ifade edebilmeleri için, tüm varlıklarıyla  yargılanmadan kendini güvende hissettikleri,farklılıklarıyla var olabildikleri  alanlar açabilmek, ihtiyaçları için birlikte güç kullanabileceğimiz stratejiler üretmek, ihtiyaçlarını öğrenebilmek için onları  duymak, duyuldukları alanlar açmak, tüm çocukların söz hakkı sahibi olduğu mekanizmalar geliştirmek, kapsayıcı bir öğrenme ortamı inşa etmek ve en önemlisi bunları “Eşdeğerli”  ilişki kurarak yapabilmek çok kıymetli. 
                 Bunları yapabildiğimizde, belki  umudu büyüten su damlacıklarına biz de katılmış oluruz.


*Marshall B. Rosenberg – Şiddetsiz İletişim – Remzi Kitapevi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder