27 Aralık 2018 Perşembe

İhtiyaç Kumbarası'nda Bu Ay : Aidiyet


Özenç'ten Kumbara'ya :
Aidiyet…
Çocuklarla aidiyet kavramı üzerine çalışmak, geçtiğimiz iki kavrama göre (bağlantı – güven) daha farklıydı benim için, nesnelerden ilişkilere geçişimiz zaman aldı.
Aidiyet deyince akıllarına gelen ilk kelimeler genelde sahip olmak ile ilgiliydi.
  • Benim kalemlerim bana ait.
  • Koyunlarımız bize ait.
  • Başka birine ait olan bir şeyi izinsiz almamalıyız.
  • Aidiyet,  sende olan şeylerdir.
Bu son cümle ile bağlantılı sorular sordum. Burada arkadaşlık ve ile bağları üzerine cevaplar geldi.
Karşılıklı bağlar, topluluk, sevgi, güven ihtiyaçlarını sık sık anarak bahsettik aidiyetten. Şöyle bir cümle geldi, birlikte olmak ve aidiyet ilişkisini konuşurken şunu ekledi: Birlikte olmaktan mutlu olduğumuz topluluklara aitiz, diğerlerine değil. Ben hala bunu düşünüyorum.

Ebeveyn Gözüyle Aidiyet 
Burcu’dan:

“Aidiyet... Doğumdan itibaren başlayan bir arayış. Belki ta anne karnından. Bilemiyoruz. Bildiklerimiz ışığında, loş ve sulu anne karnından aydınlık ve kupkuru yeryüzüne geçer geçmez bağ kuracak bir canlı arıyoruz hayata tutunmak, kaybolmamak için. Hâliyle ana oluyor bu ilk bağ ihtiyacının yöneldiği kaynak. Göbek bağından gönül bağına. Şanslıysak. Anamız oradaysa. Sadece fiziksel olarak değil, tüm varlığıyla bizi kabullenmeye, bizi duymaya, görmeye, hissetmeye açıksa... Ki değilse de bu anaların suçu değil. Kendimden biliyorum. Başına ne geleceğini bilmiyorsun ki o mini mini yavruyu içinden çıkarıp kollarının arasına aldığında. Seni neler bekliyor, ne sınavlar, geçmişinden gelen tüm hayaletler bir bir dikiliyor karşına, hiç beklemediğin anlarda, hiç ummadığın türlü biçimlerde. E o ilk güvenli bağlanma ihtiyacın karşılanmadıysa da, hikâyen ne olursa olsun tepkilerin benzer. Aranıp duruyorsun deli danalar gibi girdiğin her ortamda, okulda öğretmeninle başlayıp kurduğun tüm ilişkilerde aynı arayışın içinde dönüp duruyorsun dolap beygiri gibi. O ilk güvenli bağ = aidiyet. Önce ait olacaksın birine ki oradan kendini bulasın. Aidiyetin kişilerden, mekânlardan, nesnelerden bağımsız olduğunu algılayasın. Ah o ilk güvenli bağ... Olmadıysa da – ki pek azımız bu lükse sahip, araştırmalar öyle diyor – dünyanın sonu değil. Açık, yargısız, koşulsuz kabulle başka ilişkilerde filizlenip serpilebiliyor. Yine araştırmalar öyle diyor. İlkine güvenli bağlanma derken buna da kazanılmış güvenli bağlanma diyorlar*.
O hâlde kilit kelimeler: ilişki, bağlanma (bağlanma kuramı), koşulsuz kabul, güven, ihtiyaçların zamanında ve kararında karşılanması - yani aslında duyulmak, görülmek, hissedilmek ve bunu bilmek.
aidiyet... Doğumdan itibaren başlayan bir arayış. Belki ta anne karnından. Bilemiyoruz. Bildiklerimiz ışığında, loş ve sulu anne karnından aydınlık ve kupkuru yeryüzüne geçer geçmez bağ kuracak bir canlı arıyoruz hayata tutunmak, kaybolmamak için. Hâliyle ana oluyor bu ilk bağ ihtiyacının yöneldiği kaynak. Göbek bağından gönül bağına. Şanslıysak. Anamız oradaysa. Sadece fiziksel olarak değil, tüm varlığıyla bizi kabullenmeye, bizi duymaya, görmeye, hissetmeye açıksa... Ki değilse de bu anaların suçu değil. Kendimden biliyorum. Başına ne geleceğini bilmiyorsun ki o mini mini yavruyu içinden çıkarıp kollarının arasına aldığında. Seni neler bekliyor, ne sınavlar, geçmişinden gelen tüm hayaletler bir bir dikiliyor karşına, hiç beklemediğin anlarda, hiç ummadığın türlü biçimlerde. E o ilk güvenli bağlanma ihtiyacın karşılanmadıysa da, hikâyen ne olursa olsun tepkilerin benzer. Aranıp duruyorsun deli danalar gibi girdiğin her ortamda, okulda öğretmeninle başlayıp kurduğun tüm ilişkilerde aynı arayışın içinde dönüp duruyorsun dolap beygiri gibi. O ilk güvenli bağ = aidiyet. Önce ait olacaksın birine ki oradan kendini bulasın. Aidiyetin kişilerden, mekânlardan, nesnelerden bağımsız olduğunu algılayasın. Ah o ilk güvenli bağ... Olmadıysa da – ki pek azımız bu lükse sahip, araştırmalar öyle diyor – dünyanın sonu değil. Açık, yargısız, koşulsuz kabulle başka ilişkilerde filizlenip serpilebiliyor. Yine araştırmalar öyle diyor. İlkine güvenli bağlanma derken buna da kazanılmış güvenli bağlanma diyorlar*.
O hâlde kilit kelimeler: ilişki, bağlanma (bağlanma kuramı), koşulsuz kabul, güven, ihtiyaçların zamanında ve kararında karşılanması - yani aslında duyulmak, görülmek, hissedilmek ve bunu bilmek.”

*Nilüfer’in 2016’daki bir yazısı bağlanma meselesini çok güzel özetliyor. Link bu. Altına da kopyalıyorum. Çünkü bu mektupta dursun istiyorum. Benim için düğümü çözen mevzu “Bağlanma Kuramı” oldu zira.

“Bağlanma Kuramı ve Aidiyet” diye arama yaptığımda rast geldiğim siteler (eminim daha fazlası da vardır, bunlar ilk anda bulabildiklerim. İlki Türkçe, diğerleri İngilizce):

Burcu.

25 Aralık 2018 Salı

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü Aralık II


Sura Hart ne diyor?

Eğlence ve oyun temel insani ihtiyaçlardır, dinlenecek vakit bulamayan öğretmenler için bile. Eğlence/oyun ihtiyacınızı karşılamak için ne yapıyorsunuz?  Yaptığınız şeyleri düzenli mi yapıyorsunuz? Bir yerden başlamak ister misiniz?
Öğrencilerimizin duygu ve düşüncelerinin bizim için önemli olduğunu bilmelerini istiyorsak, onları dinlemek ve görüşlerini dikkate almak için zaman ayıralım. Günlüğünüze not alın: Öğrencilerinizi düzenli olarak dinlemek için zaman ayırıyor musunuz?

