“Kendine Empati” yi 2015
yılında ilk defa Vivet Alevi’den
duymuştum. O zamana kadar empatinin sadece kendin dışında biri ile
geliştirdiğin bir bağlantı akışı olarak biliyordum. Kendin ile bağlantının
varlığını, mümkünlüğünü ve ne denli kıymetli olduğunu ise zamanla
deneyimleyerek fark ettim ve hâlâ fark etmeye öğrenmeye devam ediyorum.
Peki neydi Kendine Empati? Kendini yine kendi yerine koymak mı?
Ya da neden ihtiyaç duyarım kendime empati vermeye?
Bu sorulara cevap vermeden önce kendimize dair aldığımız öğretilmiş
pozisyona bir bakmak isterim.
“Öz benliğim,
özeleştiri yüklü olduğunda , içimizdeki güzellikleri görmemizi engellediğinde ,
öz kaynağım olan evrensel enerjiyle bağlantımızı kaybederiz. “
Yaşadığımız toplumda değerlendirmeler, eleştiri-öz eleştiri
kültürüne bağlı olarak çoğunlukla kendini var etti. Atasözleri, masallar, kıssadan
hisse hikayeler bile bize hep kendimize
ve başkalarına iğneler, çuvaldızlar batırmamız yönünde mesajlar iletti.
Yargılayacaksan; önce kendini yargıla diyerek de nasihatler verdi. Bize
öğretilen bu kendini değerlendirme biçimleri; kendimizden uzaklaşmamıza,
davranışlarımız karşısında kendimizi anlamak yerine hızlıca yargılamaya
geçmemize neden oldu. Davranışımız bu değerlendirmelerle değişse bile suçluluk
ve utanç gibi yıkıcı enerjilerle değişmemize neden oldu.
Kendimize bu kadar uzak, bu kadar acımasız ve bağlantıda
olmadığımız halimiz zamanla empati verme kapasitemizi de düşürdü.
Kendime iyi olmadığım
halimle başkasına nasıl iyi gelebilirdim ki?
Kendimi duyup ne istediğimi bilmeden, ne hissettiğimi bedenimden
duymadan kendime şefkat verebilir miydim?
Peki ya kendimi bağışlamayı başarabilir miydim?
-Birine ya da sınıftaki çocuklara sesinizin yükselttiğiniz anlar.
-Kapıyı çarpıp gittiğiniz anlar
-İçinize kapandığınız sessizliği seçtiğiniz anlar
-Şehri/sınıfı/derneği/topluluğu terk etmek istediğiniz anlar
-Kendinizi “Bunu yapmalıyım/yapmalıydım” diyerek yargıladığınız
suçluluk ya da utanç duyduğunuz anlar
Bu anlardan birini ya da
bir kaçını yaşadığınız ya da yapmak istediğiniz oldu mu hiç?
Benim çok oldu.
Bu ve buna benzeyen onlarca zorlandığım an ve o anlarla baş etmek
için seçtiğim ilk eylemler bunlar oldu.
Yukarıda sorduğum, “Peki neydi Kendine Empati?
Kendini yine kendi yerine koymak mı?
ya da neden ihtiyaç duyarım kendime empati vermeye?” sorulara tam
da buradan cevap verecek olursam:
Kendime empati bu anlarda kendimi yargılamak ve aklıma ilk gelen
bu eylemleri hayata geçirmek yerine kendimi anlamam demek. Kendimle bağlantıda
kalarak o ana gelmek. Tam da o anda gelişen olayları tıpkı bir fotoğraf
çekiyormuş gibi tüm şeffaflığı ve objektifliği, somut gözlem ile kendime anlatmak.
Ardından ne hissettiğimi bulmak. Bedenimi dinlemek. Orada bana verilen ipuçlarını
görmek/duymak. Hissettiklerimi bulduktan sonra onların desteği ile neye
ihtiyacım olduğunu fark etmek. Fark edip orada o ihtiyacımla bağlantıda kalmak.
Daha somutlaştıracak olursam: Sessiz kalmayı seçtiğimi fark ettiğim an önce duruyorum.
