26 Nisan 2018 Perşembe

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 22. Hafta


           “İlişki temelli bir sınıfta öğrenme ortamında sorumlu olan tek kişi öğretmen değildir. Öğretmenler, sınıftaki bağlılık ve canlılığa birincil olarak katkıda bulunan bireyler olmaları için; öğrencilere kendilerini ifade etmelerinin, başkalarını dinlemenin ve birbirleriyle bağlı çalışmanın yeni yollarını öğrenecekleri fırsatlar sunarlar.
Öğrencilerinizin sınıf yaşantısına katkıda bulunmalarını teşvik etmek için neler yapıyorsunuz?”

           Sınıflar,bir yerde okuldan bağımsız bir alan oluşturmakla birlikte aynı zamanda okulun bir parçası olmayı ve bu hali sürdürmeyi her zaman başaramaz. Genelde çocukların sınıfla olan ilişkisi daha çok fiziksel olarak kullanabildikleri alanlar üzerinden oluyor. Okulla ilişkisi de bir benzeri oluyor ek olarak bir de kurallar üzerinden bir bağlantısı oluyor. Oysa bizim derdimiz sadece fiziksel olarak değil,öğrenme ve yaşama alanı olarak da   orayla bir bağ geliştirmesi. Çünkü biliyoruz ki bu bağların güçlenmesi demek öğrenme sürecinin olumlu yönde ilerlemesi demek. Ve sosyal duygusal yönüne katkı sunması demek.

            Çocuklarla ilk başladığımız zaman yaptığımız  ve süreçte canlı olarak ilerleyen anlaşmalar bir nevi bunun ilk adımları oluyor. Fiziksel olarak kullandığı sınıfın,aslında bunun da ötesinde olduğu,diğer arkadaşlarına,öğretmenine sorumlu olduğu konuların da konuşulduğu bir alan olduğunu hatırlamış oluyor. Anlaşmayla başlayan bu süreç, onlara dinleme ve duyulma alanlarının açılmasıyla daha da derin bir aşamaya geçiyor. Nedir bu derin aşama? Bu aşamada çocuklar yargıları olmadan kendini ifade edebilmeye,odağını kaybetmeden arkadaşını dinlemeye başlıyor. Sura Hart’ın: “Öğrencilerinizin sınıf yaşantısına katkıda bulunmalarını teşvik etmek için neler yapıyorsunuz?” sorusuna cevap verecek olursam,bunu sınıfta zaman zaman çemberlerle zaman zaman sınıf meclis toplantılarımızla oluşturmaya çalıştık biz. 


            Son dönemlerde rutinler bozulmaya başlasa da çocukların kendini ifade ederken olan rahatlıkları,sınıfa dair olan her konuda görüş belirtmeleri,görüşlerini hayata geçirmek için çabalamaları,sınıf yaşantısına nasıl katkıda bulunduğunu göstermiş oluyor. Bazen bizim için küçük ve basitmiş gibi görünen durumlara sunmaya çalıştıkları katkının aslında ne kadar önemli ve emek verdiğimiz bir süreç olduğunu fark ediyorum. Bunun aslında zamanla bir kültür olduğunu ve okul dışındaki hayatlarını da nasıl kolaylaştırdığını hatırlatıyorum kendime. Çünkü biz öğretmenler bazen bu durumları çok sıradan görebiliyor ve belki de bir yetişkinde gördüğümüz tepkilerin aynısını onlardan da bekliyoruz. Örneğin sınıftaki basketbol topuyla her tenefüste oynanmak istenmesi ve kimin o topu alıp sorumluluk üsteleneceği ilk zamanlar problemdi.Kura yöntemi denedik,sınıf listesi sırası denedik ama her defasında memnun olmayanlar çıktı.Ve bu öneriler hep ban aitti. Sonrasında kendi buldukları çözümle sınıf nöbet saatindeki ikili sistemi uygulayacaklarını,bir kişinin topun sorumlulu,diğer kişinin ise oyunun sorumluluğunu alacağına dair karar çıktı.Ben de uydum. Bu olayı çözmeleriyle birlikte diğer konularda da görüş belirtip aktif olmaya başladılar. Çünkü daha önce basketbol konusu gibi sınıf için önemli bir mevzuyu çözme deneyimleri vardı. İşte bu “küçük-basit” gördüğümüz ama aslında çocuklar için ilişki temelli bir sınıfın önünü açan olayları artık daha fazla önemsiyorum.
            
            Bu hafta içimdeki en canlı kutlama bu hafta ilk olarak kendime. J  Her hafta bilgisayarın başına geçme halim, Sura Hart’ın pasajlarını okudukça kendimde de olan değişim, kendimle olan bağlantımın güçlülüğü, ihtiyaçlarımı gözetmem için somut adımlar atışım, bunların hepsinin bir bağının olduğu Şiddetsiz İletişim… Belki hiçbir zaman dört dörtlük hayatımıza uygulayamayacağız,yargının hiç uğramadığı yazılarımız ya da konuşmalarımız belki hiç olmayacak ama ara ara kendimize hatırlatıp emeklerimizi sevmemiz,kalbimize şefkat duymamız her zaman en büyük kutlamamız olacak. En azından benim öyle olacak. J
           Bu sürecin okulla  olan bağımıza da katkı sunmasını dileyerek, hepimizi ilgilendiren konularda tüm sınıf temsilcileriyle bir şeyler yapılmasını umarak bu haftaki günlüğüme son veriyorum.
Hepinize Marshall’ın bahsettiği “Kendine Şefkat” i iliklerinizde hissettiğiniz haftalar diliyorum.

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 25. Hafta

Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta, hem kendilerinin hem de başkalarının armağanlarının farkına varmaları için öğrencilere destek olunur. “Birbirine bağlar” ihtiyaçlarını karşılamaları için öğrencilerinize yardımcı olabilirsiniz.

Herkesin ihtiyacının karşılamak için öğrenciler kendi armağanlarını vermenin ve başkalarının armağanlarını almanın yollarını ararlar.

Öğrencilerden armağanlarının bir listesini yapmalarını isteyin (bu listeyi yazarak veya çizerek yapabilirler). Sınıf arkadaşlarının bu konudaki fikirlerini alabilirler. Öğrencilerin armağanları ile ilgili farkındalıklarını artırmak için bu listeleri okuyabilir veya sınıfta görebilecekleri bir yere asabilirler.


Ben ne düşünüyorum?
Bu hafta da kalbim çarptı konuya. Bediz’in ön yazısını tekrar okumak için açtığımda dayanamayıp ona da yazdım: “bazı paragrafları alıp başucuma koymak istiyorum” diye. Burada da dursun:



“Benim ilişki içindeki her eylemim ötekini ötekininki de beni etkiliyor. Bu etkileşimlerde “birbirine bağlar” ihtiyacımız karşılandığı ölçüde ahengi yakalıyor, ilişki içinde kendimize ve birbirimize yabancılaşmadan ilerleyebiliyoruz. Gönülden alıp verdikçe çeşitleniyor, büyüyüp gelişiyoruz. Birlikte dönüşüp bir sonraki etkileşimde daha esnek var oluyor; zamanla, akışta olmanın getirdiği bereketin tadına varıyoruz.


Hepimizin ötekine verecek çok şeyi var. Vermenin tadını aldığımızda ve verdiğimizin karşımızdakine sunduğu katkının önemini fark ettiğimizde gülüşümüzden bedenimize yayılan sıcaklıkla nasıl da canlanıp güçleniyoruz. Çocuklarımızın erkenden kendi verebileceklerini fark etmeleri ve gönülden verileni alabilmeyi öğrenmeleri için onlara destek olmak diye bir kazanım yok müfredatta.”


“Birbirine bağlar” ilk duyduğumdan beri türlü şey canlandırıyor zihnimde. Birbirine sarılan iki insan, birbirinin üzerinden geçen ayakkabı bağcıkları, türküdeki “kalpten kalbe bir yol var görünmez” sözleri… Sonra bakıyorum ilişki içinde olduğun her alanda temel ihtiyaç bu. Çocukla, arkadaşımla, iş yaptığım ortamda, komşumla… Her biriyle “barış” sağlamak için önce “birbirine bağlar”.


Gönülden almak ve gönülden vermek de şiddetsiz iletişim sayesinde üzerine düşündüğüm, ılık ılık sularında yüzdüğüm bir konu. Verirken; bunu gerçekten gönlünden geçirirken içine doğan hafiflik, huzur, yüzünde tebessüm…
“Keşke müfredatta olsa” diye bir başlık belirlesek de altını doldursak… İlk sıralarda bu olur.


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Hediyeleşme konusunda bir hafta yazmıştım günlüğe. Ne çok seviyoruz vermeyi, almayı. Hala bir taş var çantamda, ufak bir kurbağa kalem kutumda. Ben de bu tatilde şişle yünle kayık yapmayı öğrendim. Çocuklara birer tane öreceğim. Birbirimizden hatıralar güçlendirdi bağlarımızı, bunu adım adım gördüm birbirimizi tanımaya çalışırken.


Tatilde herhangi bir yerde bile birbirimizin aklına düşüyor, bir hediye düşünüyorsak artık kalpten kalbe giden, görünmez yollar çiçeklerle doludur değil mi?


Çocukların geri bildirimleri neler?
Bazen yaptığımız etkinlikleri de minik armağanlaşmaları içerecek şekilde düzenliyoruz. Yeni öğrendiğimiz bir el işini birbirimize hediye ediyoruz. Resme onun sevdiği hayvanları ekliyoruz. İnsan birinin mutluluğuna katkı sunacak, yüzünü gülümsetecek bir şey yapıyorsa, kendisi de bir o kadar mutlu hissediyor.
Çocuklarda da böyle. Çoğunlukla anneleri, babaları için bir şeyler hazırlıyorlar okulda. Karşılaştıkları an büyük bir sevinçle tutuşturuyorlar ellerine.
Bu armağanlar yaptıkları bir resim, el işi, kozalak, taş, kuru yapraklar, dal parçaları… Birçok şey olabiliyor.
Çocuklarla bu konuda paylaşım yaparken el emeğini hediye etmenin, onu hazırlarken sabrından; hediye edeceğimiz kişinin aldığındaki tepkisini düşünmeye kadar her sürecinin yaşamaya değer, keyifli anlar olduğunu anlatmaya çabalıyorum.
Seri üretimle binlerce yapılan bir üründense, kendi el emeğimizle ve fikirlerimizle tasarlayıp hazırladığımız bir hediye daha bize özgü olmuyor mu? Bir şeye boyutuna ve fiyatına göre paha biçmeye çalışmaktansa çocuklara süreçlerin, emeğin, üretimin kıymetinden bahsetmek kendi tüketim alışkanlıklarımızı da değiştirebilecek en mühim bilgilerden bana kalırsa...


Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Hediyeden nerelere geldik. Reduce, refuse, recycle diye devam etmek geliyor içimden. “Doğayla barış” yanımı gıdıklayıp duran konular. Hep üzerine düşünüp konuşmak istiyorum :)
22 Nisan Dünya Günü’nde günlüğün buraya bağlanması manidar oldu.
Yeryüzüne ve birbirimize bağların sımsıkı olduğu, barış dolu bir hafta diliyorum!

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 25. Hafta

Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta, hem kendilerinin hem de başkalarının armağanlarının farkına varmaları için öğrencilere destek olunur. “Birbirine bağlar” ihtiyaçlarını karşılamaları için öğrencilerinize yardımcı olabilirsiniz.

Herkesin ihtiyacının karşılamak için öğrenciler kendi armağanlarını vermenin ve başkalarının armağanlarını almanın yollarını ararlar.

Öğrencilerden armağanlarının bir listesini yapmalarını isteyin (bu listeyi yazarak veya çizerek yapabilirler). Sınıf arkadaşlarının bu konudaki fikirlerini alabilirler. Öğrencilerin armağanları ile ilgili farkındalıklarını artırmak için bu listeleri okuyabilir veya sınıfta görebilecekleri bir yere asabilirler.


Ben ne düşünüyorum?
Bayıldım bu haftanın konusuna. Armağan ne güzel şey! Alması, vermesi, hazırlaması, saklaması...Sonra, bir sözün hatta birinin varlığının armağana dönüşüvermesi. Yaşamı güzelleştiren, zenginleştiren zamanlar benim için.
İhtiyaçlardan ''birbirine bağlar'' ısıtıyor içimi, sarıp sarmalanıyormuşum, çok güvenli bir yerdeymişim gibi. Armağan ile ne kadar da ilişkili.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Hikayeye somut örneklerle başlayayım. Okulun ilk zamanları, yeni tanışıyoruz. Elim, kolum, kalbim hep dolu. Bilezik, toka, top, kurabiye, yumurta sayamadığım neler neler...Kiminin en değerlisi, kiminin paylaşmak istediği. Sabah karşılaşır karşılaşmaz büyük bir heyecan ve coşkuyla tutuşturuyorlar elime, bazen takip edemiyorum bile. İlk zamanlar niyetimi anlatamama ihtimali beni bir süre bekletti, sonra çemberimiz oldu. O zaman paylaşmaya başladım evden getirdiklerini kabul etmekte zorlandığımı. Sonrasında okulda elimize ne geçtiyse, emeğimizle birbirimize güzellikler yapmaya başladık. Bazen yan yana gelmiş iki çiçek, ''öğretmenim sen bunu çok seversin.'' dedikleri bir yaprak, Bir kağıda özenle -genelde eksik harflerle:)- yazılmış kalbi isitan notlar...
Çok sinmişti içimize böylesi, yaratıcılığımızla birlikte keyfimiz de perçinlenmişti.

Sonrasında yine bir süredir paylaşmak için zaman ve alan yokladığım başka bir konuya geldi sıra: birbirine bağları güçlendirmek. Çocuklara benden onlara-onlardan bana olan bu akışı nasıl zenginleştirebileceğimizi sordum. Çünkü hayalimde herkesin birbirine armağanlar verdiği, sadece benim onlarla ve onların benimle değil, birbirimizle bağların güçlendiği bir akış var, armağan da bunun göstergesi. Çocuklar birbirlerine de armağan verebileceklerini, böyle dersler yapabileceğimizi söylediler. Bir kaç kez hediye yapma atölyesi yaptık, epeyce keyifliydi benim için birbirlerine hediye yaparken ve verirken onları izlemek.
''Şevin, kırmızıyı çok sever, onun için kırmızı kağıt kullanayım.''
''Mahir, topu çok seviyor, ona top çizeyim.''
''Öğretmenim sen Beritan'ın ne sevdiğini biliyor musun?'' duyduklarım güçlenen bağları görünür kılıyordu ama asıl anlatmak istediğim bir başka yaptığımız çember: Sevgi Duşu

Öğretmen Köyümüzde, Çocukla Barışta da yaptığımız ve başlarkenki halimizle hiç aynı sonlandırmadığımız, hep çok coşkuyla hatırladığımız bir çember. İçimizden biri ortaya geliyor ve kalanlarımız ona, onunla ilgili güzel deneyimlerini, kutlamalarını paylaşıyor.

- Sen benimle kalemini paylaştın, sen çok iyi bir arkadaşsın.
- Sen yolda beni köpekten korudun, teşekkür ederim.
- Sen beni sek sek'e aldın, ben o oyunu çok seviyorum.
Daha neler neler...Bu zamanların ses kayıtlarını alıyorum, bazen çemberde açıp dinliyoruz birbirimize neler söylediğimizi.

Böyle böyle ilişkimizin, karşılıklı bağlarımızın nasıl da güçlendiğini görüyorum, görüyoruz ve zamanla birbirimiz için bir armağana dönüşüyoruz.

''Seninle bu kadar vakit geçirebildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi!''
''İyi ki biz arkadaş olmuşuz.''
''Ne güzel, yine birlikteyiz.''

Kendi içimizde başlayan barışa can suyu bu sözler...Daim ve bereketli olsun.



18 Nisan 2018 Çarşamba

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 24. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Öğrenciler için işbirliği içinde çalışmak şaşırtıcı derecede doğaldır.
Nasıl etkileşim kuracaklarına dair yeni seçimleri ve becerileri olunca, endişeleri duyulduğunda ve ihtiyaçları karşılandığında; birlikte çalışmanın, birlikteliğin en keyifli hali olduğunu anlarlar.


Öğrencilerinizi birlikte işbirliği içinde çalışırken izleyin. Heyecanın ve doğaçlama yürüyen problem çözme süreçlerinin farkına varın. Karşılıklı alışverişin ritim ve akışının sahip oldukları iletişim becerilerine bağlı olarak ilerleyişini fark edin.

Ben ne düşünüyorum?

Bu benim en sevdiğim şey! Çabamın, motivasyonumun kaynağı o zamanları yakalayıp, keyifle izlemek, oralardan yüreğime iyi gelen cümleleri bulup çıkarmak, o cümleleri çemberde çocuklarla paylaşmak...

Okur okumaz aklıma gelen bir an var. Bu seneden değil, Mutlu Keçi'deki ilk senemizden, ilk senemizin 3. günü, daha oryantasyon haftası. Birbirimizi yeterince tanımıyoruz, yer Bodrum, havalar sıcak. Öğretmen toplantısında çarşamba gününü deniz kenarında geçirmek konuşuluyor. Açıkçası tedirginim, bunu bir fırsat gibi göremiyorum. Buraları hızlı geçeyim, gerekli izin ve hazırlıklardan sonra çarşamba sabahı hoop deniz kenarındayız.

Başladı hummalı bir kumdan kale çalışması...Ama ne çalışma. Başladılar ve kısa süre sonra doğal olarak iş bölümü yaptılar. Su getiriciler, kazıcılar, şekil vericiler, taşıyıcılar...Birinin başladığını biri devam ettiriyor, birinin yorulduğu yerde bir başkası alıyor işi. 2-3 ayrı ya da bireysel bir kumdan kale ekibi olmadı, yaklaşık 25 çocuk birlikte her biri kendi meşrebince bir iş yapıyor. Kimisi ara ara dinleniyor, kimisi durmaksızın çalışıyor; kimisi ekibi yönlendiriyor, kimisi uyum sağlıyor, kimisi farklı iş gruplarını da deniyor, kimisi orada kalıp devam ediyor.Herkesin bireyselliğine alan açan bir topluluk işi. Bunları izlemek ne büyük bir öğrenme ve keyif benim için.

Öyle bir çabayla ilerliyorlar ki, beklenmedik bir dalga geliyor, hoop bir daha, emek emek oluşturulan bir köprü çöküyor, tabii ki bir daha. Sanki hayatımıza bu kaleyi yapmadan devam edemeyeceğiz, bu vermemiz gereken önemli bir sınav...O sırada aklıma tam olarak nereden duyduğumu hatırlamadığım bir söz geliyor: Oyun çocuğun en ciddi işidir.
Halbuki, bir kaç saate sahili bırakıp geçecektik, kumdan kale orada kalacaktı ve bunu herkes biliyordu. Ancak benim yeni öğrendiğim bir şey vardı. Yanımızda baldan tatlı bir deneyimle dönecektik: işbirliği. Sonrasında gelen keyif, neşe, bol kahkaha. Dönem boyunca hatırladığımız, hatırlattığımız zamanlara dönüştü.

Benimse en büyük şaşkınlığım bunun ne kadar doğal olduğu. İşbirliği ile ilgili sınıf içi deneyimlerimiz arttıkça, konuşup biriktirdikçe bu noktaya geliriz diye düşünmüştüm ben. Daha 3. günümüz, nasıl olur bu?

Bu sorunun peşini tabii ki bırakmadım. Bu bol öğrenmeli doğal süreç 'sınıf'a nasıl transfer olur, 'sınıf'ta bu süreci ne engeller, ne destekler? diye düşüne taşına, gözlemleye deneye ilerledim, ilerledik. Ne güzel bir yolculuk!

Şimdilerde de dilimizde tatlı bir şarkı.

''Bir sürü karınca, yan yana durunca, her şey ne kolay bir arada!''












Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 21. Hafta


“İnsanları veya şeyleri korumak için güce ihtiyaç duyulan zamanlar vardır.
Örneğin bir öğrenci, diğer bir öğrenciye vurmak üzereyse öğretmen bir yaralanmaya engel olmak için çocuklardan birini tutabilir. Ancak bu durumda güç, cezalandırmak için değil korumak için kullanılmıştır.
Sınıfınızda yanlış bir şey yapmış birini cezalandırmak için mi, yoksa sizin ve grubun değer verdiği şeyleri korumak için mi güç kullanıyorsunuz?”

         “Güç” kavramını,bir  işi yapabilme kapasitesi üzerinden tanımlanırken, öğretmenin kullanacağı güç,yapılacak işin bireyde oluşturacağı olumlu davranışa katkısı üzerinden yorumlanır çoğunlukla.
Oysa şiddetsiz iletişimi bir yöntem olarak seçtiğinizde,doğru-yanlış,haklı-haksız gibi tarafların olmadığını,”olumlu davranış kazanan birey” diye ifade edilenin,”kendisiyle bağlantıda olan” olarakyeniden tanımlamış olursunuz.En azından ben öyle tanımlıyorum.Böylece bir işi yapabilme kapasitemi yani gücümü,duygularla ne kadar bağlantıda olduğum ve ihtiyaçlarını ne kadar duyabildiğim ile doğru orantıda görüyorum. Güç benim için cezanın var olduğu bir yerde ortaya çıkan bir kavram olmuyor böylece.Asıl güçsüzleştiğim anda cezalar ve etiketlemelerim başlıyor.
Sura’nın bahsettiği  koruyucu gücü bu minvalde değerlendiriyorum.
           Çocuklarla sene başından beri yaptıklarımıza baktığımda zaman zaman güçlü olduğumu,zaman zaman bunu kaybettiğimi görebiliyorum. Hatta çoğu zaman güçsüzleştiğimi çocuklar hatırlatıp durdular. Güçsüz anlarımda  başvurduğum ilk şey ceza olmuyordu ama bunun yerine ödül koyarak kontrol etmeye çalışıyordum. Yaptığım şeyin yanlışlığı üzerine düşündüğüm tartıştığım çok oluyordu.Vicdan azabı çektiğim ya da. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki,ara sınıf alarak yeni bir sınıfta öğretmenliğe başlıyorsanız,çok fazla davranış problemlerinin olduğu bir sınıfsa,Şiddetsiz İletişim dilini oluşturana kadar (ki bu bir süreç)zaman zaman ödül koymayı yanlış bulmuyorum.Bunu kendi deneyimimden yola çıkarak söylüyorum ama.Ve ödülü kullandığım yerler,sınıfta derslere dair sorumluluklarını yerine getirmelerini istediğim yerler değil;Şiddetsiz İletişim dilini keşfedene kadar ki süreçte fiziksel şiddette başvurmasını engellemeye çalıştığım yerlerdi. Zamanla duygular,ihtiyaçlar üzerine yapılan çalışmalar,somut gözlem cümleleriyle kurduğum iletişimle onlarda da bu dil başlayınca şiddet azaldı bir süre sonra da yok oldu.Böyle olunca ödül de kendiliğinden sınıftan çıkmış oldu. Burası güçsüzleştiğim yerlerdi ama arka taraftan da şefkatli bir dille akışa devam ediyor olmak gücümü elime aldığımın da göstergesiydi.Yine ilk başladığımızda Sura Hart’ın bahsettiği  koruyucu gücü de ne kadar kullandığımı hatırlıyorum. Özellikle fiziksel şiddetin  kendini gösterdiği zamanlarda, yaptığım ilk iş çocuklara dokunarak onları ayırmak ya da sadece birini tutarak oradan uzaklaştırmak oluyordu.
        Peki hangisi koruyucu güç olduğu,hangisi ödül-ceza ya giriyor ya da yukarıda verdiğim ödüle dair örnek ne kadar doğruydu gibi sorular aklınızdan geçtiğinde ,davranışını değiştirmeye çalıştığınız çocuklar için,Marshall’ın önümüze koyduğu iki soruyu kendinize  hatırlatıp cevaplayın:
1.Bu insanın ne yapmasını istiyorum?
2.Bu insanın,istediğimi hangi sebeple yapmasını istiyorum?
Ben hep bu soruları kendime sorarak ve cevaplayarak ilerledim .
         Çocuklar zamanla bu güce sahip olmaya başladılar. Onlar da aslında bizler gibi.Güçsüzleştikleri anda ödül ve cezaya başvuruyorlar.Hatta çoğunlukla cezaya.Güçlendikçe,duygularıyla bağlantı kurup onları ifade ettikçe,ricalarını net ve açık bir şekilde dile getirdikçe güçleniyorlar.Bu defa onlar güçlerini kendi aralarındaki çatışmalarda kullanmaya başlıyorlar.
       Çocuklardan aldığım geribildirimlere gelince, bu değişimi görmek,benim için bir geribildirim aslında. Ya da The No Fault Zone oyununu  oynamalarından sonra,”Barış Masasında bunu yapmak size nasıl  geldi?Nasıl hissediyorsunuz?” gibi sorulara aldığım cevaplar oluyor. 
Çoğunlukla”Mutlu oluyorum.”,”Beni dinliyor”,”Barışıyoruz böylece”,”Sevgi doluyum” diyorlar.Bu cümleler bana iyi geliyor.Ben de onlar gibi sevgi dolu oluyorum ve ne güzel işler yapmış olmanın keyfini yaşıyorum.
        Bu haftayı bitirirken Marshall’ı anıp ona şükranlarımı yeniden sunasım var. Bununla birlikte The No Fault Zone oyunuyla birlikte Şefkatli Eğitmen le bizi tanıştıran Sura Hart’a (Oyuna dair sayfayı incelemek isteyeler için tıkla ) , her hafta yazdığı ön yazılarla birlikte  Sura Hart’ın kitabından pasajlar çeviren sevgili Bediz Gürel’e (Ön yazı ve Çeviriler için tıkla ), bunun tüm öğretmenlerle paylaşılmasını düşünüp herkese açık bir şekilde paylaşan Başka Bir Okul Mümkün Derneğine (Derneği incelemek isteyenler için tıkla ), pasajlardan yola çıkarak,bu pasajları kendi birikimleriyle harmanlayıp uygulayan  ve uyguladıkça deneyimlerini  paylaşan Çocukla Barış ekibine yani bize şükranlarımı sunarken hepinize gücünüzü elinize aldığınız haftalar diliyorum.

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 24. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Öğrenciler için işbirliği içinde çalışmak şaşırtıcı derecede doğaldır.
Nasıl etkileşim kuracaklarına dair yeni seçimleri ve becerileri olunca, endişeleri duyulduğunda ve ihtiyaçları karşılandığında; birlikte çalışmanın, birlikteliğin en keyifli hali olduğunu anlarlar.


Öğrencilerinizi birlikte işbirliği içinde çalışırken izleyin. Heyecanın ve doğaçlama yürüyen problem çözme süreçlerinin farkına varın. Karşılıklı alışverişin ritim ve akışının sahip oldukları iletişim becerilerine bağlı olarak ilerleyişini fark edin.


Ben ne düşünüyorum?

Bediz bu haftanın ön yazısında tam da bağlamını kurmak istediğim şeyden bahsetmiş. Okuyunca kalbim çarptı. Kısa bir alıntı yaparak başlamak istiyorum yazıma.

"Özellikle küçük yaştaki çocukların doğayla uyumu ve bütünlüğü bizlerden çok daha kuvvetli. Pek çok becerileri doğuştan geliyor ve henüz bu beceriler bir kenara atılmamış. Bu becerilerin kıymetini bilip onların parlatıp yeşertmek bizim elimizde. Çocuklarımızla birlikte biz de kendimizde aynı becerilere çalışıp topluluk olmanın, birlikte çalışıp üretmenin keyfini hatırlayabiliriz."

Çamtepe'de her gün gördüğüm, çocukların doğayla uyumu. Algılarının açıklığı, döngüleri ve sistemleri kavrayış hızları ve bunlara uyumlanma çabaları... Bu beceriler kesinlikle içlerinde var. Ancak süreç halinde ne geldi hepimizin başına da böylesine kopardık bağlarımızı? Cevaplar içimizde birer yara olarak kalmış olabilir. Ancak yapmamız gereken sahiden bu becerileri yeşertmek. Bunun için doğada, anın farkında olmak, bu anları çocuklarla paylaşmak çok değerli. 

Çocukların topluluk halinde, istedikleri gibi zaman geçirdikleri süreçleri izliyorum bazen. Yüzüme bir tebessüm konuyor hemen. Öylesine bir ahenk oluyor ki orada; birbirlerini gözetmeleri, ifade ediş şekillerinin çeşitliliği, üretme hevesleri her an bir öğrenme insana.  


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?

İşbirliği yaptığımız ne çok an var, bu konuya odaklanınca görüyorum. Çocukların zaten doğasında var bu birlik hali. Bu yüzden seviyorum parklarda oynayan çocukları izlemeyi. Daha orada tanışıp kendi hikayelerinde dünyayı kurtarma inancıyla kamyon kamyon kumu bir yerden bir yere taşımayı görev bilen çocukların işbirliği hali... Vızır vızır çalışıyorlar. Eğer gerçekten ihtiyaçları da karşılanmış haldeyse kimse bölemiyor akışı. Oyun bu, mutlaka bir problem çıkıyor. Onu ele alış şekillerinden, ortaya atılan cümlelere kadar çok şey öğreniyorum. 

Şu halimde de çocuklardaki kamyonlara kum doldurma heyecanını paylaşabildiğim insanlarla işbirliği yapmayı seviyorum. O zaman fark ediyorum akışı. Birlikte çalışıyoruz ancak arada engel yok. Ortak bir derdimiz var evet, farklı işler yapıyoruz belki ancak uyum içinde. Bunu en son Öğretmen Köyü'nde Bbom okulları buluşmasında birbirimize oturum sonraları geribildirim verirken hissettim. Başka haftaya kalsın. 

x

Çocukların geri bildirimleri neler?

Çamtepe'ye dönüyorum bir bakıyorum, işbirliği ne çok tekrarladığımız bir şey olmuş. Planladığım süreçlerin dışında da bir o kadar ihtiyaç çıkıyor aslında birlikte yapabileceğimiz. Yaşantıya dair ortaya çıkan eksiklere dair işbirliği yapan çocukları izlemeye, aralarındaki akışa ortak olmaya doyamıyor insan. 
Minder kılıflarının değişmesi, ormandan kozalak toplanması, meyvelerin götürülmesi, kütüphanenin toplanması, oyuncakların kutuya konması, kuru otların toplanması, odunların dizilmesi...
Bunun gibi daha ne çok şey vardır, birlikte dört elle sarıldığımız. İlk zamanlar birlikte iş yaparken ne kadar sürede yaptığımızı, böyle olunca daha çabuk bitirdiğimizi, birlikte çalışmaktan keyif alabileceğimizi, işbirliğinin daha eğlenceli bir şey olduğunu, doğada da pek çok örneğinin olduğunu vurguluyordum. Çocuklardan da kısa sürede şu cümleleri duymaya başladım: "Şimdi bunları birlikte toplarken aynı zamanda konuşuyoruz, böyle daha keyifli oluyor hep birlikte değil mi?", "Birlikte iş yapınca işbirliği oluyor bu değil mi, bak işbirliği yaptık öğretmeniiim!", "Tek başıma bitiremezdim bunu şarkı bitene kadar, birlikte olunca şarkı bitmeden yaptık." 


Bu örnekler aslında çoğalır gider. Ancak benim işbirliği konusunda bir ricada bulunmadan çocukların kendi istekleriyle başlattıkları süreçler var ki asıl gözlemlemek istediğim, devamı gelsin diye beklediğim anlar onlar. Kendilerini kaptırdıkları bir etkinlikte aradan çekilerek onların birbirlerine yardım etmelerini izlemek şahane bir doğa olayı gibi bir şey bana :)

*Fotoğraf şu sıralar kütüphaneye yuva yapan kırlangıçlar. İşbirliğinin en güzel hallerinden onların tatlı kıpırtısı da.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

"İşbirliği, iletişim, birlikte çalışmak, etkileşim, heyecan, doğaçlama, problem çözme süreçleri, ritim ve akış" 
Bu kelimeleri Sura'nın cümlelerinden seçip çıkardım. Art arda okuduğumda beni öylesine heyecanlandırıyor ki. Peki neden heyecanlanıyorum? diye dönüp içime baktım. 
Tek kelime: "umut" sanırım. İnsan ilişkilerinin bu kadar çıkmazda, ülke şartlarının ise böylesine çatışma ortamında olduğu şu günlerde bu kelimeleri boncuk gibi ipe dizmek, sürekli yanımda gezdirmek istiyorum. 
Bu kelimelerin tadına her gün bakabildiğim, çocuklarla paylaştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. 

11 Nisan 2018 Çarşamba

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 23. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Öğretmenin öğrenciler arasında ve öğrencileri ile besleyeceği ilişki biçimleri bir niyet meselesidir. Temel soru, Sınıfınızda hangi tür ilişkiler beslemek istiyorsunuz? sorusudur. Niyetiniz netleştiğinde onu gerçekleştirme yollarını bulmak ve yaratmak da mümkün olur.
Sınıfınızda beslemek istediğiniz ilişki biçimlerine dair vizyonunuzu yazın. Halihazırda kullandığınız ve bu vizyonu gerçekleştirmeye katkı sunduğunu düşündüğünüz yol ve yöntemleri yazın. Bu ilişkileri besleyecek başka şeyler de aklınıza geliyor mu?


Ben ne düşünüyorum?
Haftalardır yaptıklarımızın bir "niyet" meselesi olduğunu düşünüyorum Sura'nın dediği gibi. Niyetim şefkat diliyle birleşince daha da yumuşuyor bu kelime, kalbime giriyor sanki. Ortak bir niyetle yola çıktığımız içinse "hangi tür ilişkiler beslemek istiyorum?"un cevabı kolaylaşıyor. 
Sınıfta beslemek istediğim ilişki biçimlerine dair vizyonum; Bbom Öğretmen Köyü ve Çocukla Barış'ın vizyonunu düşünürken zihnimden ve hayalimden dökülenlerle ortak.


"Katılımcı ve barışçıl öğrenme ortamları yaratmak". Halihazırda önüme koyduğum ve bu vizyonu gerçekleştirmeye katkı sunduğunu düşündüğüm yollar öncelikle Öğretmen Köyü paylaşımlarımızda beni dönüştüren adımlar olmuş. Bunu yaparken duygu ve ihtiyaç dilini konuşmaya çalışmak, çocuk algısı üzerine düşünmek, can kulağı ile dinlemek ve empati kurmak adına pratikler yapmak benim kendimle ve çevremle kurduğum bağlantıyı ve iletişimi derinden etkilemiş. 

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Çocuklarla kurmak istediğim ilişkilere yönelik niyetimi gerçekleştirirken yaptıklarımızı günlüklerde yazıyoruz aslında haftalardır.
Duygu dağarcığımızı geliştirmek için neler yapıyoruz?
Birbirimizi daha iyi nasıl dinleriz?
Ödül ve ceza olmadan yaşadıklarımızı nasıl değerlendirebiliriz?
Birbirimizin ihtiyaçlarını gözetmek adına neler yapabiliriz? gibi pek çok sorunun peşinde.

Kendi arkadaşlarımla ilişkilerimi düşünüyorum. Gönlüme sinen şekliyle (arkadaşlık ilişkilerimde vizyon demiyorum sanırım:) olması için kalbimi açmaya gayret ediyorum, her koşulda vakit ayırmaya çalışıyorum, dinliyorum, paylaşıyorum, bağlantı kurmak için çabalıyorum.
Çocuklarla olan ilişkimde yukarıdaki cümlenin öznesini değiştirdiğimde de böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı şey değil ancak kurmak istediğim bağ adına attığım adımlar ortak. 

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Ufak bir grupla günlerimizi geçirirken ilişkilerimizi sıcacık tutabiliyoruz. Birbirimizle bağ kurmak için zamanımız ve alanımız var. Ancak benim önümüzdeki haftalar için aklımda bazı planlar var. Çocuklar evlerine davet ediyor içtenlikle. "Yemeğe gel, sana odamı göstermek istiyorum, bizde kal" teklifleriyle :) Ufak bir yerde yaşamamıza rağmen bunu hayata geçiremedik bir türlü. Çocuklarla farklı bir ortamda bağların güçlendiğini geçen hafta yazmıştım. Bu ortam kendilerini ait hissettikleri bir yerse paylaşımları da bir o kadar heyecanlı oluyor. Bakalım neler olacak <3

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
"Ne kadar da heyecanlı bir öğrenensin" diyorum kendime bu hafta. Haftasonu gerçekleşen 15. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı'nın da ardından birlikte üretmenin, yolda her an öğrenmenin, büyümenin ve gelişmenin tadına varıyorum. Bu heves bana yaşam enerjisi veriyor. Ağaçlarda gördüğümüz gibi bir çiçeklenme, böceklerde gördüğümüz gibi telaşlı bir kıpırtı hali...


Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü 23. Hafta

Sura Hart ne diyor?

Öğretmenin öğrenciler arasında ve öğrenciler arasında ve öğrencileri ile besleyeceği ilişki biçimleri bir niyet meselesidir. Temel soru, Sınıfınızda hangi tür ilişkiler beslemek istiyorsunuz? sorusudur. Niyetiniz netleştiğinde onu gerçekleştirme yollarını bulmak ve yaratmak da mümkün olur.
Sınıfınızda beslemek istediğiniz ilişki biçimlerine dair vizyonunuzu yazın. Halihazırda kullandığınız ve bu vizyonu gerçekleştirmeye katkı sunduğunu düşündüğünüz yol ve yöntemleri yazın. Bu ilişkileri besleyecek başka şeyler de aklınıza geliyor mu?

Ben ne düşünüyorum?

Niyet...Çok sevdiğim bir kelime, ihtiyaç kartlarında da ''niyetinle görülmek'' ayrı bir göz kırpar bana.
Bazen yolda başıma hayat gelir, yollar, yönler karışır ama niyetim pusulam.  O karışık, bitmeyecekmiş gibi görünen yollarda, bir durup pusulama bakmak, düzenleyiverir her şeyi, yolumu hatırlatır bana. Ben de genelde şaşırırım, nasıl bu kadar hızlı olduğuna.

BBOM Derneği'nde, Öğretmen Köyü'müzde, Çocukla Barış'ta vizyonumuz, yolculuğumuzda pusulamız, eylemlerimizde niyetimiz ortak: katılımcı ve barışçıl öğrenme ortamları.

Yukarıdaki cümleyi yazarken tekrar fark ettim, bu niyeti gerçekleştirmeye 'birlikte' olmak büyük katkı sunuyor. Benzer niyetler bir aradayken, dayanışma büyüyor, umut büyüyor, tükenmişlik, yalnızlık, çaresizlik pek uğramıyor. O yüzden, niyetinde netleştiğinde, 'benim dışımda kim var, kimlerle, nasıl paylaşabilirim?'  diye yola çıkmak önemli, 6 yıl önce BBOM'u bulmam, böyle bir hikayedir örneğin.

Katılımı ve barışı geliştirecek araçlar üzerine çalışmak, bu niyeti çocuklarla paylaşıp onlara danışmak, onlardan görüş almak, deneyimleri hem kendim, hem de başkaları için dokümante etmek, dönüp dönüp süreci değerlendirmek, birlikte değerlendirmek, birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan geribildirim almaya açık olmak, merakım ve heyecanımı diri tutup, sebatla yol almak benim vizyonu gerçekleştirmeye katkı sunduğunu düşündüğüm yolların özeti.

Yöntemlere gelince, katılım ilkeleri ve modelleri, şiddetsiz iletişim ve sosyokrasi öncelikle söyleyebileceğim yöntemler...Burası çok geniş bir öğrenme, keşif alanı. Sıklıkla bahsettiğim için her birini tek tek açmıyorum ama şunu söyleyebilirim: 6 yıl içinde geldiğimiz bu noktayı kutluyorum, her anı öğrenme, her deneyimden ders çıkarma dolu zamanların sonunda geldiğimiz bu yer çok keyifli, çok bereketli. İçimde bir heyecan ve merak. Bakalım yeni ihtiyaçlar bizi nerelere götürecek, bir 6 yıl sonra nelerden bahsediyor olacağız?

Çocuklarla paylaşma kısmı günlüğün özeti, adım adım, hafta hafta. Bakıyorum da amma birikmiş!

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?

Eğitimde İyi Örnekler paylaşımımızdan önce başladı içimde kelebekler uçuşmaya. Açılış oturumu. Bir film yapmışlar, o oynuyor. Kalp ve beyin diyor, onlar ayrı değil ki, birlikte diyor, dolayısıyla eğitim sadece beyinle ilgilenemez diyor, sıkıveriyoruz birbirimizin elini.
Sonra canımız Karin geliyor, Karin Karakaşlı...çocuklar, en iyi öğretmenimdi, çok şey öğrendim onlardan diyor, çocuğa alan açınca kendini gerçekleştirebilir, yeter ki birinin onunla alay etmeyeceğini bilsin diyor, gözüm doluyor, kafamı yanıma çeviriyorum, tek gözü dolan ben değilim...

Bu benim için çok büyük bir kutlama demek. Neden mi? Hem küçük/büyük topluluğumun, hem de emek verdiğim vizyonumun, niyetimin güzelliğinin, geçerliliğinin yüksek sesle paylaşılması haliydi, hatırlayınca içim hala kıpır kıpır.

Sunum sırasına geçemiyorum bile :) Bu ne keyifli yolculuk, ne güzel insanlarla buluşmuşum, amma çiçeklenmiş buluştuğumuz yerler, içim doldu doldu taştı.
Bir fikrin, niyetin -belki biraz da inadın- güzelliğinde buluş
tuğum herkese, her şeye şükran doluyum. O sahneyi birlikte paylaştık!








Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 20. Hafta


       “Öğrencilerinizin üzerinde cezalandırıcı güç kullanmamaya karar vermek kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek zorunda olduğunuz anlamına gelmez.  
İlişki tabanlı bir sınıfta, herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak stratejiler bulma niyeti ile her bir kişinin ihtiyacı dikkate alınır.
Sanki bir teraziymişsiniz gibi kollarınızı iki yana açın - elleriniz aşağı yukarı omuzunuzun hizasında  olsun. Bir elinizde öğrencilerinizin ihtiyaçları. Diğer elinizde sizin ihtiyaçlarınız. Nasıl dengeye getiriyorsunuz teraziyi? Bazı sınıflarda neredeyse tamamen öğrencilerin kefesi ağır çeker. Kural dolu, meliler/malılar mamalılar dolu sınıflarda öğretmenlerin (veya idarecilerin) kefesi ağır çeker.
Teraziyi dengeye yaklaştıracak yollar bulabilir misiniz?”

          Bunları okuduğumda aklıma çatışma durumunda kimin ne kadar ihtiyacını görebildiği,o ihtiyacı karşılamak için nasıl bir strateji seçtiği ve o stratejide, karşı tarafın ihtiyacını ne kadar gözetebildiği geliyor.Çocuklarla yaşadığımız çatışmalarda da benzer bir durum söz konusu.Çocukların tüm ihtiyaçlarına karşılık vermek,onları daha çok düşündüğümüz anlamına gelen bir algıyla bazen çocukların kefesi ağır basabiliyor.Oysa bizim karşılanmamış ihtiyacımız başlı başına bir tehlike olarak içimizde büyüyüveriyor ve akıştayken sözlü bir şiddete dönüşebiliyor.Tam tersi olan bir durum için de aynı şey söz konusu.İhtiyaçları karşılanmamış çocuk bir süre sora öfke patlamalarıyla karşımıza çıkabiliyor.

       Çocuklarla bu dengeyi,dinleme ve duyulma üzerine çalışarak sağlamaya başladık. Çünkü karşılıklı ihtiyacın görülmesinden önce duyulması ve duyurulması gerekiyor. Bazen karşılıklı ifade edilen ihtiyaçlar,iki tarafın da bağlantı kuramadığı ihtiyaçlar oldu. Bu durumda soluklanıp yeniden birbirini duyma,duyulma yeniden buna alan açmak gibi stratejilerimiz oldu.Bazen –meli –malı kurallara kaydık,bazen anlaşmamıza sadık kalarak ilerledik bazen anlaşmayı dönüştürerek yeni ihtiyaçlara göre uyarladık.Hepsini deneyimleyerek ilerlerken,yine bize en iyi gelenin,karşılıklı ihtiyaçlarımızı konuşarak,birbirimizi duyarak anlamaya çalıştığımız anlar oldu. Buradan her defasında iki tarafı da gözeten daha iyi stratejilerle ayrıldık.
       Çocuklardan duyduklarım  da,bunun onlar için ne kadar önemli olduğu oldu. Konuşabildikleri,kendilerini anlatabildikleri,kabul edilmeyen durumun arkasında yatan sebebi anlamaya çalıştıkları halleri beni de motive edip bağlantımın daha da güçlenmesine katkı sundu. Aynı şekilde benim de  konuşabildiğim,kendimi anlatabildiğim alanların olması,onlar tarafından ihtiyacımın duyulması benimle bağlantılarının güçlenmesine yardımcı oldu.Bu güçlenme hali de aradaki güveni arttırdı.Konuşabileceğimiz  bir alanımızın olduğu,görüşlerimiz kabul edilsin ya da edilmesin tartışacağımız güvenli bir zeminin olduğunu gösterdi.
       Sura Hart’ın dediğiyle ilişkilendirecek olursam terazinin dengesi,iki kefenin de ana gövdenin ne kadar farkında olduğuyla ilişkili.Gövde.Yani bağlantılarımız.Ne kadar bağlantıdaysak o kefeler de birbirini o kadar gözetiyor ve dengeyi sağlıyor.
        Bu hafta kutlamalarım çok ve gani gani... :)
Hafta sonu İstanbul'da  Eğitimde İyi Örnekler Konferansında bizi yalnız bırakmayan,Çocukla Barışı merak edip gelen katılımcılara,yine bu yolculukta çocuk algısı mevzusunda bizi dönüştüren değiştiren,evinde de misafir eden  sevgili Melda Akbaş'a,öğretmen köyü yolculuğumuzu sunumlarıyla yeniden bize hatırlatan köy topluluğuna,bizi yalnız bırakmayan desteğiyle omuzlarımı dikleştiren sevgili Cem'e şükranlar.
22. Haftaya kadar gelmiş olma azmimizi ve çabamızı kutlayarak,hepinize terzinin gövdesinin farkında olduğunuz dengeli haftalar diliyorum.


3 Nisan 2018 Salı

Gülesra'nın Şefkatli Eğitmen Günlüğü 19. Hafta



“Öğrenme ihtiyacımızı kendimiz için yeni şeyler keşfederek karşılıyoruz, bize birinin anlattıklarını ezberleyerek değil.
Öğrencilerinizi bir sürü soru oluşturup sormaları, kendi çıkarımlarını yapmaları ve kendi teorilerini inşa etmeleri için cesaretlendiriyor musunuz? Öğrencilerinizin sorularını ciddiye alıyor ve onların kendi cevaplarını bulabileceklerine güveniyor musunuz?
Yoksa sınıf ağırlıklı olarak ders kitaplarının cevapları,sizin bilgi ve görüşleriniz için bir platform mu?

           Ezberlerimiz…
Bu kelimeye takılıp durdum okurken. Dönüp önce kendi hayatımdaki ezberlere baktım. Özellikle Şiddetsiz İletişim hayatıma girmeden önce var olan ezberlerime. Eylemleri duygu olarak tanımlamama,değerlendirmelerimi geribildirim sanmama,talepleri rica olarak kabul etmeme ve nicesi. Öncelikle bunlardan örnek verdim çünkü bu yolculuğun ilk çıkış noktası kendimle barışımdı. Kendimle bağlantım güçlendikçe ezberlerim bozuldu,tabular yıkıldı ve yeniden anlamlandırdım hayatımdaki kavramların çoğunu.
               Şimdi aynı şeyi çocuklar için düşündüğümüzde,şimdiye kadar sadece dinlemeleri gerektiği,ders esnasında çiçek(!) olup öğretmeni beklemeleri gerektiği,konuşurken ayağa kalkılması gerektiği gibi ezberler var hayatlarında.Belki şimdiye kadar bunları neden yaptıklarına dair soru sormamaları gerektiği bilgisinin ezberi.
Ve nicesi…

             Soruyu sormaları için açılan alan,verilen cesaretle tıpkı kendi sürecimdeki gibi onlar için de bir yolculuk başlıyor.
Ezberler bozuldukça ,yeni sorular kovalıyor bir öncekini.Sonra gelen cevaplar başka bir ezberi bozuyor.Bazen cevapları kendileri veriyorlar.Ama orada da bir başka ezber bozuluyor.Tıpkı sökülen bir yün kazak gibi ipi durmadan ip çekiliyor.
                    Tüm bunlar heyecan verirken,yeni soru kapıları aralarken bazen ise kocaman bir tıkanıklıkla belirsizliğin ortasında bırakabiliyor bizi. Çünkü yıkılan ezberler,hâlâ bir başkaları için geçerliliğini koruyan bir bilgi ya da kural olabiliyor. Örneğin her şeye öğretmenin karar vermesi gibi bir ezber zamanla bozularak,sınıfta çocukların da kendi fikirleriyle dahil oldukları bir sürece dönüşmesi yeni kapılar aralarken;kendi kararını vermek isteyecekleri sınıf dışındaki bir durumda bir başka okul bileşeni tarafından önceki ezberlerle durdurulabiliyor. Çelişkinin farkındalığıyla sınıfa taşınan bu sorun,bahsettiğim gibi bir tıkanıklığa yol açıyor. Tıkanıklığı açmanın yolu yeni anlaşmalardan geçiyor aslında. Ama bazen bu anlaşmalara okulun tüm bileşenleriyle de girmek gerekiyor.

                      İşte bu çelişkiler yaşadığım en büyük zorluk oluyor bu durumda. Tabii çocukların da. Çünkü ortada bir belirsizlik kalıyor.Yani yün kazak sonuna kadar sökülüyor ama sonrasında sökülen iple ne yapılacağına dair yeni bir keşfimiz ya da ezberimiz(!) olmuyor. Haliyle gelen geribildirimler de daha çok karşılanmayan ihtiyaçlar üzerinden oluyor. Bu da zaman zaman motivasyonumu düşürüyor.Yine de bu zorlukların getirdiği yeni öğrenmeler de olabiliyor. Bununla başa çıkmanın yollarını birlikte ararken ortaya yeni sorular çıkıyor mesela.Sonra bir bakıyoruz ki yeni bir yün kazak var yeniden elimizde… J
                     Sonrası için bu belirsizlikleri ortadan kaldırmak,ortaklaşabilmek için,hepsi olmasa bile birkaç tane ezber üzerine okulun diğer bileşenleriyle konuşup ortaklaşmak gibi bir niyetim var.
Bununla birlikte kutlamalarıma geçecek olursam,nedense içimden bu hafta hep çocuklara gökyüzü atasım var. J
                   
Ne de güzel sorguluyorlar, cevap arıyorlar,cevabı almak için ne olursa olsun çabalıyorlar.
Kutlamam hepimizin. 19. Hafta’ya girerken bunları yazabiliyor oluşumuzun.
Yazarken bile bu kadar haftayı geride bırakmış olmanın şaşkınlığı ile hepinize kendi keşiflerinizle yapılanmış öğrenme dolu bir hafta diliyorum.