Ben ne düşünüyorum?
Geçen yıl Marshall Rosenberg’in “Oyun olmayan hiçbir şeyi yapma.” sözüyle başladığımı hatırlıyorum bu haftaki günlüğe. Hayatımın her alanına yıldızlı harflerle başlık atmak istediğim bu cümleyi geçtiğimiz hafta Şiddetsiz İletişim Temel Eğitim Programı’nın kapanış çemberinde tekrar ettim. Haftasonu boyunca konumuz “empati”ydi. Ve biz No-Fault Zone oyunu ile empati aldık verdik. Bağlarımız güçlendi, fark ettik. Kartlar dizildi önüme, kartlar eksildi. İçimi kasıp kavuran bir konu yavaş yavaş yumuşadı içimde. Hem de bir masa oyununda. O konu üzerine düşünüp kendime ricalarda bulunmak benim için ateş hattıyken, oyun oynarken keyifli bir yolculuğa dönüştü. “Yaşasın oyunun gücü!” dedim.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Bu haftaki günlüğün devamında gelen “öğrencilerinizin görüşlerini dikkate almak için zaman ayıralım” önerisi ise oyun ve eğlenceyle yakından ilişkili.
Çamtepe’deki çocuklar 6 - 6 buçuk yaşında. Geçtiğimiz yıl oyunun yerinin değerini uzun uzun yazmıştım. Bu yıl da çocukların duygu ve düşüncelerine yer açtığım zamanlarda defterime not aldıklarım “oyun/eğlence” ile yakından ilişkili oluyor.
Serbest oyun zamanları çocukların en önemsediği aralıklardan. Benim de uzaktan bile dahil olsam keşifler yaptığım fırsat alanı. Geçtiğimiz günlerde çocuklar çook uzun bir dal parçası buldular oyun esnasında. Onu birlikte taşıyabilmek için türlü denemeler yaptılar. Ormanın bir ucundan avluya kadar işbirliğiyle taşıdılar. Yani onlar öyle dedi en azından :) O büyük dal parçası bir salıncak oldu ancak zeytine yaslayana kadar en az yedi sekiz kez plan değişti. Minik hesaplamalarla en iyi yaylanma noktasını keşfettiler. Sonra dalın zeytin ağacına zarar verdiğini fark ettiler. Planlar değişti, avludan çim alana inme kaydırağı oldu. Yine eğimin kusursuz noktasına göre hesaplamalar.
Aralarında diyalogların aktığı, planlar yapıldığı anları keyifle paylaşıyorum çocuklarla. Kendi planımı esnetmeye çalışıyorum böyle anlarda. Çünkü görüyorum ki oyun ve eğlence ihtiyaçların mihenk taşı ömrün her anında.  

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Tesadüf bu ya, bu haftaki günlüğü yazacağım sırada bir araştırma yapıyordum. Karşıma International Play Association çıktı. Uluslararası Oyun Derneği İskandinavya’da kurulmuş bir sivil toplum örgütü. 50’den fazla ülkede aktif grupları ve üyeleri var. Biri de Türkiye. http://www.ipaturkiye.org/ adresinden faaliyetlere ulaşılabilir.
http://ipaworld.org/resources/ adresinden ise pek çok kaynağa ulaşılabilir. Ben şimdiden kurcalamaya başladım. İncelemeye devam edeceğim. Pek çok oyun örneği, etkinlik var çocuk hakları, oyun bağlamında.


Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Oyun ve eğlencenin hayatımda yerini fark ettikçe daha değer veriyorum. Düzenli yapma çabam yaratıcılığı da hareketlendiriyor, beni tazeliyor.
Bir de yetişkinlerle oyun oynama isteğim var zaman zaman, doğada. Onu da hayal köşesine bırakıyorum.

18 Aralık 2018 Salı

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü Aralık II


Sura Hart ne diyor?
Eğlence ve oyun temel insani ihtiyaçlardır, dinlenecek vakit bulamayan öğretmenler için bile. Eğlence/oyun ihtiyacınızı karşılamak için ne yapıyorsunuz?  Yaptığınız şeyleri düzenli mi yapıyorsunuz? Bir yerden başlamak ister misiniz?
Öğrencilerimizin düşünce ve duygularının bizim için önemli olduğunu bilmelerini istiyorsak, onları dinlemek ve görüşlerini dikkate almak için zaman ayıralım. Günlüğünüze not alın: Öğrencilerinizi düzenli olarak dinlemek için zaman ayırıyor musunuz?

Ben ne düşünüyorum?
Bayılırım oyuna, eğlenceye, sınıflardan ve öğretmen odasından kahkahalar yükselmesine! Ben Sura’nın girişini basit ve etkili buldum. Başta temel insani ihtiyaç demeye gerek var mı ki, herhalde yani diyecek olsam da, bu girişin deneyimle süzülerek buraya yerleştirildiğini anladım. Hakim çocuk algısının da etkisiyle yaş ve oyun oynama arasında bir ters orantı varmış gibi yaşanıyor. Bu ders programlarına da yansımış durumda,  sınıf sayısı arttıkça, serbest etkinlik ve oyun saati azalıyor. Kendi okul yıllarımı hatırladığımda, oyun yetişkin tarafından bitirilen ya da bir an önce bitirilmesi gerektiği sıklıkla söylenen bir şeydi, birlikte oynadığımızı pek hatırlamam. Hafızamda yer eden azıcık birlikte oyun oynama deneyimlerimizde de aramızda eşdeğer bir ilişki yoktu, oyunun amiri oluverirdi öğretmen. Niyetinin oyunun selametini sağlamak olduğu her halinden anlaşılırdı. Çünkü oyun oynayanlar,  gerçekten oynayanların halini iyi bilirler. Yazarken tekrar fark ediyorum, niyet hemen anlaşılan bir şey, hele ki çocuklar tarafından.

Oyun ve eğlenceyi tenefüse (ki yetmesi imkansız)  ya da derslere  sıkıştırmaya  çalışmadığımız bir akış özlüyorum. Bunu hayata geçirmeye çalışıyorum. Hayatta her şey iç içe, hele ki oyun ve eğlenceden bahsediyorsak ne kadar spontan. Birlikte eğlenerek yaşayalım ve öğrenelim istiyorum, dersler, tenefüsler öyle aksın, gitsin. Sura’nın düzenli yapıyor musunuz sorusunu da yine çok anlamlı buluyorum. Sınıfta duygusal ve fiziksel güvenliği inşa etmede rutinlerin öneminden sıklıkla bahsetmiştik. Oyun ve eğlence için de birlikte olduğumuz grubun ilgi ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, çocuklara danışarak ya da onlarla birlikte bir rutin oluşturmanın önemli olduğunu deneyimliyorum.  Bununla birlikte oyunbazlık ve yaratıcılık da hep bizimle olsun. Bu iki kelimeyi yan yana kullanmışken aklıma bu konu ileilgili derinlemesine düşündürecek bir kitap geldi: Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan ‘’Oyun, Oyunbazlık, Yaratıcılık ve İnovasyon'' (Patrick Bateson, Paul Martin) 

Rutinde birlikte eğlenmeyi deneyimledikçe, akış da daha eğlenceli olacaktır.
Sonrasında ise dinleme ve görüş almadan bahsetmiş. Bu haftaki konuların çocuk hakları ve katılımı ile ne çok bağlantısı var. Katılımcı ve barışçıl bir sınıf niyetimiz varsa, bu iki kavram anahtar niteliğinde. Söylemeden geçemeyeceğim, bu aslında tüm niyetlerden bağımsız, çocuğun hakkı, bizim ise sorumluluğumuz. Gününün ve dolayısıyla hayatının çok önemli bir kısmını okulda geçiren çocuğun, kendini ilgilendiren konularda karar verebilmesi, görüşlerini paylaşması dolayısıyla dinlenmesi için zemin hazırlamak bizim sorumluluğumuz. Açıkçası buranın altını çizmek yetişkin olarak bana iyi geliyor, içimi rahatlatıyor, netleştiriyor. Ve biliyorum ki okula gelebilen her çocuk, görüş bildirebilir. Yolları, yöntemleri tekleştirmeyelim yeter ki.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Oyun ve eğlence ile ilgili kendi grubumu gözlemlediğimde okula geldiği ilk zamanlarda harekete ihtiyaç duyduklarını fark ettim. Ben sınıfa girerken de ilk anlar çok kaotik geliyordu bana. Girer girmez üst üste binen sesler, bana yönelen bedenler ve hoşnutsuz ben. Daha ilk dakikada.

Hoşnutsuzluğumu paylaştım çocuklarla ve onlara nasıl bir başlangıç istediklerini sordum.
-        

            Sabah sporu yapalım.
-          Şarkı açıp dans edelim.
-          Selamlaşalım.
-          Şarkı söyleyelim.

Bence çok makul istekler(olmayabilirdi tabi, olmasaydı tekrar konuşulurdu.) ben de böyle bir araya gelmeyi istiyordum. O nedenle sabah çemberimize şöyle düzenlemeler yaptık. Ben sınıfa gelip yerleştiğimde, işbölümündeki çember kolaylaştırıcısı, hepimizi çembere çağırıyor. Sınıfta yere çizili olan çembere geçiyoruz. Ben kalimbayı alıp, çalmaya başladığımda hepimiz çember şarkımızı söylemeye başlıyoruz. Şarkı bitince söz nesnesi  hepimizi teker teker dolaşıyor ve güne başlarken paylaşmak istediklerimizi söylüyoruz. Sonrasında çember kolaylaştırıcımız ortaya geçiyor ve bize sabah sporu hareketlerimizi yaptırıyor. Birkaç hareket var ki, herkes içten içe onu bekliyor. Eller belde, belimizi daire şeklinde çevirdik mi kahkahalar patlamaya başlıyor. Ah diyorum, birlikte eğlenmek bazen ne kolay! Sonrasında  kalimba tekrar çıkıyor ve çember kapanış şarkısını söylüyoruz ve bitiriyoruz.  Bayıldığımız bir rutin, sanki her sabah ilk kez yapıyormuşuz gibi coşkulu, bununla birlikte gün geçtikçe geçişleri kolay, akışa dönüşen.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Dansın hala çok canlı bir istek olduğunu görüyorum. Onu direk çembere eklememiştik, şarkı ve spor dans ihtiyacını da karşılar diye düşünmüştüm açıkçası ama öyle olmadı. Sınıfa girdiğimde sınıfta öbek öbek dans eden, halay çeken çocuklar görüyorum, bahçede de öyle.
Birlikte dans edebileceğimiz bir zaman planlamayı düşünüyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu ara o kadar içimi ısıtan, bazen gözümü dolduran bazen de olduğum yerde zıp zıp zıplatan geribildirimler aldım ki!

Hevesimi, üretkenliğimi, çabamı kutluyorum.











12 Aralık 2018 Çarşamba

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü Aralık I

Sura Hart ne diyor?
Evrensel insan ihtiyaçlarından biri kendinin ve başkalarının iyiliğine katkıda bulunmaktır.  
Bir eğitimci olarak her gün bir sürü katkıda bulunuyorsunuz. Bazen öğrencilerinizin sahip oldukları potansiyele ulaşma becerilerini geliştirme konusunda en çok işe yarayan katkılar, görünüşte en küçük olanlardır.
Bununla birlikte yaptığınız her şey, bir ihtiyaç karşılama çabasıdır.
Öğrenme ihtiyacınızı karşılamak için, biraz zaman ayırıp hata adını verdiğiniz şeylere bir bakın. Kendinizi yargılamak yerine, yapmış olduğunuz şeyi yaptığınızda hangi ihtiyacınızı karşılamaya çalıştığınızı belirleyin.


Sonra da, eylemlerinizle karşılanmamış olan ihtiyaçlarınızı belirleyin.
Daha fazla ihtiyacınızı karşılamak için farklı yapabileceğiniz bir şey var mıydı?
Bu farkındalık sizin için yeni bir öğrenmeye vesile oldu mu?


Ben ne düşünüyorum?
...potansiyele ulaşma becerilerini geliştirme konusunda en çok işe yarayan katkılar, görünüşte en küçük olanlardır.” Günlükler sayesinde bu küçücük katkılar artık daha görünür gözümde. “Kutlama” girdikçe hayatıma, yerleştikçe dilime kolaylaşıyor bu süreç sanki. Çocukların potansiyellerini görebilmek için onları daha yakından tanımaya çalışmak en güzel keşif, onların kendilerini tanımaya yol açmak ise ne büyük bir katkı. Ve her gün yapmaya çalıştığım şeylerin yolunun hep buraya çıktığını görüyorum şimdi.
Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocukları tanıma yolculuğu her an bambaşka coğrafyalardan geçen bir trenin penceresinden bakmak gibi. Muazzam bir çeşitlilik. Birlikte olduğum bu küçücük grupta bile her gün başka bir hal görüyorum pencereden. Bu çeşitlilik hayatlarını zenginleştirmek adına ufak tefek birçok imkan sağlıyor. Ki öğretmenlik dediğimiz şey de böyle böyle kıymetli oluyor bence.
Bu küçük katkı, “bir bitkiyi büyütmek adına neler gerektiğini paylaşmak”, “örgü örmeye başlamak için yünleri nasıl birbirinin üzerinden geçirdiğimiz”, “ormandaki geziyi hikaye kitabı yapabilmek için bazı harflerin nasıl yazıldığı”, “bir süreç bitiminde çembere oturup kutlamaları sıralamak”,”getirdiğin meyveyi paylaşmanın güzelliğini anlatmak”, “merak ettiği canlılarla ilgili resimler bulup getirmek” gibi pek çok şey olabilir. Yazdıkça canlandı gözümde Çamtepe’de anlar. (Ki bunu daha önce yazmadım sanırım, bir yılı geçti bunun gibi pek çok anı www.instagram.com/camtepedean sayfasında biriktiriyorum kısa kısa. Dilerim bu da sizin hayatınıza katkı koyar, ilham olur:)
Sonrası ile ilgili neler düşünüyorum?
Bu küçük anları gözler önüne serdim ancak Sura devam ediyor: “...yaptığınız her şey, bir ihtiyaç karşılama çabasıdır.” Yargılamanın sularına çok kolay varıyorum. Boğulacak gibi oluyor insan suçlamanın kollarında. “Bunlara daha sık eğileceğim” dedim, “not tutacağım” dedim. Ancak yine sözümü tutmadım. Bile bile altını çizdim bu cümlenin. Yine yapamadım, sözümü tutamadım diyorum. Mini çakallar iş başında. Artık ihtiyaçlarıma daha kolay dokunur haldeyim, çok da şiddetli fırçalamıyorum kendimi ancak böyle de masum görünen bir cümlede bile neler geçiyor.
Çocuklarla birlikteyken de yapamadığımı düşünerek kendimi yargıladığım pek çok şey var. Bakıyorum neye ihtiyacım var? Özen, destek, anlayış arıyorum. İlham almayı çok özlüyorum. Tek başıma çalıştığım için yalnız hissediyorum bazen.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Ve fark ediyorum kilometrelerce uzaktan Özenç ve Gülesra ile hala dolu dolu bir süreç paylaşıyorum. Aradığım işbirliği, bağlantı, destek onlarla can buluyor hayatımda Çocukla Barış’la.




4 Aralık 2018 Salı

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü Aralık I

Sura Hart ne diyor?
Evrensel insan ihtiyaçlarından biri kendinin ve başkalarının iyiliğine katkıda bulunmaktır.  
Bir eğitimci olarak her gün  bir sürü katkıda bulunuyorsunuz. Bazen öğrencilerinizin sahip
oldukları potansiyele ulaşma becerilerini geliştirme konusunda en çok işe yarayan katkılar,
görünüşte en küçük olanlardır.
Bununla birlikte yaptığınız her şey, bir ihtiyaç karşılama çabasıdır.
Öğrenme ihtiyacınızı karşılamak için, biraz zaman ayırıp hata adını verdiğiniz şeylere bir bakın.
Kendinizi fırçalamak yerine, yapmış olduğunuz şeyi yaptığınızda hangi ihtiyacınızı karşılamaya
çalıştığınızı belirleyin.
Sonra da, eylemlerinizle karşılanmamış olan ihtiyaçlarınızı belirleyin.
Daha fazla ihtiyacınızı karşılamak için farklı yapabileceğiniz bir şey var mıydı?

Bu farkındalık sizin için yeni bir öğrenmeye vesile oldu mu?

Ben ne düşünüyorum?
Üzerine çokça şey yazılabilecek bir içerik benim için. Ancak en çok içimde dönen, görünüşte küçük
olan katkıların en çok işe yarayanlar olduğu. Geçtiğimiz hafta İhtiyaç Kumbarası’nda Güven vardı.
O vesileyle çocuklarla tekrar çalışma fırsatı buldum. Bu blogda da sıkça bahsettiğimiz sınıfta duygusal
güvenliği sağlama ile ilgili neler keşfedeceğim, çocuklarda güven duygusu nasıl yaşıyor diye bir
merakla başladım ve duyduklarım beni epey şaşırttı. Çok kısaca özetlersem, sevmek güvenmek
ile neredeyse aynı anlamda, güvenmemek de korkmak ile.
Çocuk diyor ki, sev. Sadece sev, sevildiğimi bileyim. Bu neredeyse tüm çocuklarımın altını çizdiği
bağlantı bana, çok işe yarayan katkının küçük, basit olduğu sözünü hatırlattı. Bazen çok kafa yorarak,
çok düşünerek buradan uzaklaşabildiğimi fark ettim, içimde bir soru yaşatmaya karar verdim:
‘’Bunun daha basit bir yolu olabilir mi?’’  

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocuklarla paylaşmaya geçmeden önce, BBOM Modeli Geliştirme üzerine çemberde birlikte
çalıştığım bir arkadaşım, katıldığı bir eğitimdeki uygulamadan aldığı ilhamı paylaşmıştı,
bunun neye hizmet edebileceği üzerine konuşurken, ortaya ‘Dilek Çocuğu’ dediğimiz bir sınıf rutini çıktı.
Şöyle ki her gün bir çocuk, sabahtan dilek çocuğu olduğunu bilecek, o gün onun dileklerini hayata
geçirmek için daha çok çaba sarf edeceğiz.
Önceden böylesi uygulamalar pek içime sinmezdi, hepimizin birbirine doğal olarak yapmasını
istediğimiz şeylerin sırası, listesi mi olur derdim ancak, uzunca bir süredir çember deneyimi olan
bir topluluk için böylesi bir kaygı epey azalıyor. Bununla birlikte kalabalık sınıflarda, hızlı gün
akışlarında ‘’görülmeyen, duyulmayan’’ bir çocuk kalma ihtimalini azaltıyor, hem de çok basit bir şekilde.
Sanki her gün bir başkasının doğum günüymüş gibi.
Çocukların geribildirimleri neler?
Çocuklar tahminimden daha çok sahiplendi bu rutinimizi. Çemberde ilk gelen sorulardan biri:
‘’Bugünün dilek çocuğu kim?’’ Kendisinin de illa ki olacağını bilmekten emin olmanın rahatlığı
ile geliyor bu sorular, seviniyorum.
Diğer sınıflara gidip, ‘’Siz de yapın, biz çok seviyoruz.’’ diyorlar, yine seviniyorum.
Sonrası ile ilgili neler düşünüyorum?
Gün sonu çemberinde sözlü olarak kendini ifade eden dilek çocuğu, bir kısa günce tutsa ne güzel
olur diye düşünüyorum. Tüm sınıfın elinin deyeceği bir defter, aklımda bu var, umarım yapabiliriz.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

Yazarken düşündüm, bu yazıda hem İhtiyaç Kumbarası’na, hem BBOM Model Geliştirme
çemberlerine atıfta bulundum. Yaptığım, emek koyduğum her işin birleşip akıvermesini kutluyorum!