O an yapmam gereken tek şey
durmak. Sakin değilsem sakinleşmek için derin nefesler almak. Gerekirse içimden
10'a kadar saymak. Bedenimi dinlemek.
Çaresiz mi hissettim? Öfkelendim mi?
Duygularımlayım. Onları fark edebiliyorum. Kulaklarım yanıyor
öfkelenince. Çaresiz olunca kalbim sıkışıyor. Hissediyorum.
Peki duyulmak mı istedim? Ya da anlaşılmak?
İhtiyaçlarımı fark ediyorum: Duyulmak ve anlaşılmak.
Derin bir nefes alıp odağımı kendime veriyorum. İhtiyaçlarımda
kalıyorum bir süre.
Kendimden ricada bulunuyorum.
Bazen çok sıkıştığım anlar da oluyor. Çözümsüz olduğunu düşündüğüm.
Özellikle mecburen yaptığımı düşündüğüm, “Bunu yapmalıyım!” dediğim anlar.
Sonra kendimle bağlantı kurduğumda, ihtiyaçlarıma ulaştığımda
aslında bunu yaparken zorunlulukla değil seçerek yaptığımı fark ediyorum. Onu
seçiyorum çünkü; başka ihtiyaçlarım aslında karşılanıyor. Ve o ihtiyaçlar
sayesinde hayatımı anlamlandırıyorum, özerkliğimi koruyabiliyorum.
Kendimi fark ettiğimde hayat benim için daha kolaylaşıyor. –meliyim
–malıyım dediğim, tek bir stratejiye takılıp kaldığım anlarda kendimle kurduğum
empati, beni güçlendirip stratejilerin bolluğuyla tanışmamı sağlıyor. Kendimi
yargıladığım, eleştirdiğim, suçluluk ve utanç duyduğum her an şefkatle kendimi
sarmanın kıymetini gösteriyor.
Ve her ihtiyacımı her zaman karşılayamayabilirim. Bazen onların
yasını tutmam gerektiğini de hatırlatıyor.
“Tüm bu yazdıklarımın hepsini biz kendi kendimize mi söylüyoruz
fark ediyoruz yani? “ diye geçirdiniz mi içinizden bilmiyorum ama ben
geçirmiştim bir zamanlar.
Kendimle bağlantıda kaldığım, kendimin özel bir varlık olduğunu
fark ettiğim, suçluluk ve utanç enerjileriyle değil; büyüme ve gelişme enerjileriyle,
hayatı zenginleştirme arzumla, kendimle bağlantı kurduğum her an bunu fark
edebiliyorum.
İnsanız. Kendi akışımız ve hayatın akışı bazen paralel
gitmeyebilir. Mükemmel olmayabiliriz. Onaylanmak için, suçluluk duymaktan
kaçınmak ya da mahcup olmaktan kaçınmak
için, bazen görev bilinciyle bazen ise cezadan
kaçınmak için mecbur olduğumuzu düşündüğümüz davranışlar sergiliyor olabiliriz.
Zorlandığımız her an kendimize özel bir varlık olduğumuzu hatırlatalım. İçimize
dönüp bakmanın alanını açabilelim kendimize. İnsanları anlayabilmek, toplumu
anlayabilmek, başkalarına empati verebilmek ve gönülden bağ kurabilmemiz için, kendimize bu kredimiz olsun.
NOTLAR :
1.
“Öz benliğim,
özeleştiri yüklü olduğunda , içimizdeki güzellikleri görmemizi engellediğinde ,
öz kaynağım olan evrensel enerjiyle bağlantımızı kaybederiz. “
Marshall B. Rosenberg (2003). Şiddetsiz
İletişim Bir Yaşam Dili, Remzi Kitapevi (6.Baskı), syf 147.
2.
Görsel : Cinsel Şiddetle Mücadele
Derneği’nin, Cinsel Şiddet Alanında Hak temelli Haberciliği Yaygınlaştırma
Projesi için @ozegzotik ‘in
çizimlerinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder