28 Şubat 2019 Perşembe

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü Mart I



Sura Hart ne diyor?
Çocukları dikkatle dinlemek onların dediklerine değer verdiğimizi ve onları ciddiye aldığımızı gösterir. Dinlemek öğrencilerin anlayış, bağlantı ve güven ihtiyaçlarını karşılar. Eğer bir sınıfta tek bir değişiklik yapabilecekseniz, daha fazla dinlemek belki de yapabileceğiniz en önemli değişikliktir.  Herhangi bir gün, ne kadar konuştuğumuza ve ne kadar dinlediğinize dikkat edin.
Zamanın yüzde kaçını konuşmaya, yüzde kaçını dinlemeye ayırıyorsunuz?
Öğrenme ihtiyacımızı kendimiz için yeni şeyler keşfederek karşılıyoruz, bize birinin anlattıklarını ezberleyerek değil.
Çocuklarınızı bir sürü soru oluşturup sormaları, kendi çıkarımlarını yapmaları ve kendi  teorilerini inşa etmeleri için cesaretlendiriyor musunuz? Çocuklarınızın sorularını ciddiye alıyor ve onların kendi cevaplarını bulabileceklerine güveniyor musunuz?
Yoksa sınıf ağırlıklı olarak ders kitaplarının cevapları, sizin bilgi ve görüşleriniz için bir platform mu?

Ben ne düşünüyorum?
Özellikle son kısımda biraz zorlandım açıkçası. Önemine inanıyorum ancak hayata geçiremediğim zamanlar daha çok.
Hele ki son soru: ‘’ Sınıf ağırlıklı olarak ders kitaplarının cevapları, sizin bilgi ve görüşleriniz için bir platform mu?’’  Galiba daha çok böyle Sura, üzgünüm.
Ben ikinci sınıf öğretmeniyim ve 25 kişilik bir ekibiz, prefabrik bir binada küçücük bir sınıfımız var. Bunları gözünüzün önüne gelsin diye yazıyorum. Çocukların kendi cevaplarını bulabileceğine inanıyorum, bununla birlikte buna alan açmak her zaman kolay değil. Pek çok dinamik var, fiziksel koşullar, her çocuğun farklı ihtiyaçları, materyal eksikliği, ara ara azalan motivasyonum...
Ama kendimi takdir ettiğim yer var ki, onu yapabilmek için dışsal bir ihtiyaç pek yok: Dinleme
Daha fazla dinlemeye yer açma benim sihirli değneğim, etkisi o kadar büyük ki. Hem çocuk katılımını sağlamada, hem de barışçıl bir kültür oluşturmada önemli bir başlangıç noktası. Ben buna ilk günden beri açtığım alanı genişletmeye çalıştım. Benim başlattığım, birlikte devam ettiğimiz bir yolculuk oldu.
Dinledikçe uzun vadede ben de çok rahatladım. Sürekli bir şeyler ifade etmeye çalışmak, sıklıkla sessizce dinlenilmeyi beklemek, bunu talep edip durmak çok yorucu. Hiç gerçekçi değil ve gerçekten çok yorucu. (yazarken bile hissettim.) Çember zamanı dışında, sorularla destekledim dinlemeyi.

Nasıl öğrenmek istiyorsun, aklında ne var?
Yapmak istediklerinize nasıl zaman yaratabiliriz?
Herkesin içine sinen bir işbölümü için önerisi olan var mı?
Anlaşmalara uymak için neye ihtiyacın var? Ne olsun istersin?

Bu sorular benim için önemli. Çünkü bu soruların cevabını tek başıma vermeye çalışıp, onlara anlatıp uymalarını hatırlatınca, günün önemli bir kısmı benim konuşmalarımla doluyor ve nihayetinde niyetlerim hayata geçmiyor. Bu sorulara alan açarak, cevapları dinleyip, cevapların günlük yaşantımıza etki etmesini sağlayarak hem katılımı hem barışı var etmede yol alıyoruz.  Belki büyük adımlarla değil ama alıyoruz.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
En az etki, akademik becerilerinde keşfetmeye alan açma konusunda oluyor. Sınıfta kazanımlar skalası epeyce geniş. Sınıfta küçük bir grubun öğrenme sürecini aktif kılarken, büyük bir kısmını benim desteklediğim şekilde ilerliyor. Bu konuda kendime pek haksızlık etmek istemiyorum, şimdilik elimden gelenin en iyisi bu.
Yapmak istediklerinize nasıl zaman yaratabiliriz? Buna gelen cevaplar bizi kolay değişikliklerle atölye uygulamasına götürdü. Buna kolay dememde, sevgili Gülesra’nın sınıfında bu atölyelerin şahidi olmamın etkisi büyük.( Fark yaratan sınıflarda çocuk yürütücülüğünde atölyeler https://www.youtube.com/watch?v=z-r2L0Rrfrk )
Küçük sınıfta, az imkan ile de olabileceğini görmem cesaretimi arttırdı. İki tane sabit atölyemiz mevcut, biri Türkçe, biri Matematik becerilerini geliştirecek materyal/kitap/dergi var. Orada atölye yürütücüsüne artık gerek yok, ihtiyaç duydukça destek istiyorlar, ben de ara ara materyali çeşitlendiriyorum. Bununla birlikte iki atölye daha açılıyor. Bunlar ise çocukların açtığı atölyeler, satranç, origami, resim, icat...En sık açılan atölyeler. Bazen de benden atölye açmamı istiyorlar, genelde açıyorum, çok ilgi olacaksa ders planına yerleştirmeye çalışıyorum.
Ders saati olarak, serbest etkinlik ve oyun ve fiziki saatleri kullanıyorum. İş bölümünde düzen sorumluluğu alanlar, öğle arası biterken, sınıf sıra düzenini, atölye düenine çeviriyor ve sınıfa girdiğimizde, sabah çemberinde seçtikleri atölyelere geçiyorlar. İlk zamanlarda geçişler biraz karışık oluyordu, değerlendirme yaparak yavaş yavaş azaldı.

Çocukların geribildirimi neler?
Çok memnun oldukları bir zaman. Birlikte öğrenmekten ve giderek zenginleşen ortamdan keyif aldıkları her hallerinden belli oluyor. Devamında bir ders saati olsa ne güzel olur diyorlar, bir de diğer sınıflardaki kardeş ve abla/abilerini çağırmayı istiyorlar.
Atölye zamanlarının, diğer benim aktarım yaptığım zamanlardaki öğrenmeyi de kolaylaştırdığını ve pekiştirdiğini görüyorum, seviniyorum.
Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorum?
40 dakikanın pek yeterli olmadığını ben de fark ediyorum. Öğleden sonra blok ders yapıp son kısmı da atölye değerlendirmeye ayıracağımız bir planlamaya geçmek istiyorum. Bunula birlikte abla/kardeş çağırma mevzusunu da düşüneceğim, o daha çok boyutlu planlama.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu dönem üretimleri pıtır pıtır arttığı, gelişmelerin beni heyecanlandırdığı bir zaman. Kendimi gözetmeyi ihmal etmediğim zamanlar niyet ediyorum kendim için. Bu da benim büyüme gelişme alanım olsun.








27 Şubat 2019 Çarşamba

İhtiyaç Kumbarası'nda Bu Ay : Şefkat


Özenç’ten Kumbara’ya…

                           Benim şiddetsiz iletişimle tanışmadan önce şefkat kavramı ile aram pek iyi değildi açıkçası. Şefkati kalbimle değil, zihnimle duyuyordum ve duyduğu hali bana içinde eşlik barındırmıyormuş gibi geliyordu. Sanki içinde acıma, merhamet gibi duygu ve düşüncelerden izler vardı, silemiyordum.Bir içime sinmeyen yan da, annelikle hatta bazen öğretmenlik ile şefkat arasında kurulan otomatik bağ. Şefkati onların üzerine eklenen yük gibi görüyordum.

                       Duygu ve ihtiyaçlar üzerine düşündükçe, onlara yüklenenlerden bağımsız, kendi içimdekini gördükçe diğer ihtiyaçlarım gibi şefkat de billurlaştı, hatta parladı. Şimdi içimdeki yerini biliyorum, kalbimi nasıl ısıttığını, varlığımı nasıl büyüttüğünü.  
Şükran doluyorum bu farkındalığıma, bu farkındalığıma katkısı olan her şeye. Çocuklarla çalışma hevesim artıyor, onlar da benzer deneyimler yaşasın istiyorum.
Çocuklara şefkati nasıl tanımladıklarını sordum.
-          Arkadaşlarımızla birbirimize iyi davranmak
-          Birbirimize saygılı olmak
-          Arkadaşlarımızı sevmek
Gelen cevaplar bu minvalde olunca şunu sordum: ‘’Şefkat sadece arkadaşlar arasında olan bir şey mi?’’Bu sefer cevaplar ‘’herkesin birbirine, hayvanlara , doğaya, her şeye’’ idi. Özellikle hayvanlar kısmında biraz durduk. Hayvanlar şefkati hisseder mi?
‘’Hisseder tabii, mesela bir kedi ayaklarına dolanırsa sana şefkat gösteriyordur.’’
Buradan, biraz daha somutlaşması niyetiyle şunu sordum: ‘’Peki siz, size şefkat gösterildiğini nasıl/nereden anlarsınız?’’
-          Sarılmasından, öpmesinden
-          Paylaşmasından
-          Zor durumda kalınca yardım etmesinden
-          Sürprizler yapmasından
-          Anlamaya çalışmasından
-          Dinlemesinden
Bu cevaplardan sürprizli olanı beni şaşırttı, gülümsetti, yeni sürprizler planlamaya başladım bile  Dinleme ise düşündürdü. Dinlemenin şefkatin içinden de geçeceğini tahmin etmiyordum sanırım. Dinleme, hem katılımın, hem barışın geniş bir kesişim kümesi. Gittikçe genişletmek niyetiyle, şefkatle...


Özge’den Kumbara’ya…

Çocukla Barış’ta Şefkatli Eğitmen Günlükleri’yle çıktığımız yolculuk boyunca “şefkat” anlamını değiştirip dönüştüre dönüştüre çoğaldı içimde.

Öncesinde yumuşacık ve bir o kadar da kırılgandı şefkat içimde.
Hayatımda ise pek fazla kullanmayıp, belli kalıplarla bir arada düşünüyordum.
Zamanla şefkatin kendimden açılan kapılarla dalga dalga büyüyebileceğini buralar sayesinden gördüm.
Yani şiddetsiz iletişim pratikleri ve bunları da insanlarla paylaştığım alanlar…

Şefkat kalbimi canlı tutan, kanıma oksijen pompalayan bir kaynak sanki.
Her hafta böyle bir başlıkla çocuklarla yaşadıklarımı yazmam da bu ihtiyacı beslememi kolaylaştırdı.

Çocuklarla “şefkat” üzerine yaptığımız sohbette şunlar döküldü:

“Şefkat annem gibi, birinin insanı sevmesi, kucaklaması, öpmesi.”
“Şefkat, birine iyi bir şey yapmak: mesela seninle sandviçimi paylaşabilirim.”
“Şefkat yaralandığında yardım etmek.”

Şefkat birbirimizle bağlarımızı güçlendirdiğimiz, kendimize dönüp bakma fırsatı bulduğumuz ne kadar da kıymetli bir ihtiyaç.
İnsanların öncelikle kendine ne kadar şefkatli olduğuna dikkat ediyorum. Bu ihtiyacın ne kadar farkında olmadığımızı ve yoksun kaldığımızı…
Çocuklarla da çevremdekilerle de bu ihtiyacı yaşatabilmek için öncelikle kendi içimde bulmam gerektiğini fark ediyorum. Ne kadar sarılıyorum kendime, ne sıklıkta konuşuyorum içimle?

Şefkat, kucaklayıp sarılmak değilmiş yalnızca aklımdaki etiketlerde yazdığı gibi. Açık yürekle dinlemek, duymak, anlamaya çalışmakmış. Barışı sağlamak adına çabalamakmış.
Şefkatli yanıma alıp çok sevdiğim dostlarla bu yolda olmamın kutlaması geldi gönlüme.
Ne mutlu bize..

Gülesra’dan Kumbara’ya…

                Şefkat ihtiyacıyla bağlantım her yenilendiğimde bir başka mevsime açılıyor gibi. Barışçıl eylemlerden oluşan yumuşacık bir ip yumağı gibi oluyor yaşam. Ağladığın,güldüğün,yolculuk ettiğin,ayrıldığın her şey barışçıl bir nehir ırmağında yatağını buluyor. Ara ara debi yükselse de o akış devam ediyor. Ne zaman şefkatin olmadığını düşünsem, benim için hep aynı kelimeye çıkıyor kapı : “Şiddet” e.
             
      Bu yıl çocuklarla sıkça ihtiyaçlar üzerine sohbetler ediyoruz. Bir nevi ihtiyaç meditasyonu da diyebiliriz. Bu defa ihtiyaç yerine “şiddet” üzerine konuşmayı seçtik.
“Şiddet” bizde neyi çağırıştırıyor dediğimizde şu cümleler döküldü :
-Yumruk vurmak
-Dövmek
-Savaş
-Kavga
- Kötü doktor olmak
-Kötü şoför olmak
-Kötülük yapmak
-Öldürmek
-Birinin ellerini bağlamak
-Kötü polis olmak
-Tekme atmak
-Silah sıkmak
-Motorla çarpmak
Bu cümleler üzerine konuştuk biraz. Ardından şiddet olmazsa nasıl bir dünyamız olur diye sordum.
Bu defa gelenler :
-İyi olur     - Neşeli olur    -Keyifli olur    -Mutlu bir maç yapılabilir   -Mutlu bir oyun     -Enerjik olur
- Güzel bir dünya olur   -Yeşil olur     -Rahat uyunur  -Şefkatli olur   - İlkbahar olur   -Roj (Güneş) olur.
“Şefkat” kelimesini duyunca çok heyecanlandım. Tüm bu saydıklarının olması için biz neler yapabiliriz, kendimizden nasıl bir ricada bulunabiliriz diye sorduğumda ise ;
-Yaşlılara yardım ederdim.
-Köpek ve kedi beslerdim.
-Okula gelmek için araba alırdım.
-Kuşlara ekmek atardım.
-Su,yemek,ev ve hayvanlarımız olursa .
-Mutlu oluruz.
-Uyumalıyız.
-Köyümüzü ormana benzetmeliyiz.
-Kardan adam yapalım.

Şiddet ve Şefkatin birbirini dönüştürdüğü şu cümlelere bakınca bir oh çekiyorum. Belki de bir bahar havası, sıcacık bir Güneş, bir kedi bir köpek şefkatle olan bağlantımızı yeniden hatırlatacaktır bize.



KUMBARA’YA BU AY GELENLER…


İçimdeki gizli Şefkat




                                Meğer şefkat hissettiğimin çok daha ötesinde bir yere sahipmiş. Üzerine düşündükçe adeta Pandora’nın kutusu açıldı içimde. Katmanlı bir ihtiyacım olduğunu gördüm yavaş yavaş. Anlamak için ekşi sözlüğe baktım, sonra okuduklarıma ama yetmedi bir türlü ifade etme araçları. Uygun sözcükleri bulmak için ne kadar çabalasam da nafile. O yüzden toplanmamızdan önce biraz yazabilirsem azıcık da olsa rahat ederim düşüncesiyle hareket ediyorum şimdi.
Şefkati şimdiye kadar ele aldığımız ihtiyaçlardan farklı kılan bir kaç özelliği var benim açımdan. İlki, başka biri veya başka bir duyguyla kendini fark ettirmesi. Şimdiye değin benden yola çıkarak kendi duygularımı ve yaşam pratiğimi anlamlandırmaya çalışıyordum. Her ihtiyaç bana dairdi. Benimle ilgili. Kimse ile ilişki kurmadan da ifade etmem yeterli olabiliyordu. Ama şefkat olunca işler değişti. Sorgulamaları da barındıran bir şey imiş şefkat.
Neye, neden ve nasıl şefkat gösteriyorum? Şefkatli bir insan nasıldır? Sadece hoşgörme, sevgi ile yaklaşma hali olarak mı ortaya çıkar? Şefkatin birisinde varolabilmesi için sevgi şart mıdır?
               Sokaktaki bir kediye, kimsesiz ya da engelli bir çocuğa, annemize, korunmaya muhtaç herhangi birine, bir türlü kopamadığımız sevgiliye yaklaşımımız şefkat midir? “O çok şefkatli bir öğretmendir! Çünkü en zor öğrencilere bile tahammülü yüksektir.”
İşte iki gündür kafamda bu deli sorular kovalarken birbirini, dur dedim. Kevser dur! Yavaşla.
Bir önceki ihtiyacımız neydi? Bir sonraki? İşte o zaman biraz daha netleştim. Empatiye giden yolda şefkat öyle güzel ve sıcacık sarıp sarmalayan bir ihtiyacımız. Bir anlamda ön koşulu başkasını anlamak için. Karşımdakinin, kendimin nedenlerini anlamam için. Kendimle ve onunla sağlıklı bir ilişki kurabilmem için. Öyle klasik tanımlamalarla olmaz ki bu anlama hali. Kişisel gelişim üzerine yazılan/edilen tanımlamalar içinde şiddetsiz iletişimin farkı bence en çok bu ihtiyaçlara bakış açısında ortaya çıkıyor. Şefkat ve sonrasında da empati ile. 
                   Sevgili Sura Hart’ın Şefkatli Öğretmen Günlükleri bunun en büyük göstergesi bence. Çocuklarla kuracağımız ilişkiler için muazzam bir paylaşım. Şefkatin uygulanması, somutlanması.
Şefkati içimde tanımlama sürecinde kumbaramızın katkısı şimdiden beni heyecanlandırıyor. Bir araya geldiğimizde heybeme koyacaklarımı sabırsızlıkla bekliyorum.
                   Bir yerde çalıştırıldıkta güçlenen bir kas olduğu yazılıydı şefkat için. Bağışıklık sistemimizi güçlendiren en büyük şifa. Yarından sonra sanırım şefkat, şifalanmam için daha da elzem bir ihtiyaç olacak.
Şimdiden başta Çocukla Barışa ve hepimize kocaman teşekkürler.

Kevser BORA
BBOMÖK 1. Nesil





Şefkat benim içimde nasıl yaşıyor?


                       Benim aklıma şefkat deyince bir serçeyi avucunda tutmak geliyor. Çok sıkarsan bir yerine bir şey olur, sıkmazsan uçar gider. Ya da bir gülü dalından koparmadan koklamak,zarar vermeden dokunarak sevmek geliyor. İlk olarak bunlar geliyor. Yumuşaklık geliyor,sıcaklık geliyor,sevgi geliyor, anlayış geliyor. Kabul geliyor. Şefkat deyince tüm bunların koşulsuzluğu geliyor. Koşulsuz şefkat,koşulsuz kabul,koşulsuz kabul. Hani şöyle bir şey;istediğim şeyi yaparsan ben sana şefkatli olurum,ben kendime bunu yaparsam kendime şefkatli olacağım gibi değil de,olduğu haliyle her nasılsan ve her ne olduysa ben benimle,kendimle ilgili şefkatim var. Kendimi anlamak istiyorum kendimle bağlantıya geçmek istiyorum. Mesela zihnimde kendimle ilgili yargılayıcı düşünceler olsa da o düşüncelerin aslında bana bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmekle ilgili bence şefkat. Ve aslında bunu fark ettiğimizde de ya da kabul ettiğimizde, kendimi suçlayan ya da yargılayan benim düşüncelerim, aslında bana bir şey anlatmaya çalışıyor,bana bir şey göstermeye çalışıyor. Belki de beni gözetmeye korumaya çalışıyor o düşünceler. Şimdi böyle bakmaya çalıştığımda o düşüncelerin ve yargıların altındaki  duygulara ve ihtiyaçlara bakabilirim,bağlantıya geçebilirim. Kendimi suçlamakla, yargılamakla, karşılaştırma yapmakla ilgili düşüncelerin altındaki duygu ve ihtiyaçlarla bağlandığımda da tahmin ediyorum ki –ki ben hep öyle deneyimledim- içinde kendimle ilgili bir dönüşüm bir yumuşama kendimi anlama hali ve kabul etme hali geliyor. Şefkat böyle bir şey.
Kendimi yargılıyorum ya da birini yargılıyorum, nasıl şefkate geçebilirim?

O kızgınlığımın içinde  durduğumda ve o kızgınlığın altındaki kendimi ve diğerini yargılayan düşünceleri, yargıları duyduğumda onların altındaki duygu ve ihtiyaçlarla tek tek bağlantıya geçtiğimde , hem kendimle ilgili hem diğerleriyle ilgili bir anlayışa,şefkate geçebildiğimi deneyimledim. Böyle baktığım zaman aslında şefkat nasıl bir yer benim için; haklının ve haksızın ötesinde, doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün ötesinde bir yer. Hani Mevlana diyor ya “Doğrunun ve yanlışın ötesinde bir yer  var orada buluşalım.” Diye, bu çok içime dokunan bir sözüydü,çok hoşuma giderdi. Şiddetsiz iletişim öğrenmeye başladıktan sonra, yaşamımda Şİ bilinciyle yaşamaya başladıktan sonra (Bu hala devam eden bir süreç. Bir şekilde derinleşmeye ve arttırmaya çalışıyorum.) şunu fark ediyorum: Doğrunun ve yanlışın ötesi dediğim yer benim senin diğerlerinin hepimizin ortak insanlığı, insanlığımızla buluştuğumuz yer. İnsanlığımız dediğimde de benim aklıma gelen,insan olarak bizim ortak ihtiyaçlarımız. Doğrunun ve yanlışın ötesinde buluşalım demek benim için, söylediklerimizden bağımsız,yaptıklarımızdan bağımsız onların altında yatan ihtiyaçlarla buluşabilir miyiz!?İşte o zaman bir anlayış,şefkat,sevgi,koşulsuzluğa geçebiliriz diyorum.
                         Şimdi burasını çok önemli buluyorum. Çünkü bazen insanlar ya da kendimiz kabullenmekte zorlandığımız şeyler yapsak da yapsalar da muhakkak ve muhakkak çok kritik bir ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Yani bunları gördüğümde üzülüyorum. Bu söylediklerimi onaylamıyorum. Ama mesela birisini birisine bağırırken duyduğumda kendime diyorum ki acaba bu insan evladının hangi kıymetli ihtiyacı karşılanmadı da bu kadar kendinden kopup bu kadar kendine kızabildi? Bu bağırmak dediğimiz, konuşma dilinde kendi sesinden daha yüksek bir sesle, yüzü kızarmış,gözlerini ve ağzını kocaman kocaman açarak bu söylediği sözleri söylüyor. Ne oldu acaba? Ne özlüyor bu insan? Ne özledi ve olmadı da acı içine girdi? Farkında değil. Bunu söylüyorum. Dolayısıyla hepimizi şuna davet ediyorum. Şİ yolculuğunda Şiddetsiz İletişim  bilmiyor olabilirsiniz, ya da henüz başlamamış olabilirsiniz. Kendinize şu soruyu sorabilir misiniz? Bu soru belki yardım eder bize: Bu insan kabullenmek de zorlandığın bu cümleyi söylediğinde acaba ne özlüyor? Acaba derdi ne bu insanın? Derdi ne de ne özlüyor acaba da bunu söylüyor?Bunun acısıyla böyle bir eylem içerisine giriyor? Ya da ben kabullenmekte zorlandığım şeyleri ne oluyor da özlediğim hasretini duyduğum ne yok da  hayatımda olmadığını deneyimlediğimde bunlar oluyor.
                             Buradan daha sonra da özlemimin ve hasretimin güzelliğiyle benim için önemli bir bağlantıya geçtiğimde belki gözlerimiz dolacak. Gözlerimizin dolduğu an, şefkatin kapısının açıldığı andır benim dünyamda. Oradan koşulsuz şefkate, koşulsuz sevgiye giden bir yol var. Ben hepimizi o yola devam etmek istiyorum.
                         Şefkat, benim için diğer taraftan kendime şefkatle ilgili bir şey. Çünkü ben kendime şefkatli değilken başkalarına da olamadığımı gördüm. Hep şuna davet ediyorum. “Kızgınsam, sertsem o anda” bir bakar mısınız o anda kendinizden memnun musunuz, o anda kendinize şefkatiniz var mı ? Yoksa eğer o zaman ne oldu da ben şefkatle bağlantımı kaybettim diye içime bakabilirim,derin bir  nefes alabilirim, durabilirim. Belki bir soru gelir aklıma belki bir yolculuğa çıkarım buradan,böyle bakıyorum. 
                         Aynı zamanda mesela benim çocukluğumu hatırladığımda, öğretmenlerimi, büyüklerimi,arkadaşlarımı, her zaman bana daha bağlantımda ilişkimde şefkati deneyimlediğim insanlarla her zaman daha açık olabilidiğimi, her zaman daha akış içerisinde olduğumu, onları daha çok görmek istediğimi, bir şeyler yapma isteğimin arttığını, yaratıcılığımın arttığını, o zaman dersin ders gibi gelmediğini, ödevin ödev gibi olmadığını, zorunlulukların olmadığını,gönülden vermenin, gönülden yapmanın coşkusunu zenginliğini yaşadığımı fark ediyorum. Bir öğretmeni şefkatli neşeli , keyifli diye İngilizceyi sevdiğimi, başka öğretmenin kızgın diye o dersten soğuduğumu hatırlıyorum. Bunu şundan ekliyorum, kendisiyle barışık, kendisine şefkat gösterdiğinde insanların bunu etrafına yaydıklarını deneyimledim. Yani bir güneş gibi parladıklarını gördüm. Kendimi de sizleri de davet ettiğim yer burası. Kalpten sevgi ve sıcaklıkla hoşça kalın…

Şükrü BOZKURT
Şiddetsiz İletişim Derneği

BAGLANMA STİLLERİ EKSENİNDE ŞEFKAT ARAYIŞI

Çocukla barışın ihtiyaç kumbarasına kaçtır yazmaya meylediyordum. Karar verdiğimde konunun “şefkat” olması evrenin bana yine yeniden bir işareti gibi düşündüm. Mutluyum..

Çocukların yetişkinlere göre çok daha kolay dile getirdiği, karşılanmadığında hırçınlık, asabiyet, içine kapanmak gibi farklı dışavurumları olan temel ihtiyaçlardan biridir şefkat.

Şefkati tanımlamak bu ihtiyacı tam olarak anlayabilmek için baglanma ve bağlanma stilleri yazımın iskeletini oluşturmaktadır.
Bağlanma, çocuk ile bakım veren kişi (anne-baba ya da birincil bakıcı) arasında kurulan duygusal bir bağdır. Bağlanma kuramına göre anne dışındaki kişilerde birincil bağlanma figürü olabilirler. Yani bağlanmanın olması için çocuğa temel bakım veren kişinin anne olması gerekmez.
               
 Bağlanma Teorisi, annelerin ya da birincil bakıcıların ilk 1-2 yıl içinde çocukları ile kurdukları bağın niteliğinin ömür boyu çocukları psikolojik, zihinsel ve sosyo-duygusal açıdan etkilediğini açıklayan bir teoridir. Bu teoriye göre bağlanma, çocukların tüm yaşamları boyunca kendileri ve çevreleri ile kurdukları ilişkilerin alt yapısını oluşturur. İlk temel ilişkide ortaya çıkan yetersizlikler ya da meydana gelen aksamalar bağlanmayı olumsuz yönde etkiler ve maalesef çocukluk, ergenlik döneminde ortaya çıkan birçok psikopatolojinin kaynağı bebeğin birincil bakıcısı ile olan ilişkisinin niteliği ile yakından ilgilidir.( burdaki baglanma ve ilişkiden kasıt şefkatin ta kendisidir)
Anne neden bu kadar önemli? Neden çocuklar anneleri dışında bakım evinde bu kadar anne ile bağları kopuyor ve bu kadar çok duygusal reaksiyon veriyorlar? Çocuğa emzik veriliyor, beslenme saatinde besleniyor. Bakıcılar tarafından ne ihtiyacı varsa karşılanıyor. “Neden çocuk anneye bu kadar kıymet veriyor?O zaman deniyor ki: “Anne sadece memeden ibaret değildir. Annenin temel dürtüleri tatmin etmekten daha kritik bir rolü vardır.” Bu rolün tam olarak ne olduğunu anlamak için birçok araştırma yapılmıştır.
Bunlardan bir tanesi ve benim her defasında okurken ve resimlerine bakarken tetiklendiğim Harlow’un yavru maymunlar ile yaptığı deneydir. Yavru maymunlar, doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılarak, kendileri için hazırlanan rahat kafeslerde tek başlarına beslenip büyütülmüşlerdir. Kafeslere yapay anneler monte edilmiştir. Manken annelerden bir tanesi tahta başlı silindir şeklinde ve telden yapılmış, diğeri ise yumuşak ve kahverengi bir kumaşla kaplanmıştır. Her iki yapay annenin de arkalarında bulunan ampul sayesinde sıcaklık vermesi sağlanmıştır. Ayrıca tel mankenin göğsüne bir de biberon yerleştirilmiştir. Araştırmacılar yavru maymunların süt vermeyen ancak sıcak ve yumuşak olan gerçeğe daha çok benzeyen anneyi tercih ettiklerini, korktuklarında uyumak istediklerinde ona sarıldıklarını(şefkat arayışı)gözlemlemişlerdir. Bu çalışmanın en önemli sonucu bağlılık ilişkisinin açlık ve susuzluk gibi fizyolojik gereksinimlerin karşılanmasıyla doğrudan ilintili olmadığının deneysel olarak gösterilmesidir.
Annenin varlığı her canlı için yaşamda kalabilme ihtimalini artırmaktadır ve çocuğu çevresel tehlikelerden korumaya yönelik bio-sosyal bir süreçtir. ( paternalist döngüden bagımsız)Çocuklar temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için ve bakım veren kişi ile etkileşimi sağlayabilmek adına  bir seri davranışlar  (emme, izleme, gülümseme, ağlama, dokunma) ile donanımlı olarak dünyaya gelirler. Bağlanma sistemi, yeni doğanların onlara bakan kişiye fiziksel yakınlığını güçlü tutarak hem çocukların çevreden gelebilecek tehlikelerden korunmasına yardım eder hem de onlara çevreyi keşfetmeleri için gerekli koşulları sağlar. Burdaki fiziksel ihtiyaçların doğru bir biçimde karşılanmasının altında da şefkat ihtiyacının varlığını bir kez daha söylemekte fayda var.
Şefkat;sevgi ihtiyacinin daha duygusal bir boyutta dile gelisidir. sevgi cok daha genis bir kavram olmakla beraber, sefkat daha anlık, daha spesifik ve daha belirgin bir ihtiyactir: ornegin özen ihtiyacı, duyulma görülme ve anlama ihtiyacının temelinde aslında hep örtük bir şefkat ihtiyacı da gizlidir.
Şefkat görmek, anneden, babadan, kardesten,arkadastan, kediden,ogretmenden, hatta patrondan... kimden olursa olsun, insanin sevilme, ait olma, ve degerli biri oldugunu bilme ve buna inanma gibi ihtiyaclarinin bulunması ve giderilmesine yardimci olan ilk adımdır.
kucuk yaslarda güvenli bir biçimde bu ihtiyaci yeterince giderilen cocuklar kendine daha guvenli, kendini daha sevilir ve degerli bulan ayni zamanda diger insanlara da guvenip yaklasabilen, en önemlisisefkat gostermeyi bilen, baglanmaktan korkmayan yetiskinlere donusmektedirler.

Şefkatin aurasıyla hepimizi her an sardığı zamanlara..

Hayrettin ÖZEN
Diyarbakır
BBOM-ÖK
9.Nesil.


20 Şubat 2019 Çarşamba

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü Şubat II

Sura Hart ne diyor?
İnsanlar her şeyden çok hayata katkıda bulunmak isterler, armağanlarımızı paylaşmak isteriz. Çok çeşitlidir armağanlarımız, yeteneklerimiz; herkesin sunacağı katkı biriciktir şu yaşamda. Öğrencilerinizin yeteneklerini görmek ve onların sunduğu armağanları almak, onların aidiyet ve hayata katkıda bulunma ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlar. Sınıfınızdaki öğrencilerinizin bir listesini yapın ve gördükçe sundukları armağanları isimlerinin karşısına not edin. Listenizi düzenli olarak yeni armağanlarla güncelleyin.


Beden dili, "üzerine güç" veya "birlikte güç" kullanmak perspektifi ile mi konuştuğumuzu karşımızdakine geçirebilir.
Öğrencilerinize karşı nasıl bir beden diliniz var? Beden diliniz iletişim halindeyken neler söylüyor? Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin.


Ben ne düşünüyorum?
Günlüğü yazmaya başlamadan önce haftalık Çocukla Barış toplantımızı gerçekleştiriyorduk. Her hafta gündemlerimizden biri de Şefkatli Eğitmen Günlükleri oluyor ve o hafta günlük yazan kişiye, diğer ikimiz geribildirim veriyoruz.
Özenç’in paylaşmış olduğu son günlükte kutladığım nokta armağanlarımızı paylaşmak ve güç kullanmak gibi iki farklı konuyu birbirine bağlama becerisi oldu. Her sınıf ilişkilerden ağlarla büyüyen bir yumak adeta.
Beden dilim, ağzımdan çıkan kelimelerim bir güç uyguluyorsa düğüm düğüm oluyor ilişkiler. Bense “hop” diye yuvarlanan bir yumağın hayalini kuruyorum, varlığımızın kutlandığı bunun da minik minik armağanlarla tatlandığı...


Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Bu sefer çocukların sunduğu armağanların onların hangi ihtiyaçlarını karşıladığına odaklanmaya çalıştım. Aidiyet, hayata katkıda bulunma Sura’dan duyduklarım. Şefkat, görülme, duyulma, bağlantı benim yaşadıklarımdan bulduklarım.
Burada çocukların gönüllerinin ne kadar da vermeye açık olduğunu fark ediyor, gülümsüyorum.
Devamında gelen güç ve beden dili konusu ise beni bir kuşkuya düşürüyor. Acaba beden dilimin iletişime açık olmadığı bir anda gelen armağanı nasıl kabul ediyorum? Onunla ilgili neler söylüyorum? Gönlümden geçen anlamlı bir geribildirim ve hislerimi açıkça ifade etmek iken, kısaca bir teşekkür savurup geçtiğim oluyor mudur?


Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
İşte burası da tam bir farkındalık noktası değil mi zaten? Çocukların verebileceği biricik katkılar; biz söz, davranış, kucaklayış, hazırladığı bir armağan, sabah evde fazla yapıp Çamtepe’ye gelince paylaştığı krep.
Bir yandan yetişkin halimle benim kurduğum ilişki, ne sıklıkta çocuklar yukarı bakıyor? Üzerlerinde güç kullandığımı düşünüyorlar mı? Bu anlarda odağımı biraz daha kendime yöneltmek istiyorum. Beden dili ciddi anlamda bir anda olma becerisi, farklındalık gerektiren bir şey...


Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Kendime sıralamış olduğum bu soruları hala önümde tutuyorum. Değerlendirmemi de geçtiğimiz gün yapmış olduğumuz bir sohbetle tamamlamak istiyorum.
İki gün önce çocuklarla Anais Öfkelendiğinde adında bir kitap okurken oradaki anaokulu öğretmeninin Anais’e yaklaşımını görünce biri “Onun öğretmeni de aynı senin gibi” dedi. “Nasıl?” dedim. “Yumuşak yumuşak konuşuyor, onu dinliyor baksana.” dedi.
Çocuklardan ara ara geribildirim almayı sevdiğim için konu açılmışken sorularla devam ettik kitaba kısa bir ara verip.
“Hiç ceza vermiyorsun, sorunları konuşarak çözüyorsun”, “Çok sakinsin, bizi hep dinliyorsun” gibi cümleler duymak beni çok sevindirdi. Günlüklerde zorlandığım yanları, kuşkularımı, çaresizliklerimi yazarken bunların farkında varabilmek, her birini günceye yazabilmek ise gülümsetiyor.

15 Şubat 2019 Cuma

Özenç'in Şefkatli Eğitmen Günlüğü Şubat II


Sura Hart ne diyor?
İnsanlar her şeyden çok hayata katkıda bulunmak isterler, armağanlarımızı paylaşmak isteriz.Çok çeşitlidir armağanlarımız, yeteneklerimiz; herkesin sunacağı katkı biriciktir şu yaşamda. Öğrencilerinizin yeteneklerini görmek ve onların sunduğu armağanları almak, onların aidiyet ve hayata katkıda bulunma ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlar. Sınfınızdaki öğrencilerinizin bir listesini yapın ve gördükçe sundukları armağanları isimlerinin karşısına not edin. Listenizi düzenli olarak yeni  armağanlarla güncelleyin.
Beden dili, "üzerine güç" veya "birlikte güç" kullanmak perspektifi ile mi konuştuğumuzu karşımızdakine geçirebilir. 
Öğrencilerinize karşı nasıl bir beden diliniz var? Beden diliniz iletişim halindeyken neler söylüyor? Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin.

Ben ne düşünüyorum?
‘’Herkesin sunacağı katkı biriciktir şu yaşamda.’’ Tekrar ettim bir kaç kez içimden. Nasıl da öyle...Çocuklarla olan ilişkimde bunu hatırlamam gerektiğini fark ettim. Bazen biricikliğe alan açamadığım oluyor. Kalabalık bir topluluğuz ve günün getirdiği akışı bazen yavaşlatamıyorum, armağanları fark edemiyorum, kendi armağanlarımı da paylaşamıyorum. Ve fark ediyorum ki biricikliğe alan açmadıkça, birlikte güç dengemiz bozuluyor. Açılamayan alanlar bazen benle, bazen çocukla doluyor ve birbirimizin üzerine güç uyguluyoruz. Ben o anlarda içimde çaresizlikle bir otorite figürü oluveriyorum, çocuklar da duygusal güvenliği sarsılan ortamda farklı hallere giriyor.  Birlikte güç kullanmanın yolları,  armağanlarımızı görmekten, birbirimize alan açmaktan ve kabulden geçiyor. Her şey birbiri ile nasıl da ilişkili.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?
Sınıf için kullandığım bir defterim var. Öncelikle ona bir armağan bölümü yaptım. Yaparken bir göz attım içine, aldığım notlara. Armağanlar kutlamalar yazmışım bu zamana kadar  bol bol, parça parça ancak ismi neredeyse hiç geçmeyen çocuklar var. Bunu fark etmek bana acı bir şaşkınlık yaşattı. Her çocuğun isminin yazdığım armağan bölümüne geçtim. Onlar kitap okurken, ben sobanın yanına geçip yazdım tek tek, bir onlara bir deftere bakıp. Bunun için ayrı bir zaman ayırmak ve planını yapmak çok iyi geldi bana çünkü defterde adı az geçen çocuklarda armağan yazarken duraksadım, hemen bulamadım, düşündüm, beni bu kadar düşündüren ne diye tekrar düşündüm ve bağlantı kurmaya çalıştım.  Bağlantı kurmakta zorlandığım çocuklarda kendi ihtiyaçlarımı gördüm. Böyle görmeye başladıkça rahatladım, onların armağanlarını görmeye yer açıldı içimde, sihir gibi.  Gün sonu çemberinde ise ne yaptığımı paylaştım onlarla, sormuşlardı zaten onlara bakıp bakıp yazarken. Ben paylaşırken coşkuluydum, onlar dinlerken ve sıranın kendilerine gelmesini beklerken. Çember  tamamlandığında, topluluk olarak başladığımız yerde değildik.

Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Bu çemberin verdiği ilhamla, her cuma gün sonu çemberini kutlama çemberine dönüştürmeye karar verdik. O haftanın armağanlarını paylaşıp haftayı tamamlamış olacağız. İlişkilerimize bu göze bakmak, çocukların paylaşımlarını duyacak olmak heyecan ve merak uyandırıyor bende.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Döneme başlamadan önce canım Özge ve Gülesra ile buluşmak, Çocukla Barış yolculuğumuza bakmak, hemen sonrasında Köyceğiz’de BBOM’cak  bir araya gelmek, kucaklaşmak üretme ve paylaşma hevesimi çok arttırdı.
Birlikte olsun, daim olsun.

.
.

12 Şubat 2019 Salı

''Barış bir yoldur.'' Diyarbakır Güncesi - Ocak 2019

Diyarbakır Güncesi - Ocak 2019


Şefkatli Eğitmen Günlükleri’nde buluşmamıza dair heyecanlı bekleyişe yer vermiştik.
Ara tatilde Özge’nin Diyarbakır’a uçup gelmesiyle Öğretmen Köyü’nden sonraki ilk buluşmamızı gerçekleştirdik.

Birlikte geçirdiğimiz dört gün boyunca yaz tatilinden bugüne Çocukla Barış adına yaptığımız, hayal ettiğimiz, planladığımız şeyleri sıraladık.

Hem bağlantımızı tazeleyip hasret giderdiğimiz hem de birlikte çalışarak yeni üretimlere yelken açtığımız günleri Diyarbakır’ın büyülü atmosferinde yaşamak bir armağan gibiydi.
Pazartesi akşamı buluşup yemek yediğimizde önce kendi hallerimizi yokladık.
Her çarşamba online buluşmalarımızı yapıyorduk ama yüz yüze görüşmeyeli uzun bir kış geçmişti, bağlantımızı tazelemek biraradalığımızı kutlamak adına kendi hikayelerimizi paylaştık.


Ertesi gün güneş pırıl pırıl gösteriyordu yüzünü. Surlardan Dicle kıyısına doğru yürüdük. Vardığımız yer hem On Gözlü Köprü’yü hem de Kırklar Dağı’nı görüyordu. Çalışmak için seçtiğimiz bu yerde ise ufak ufak kulübeler vardı. Minder ve kilimlerle bezenmiş; gökyüzüne bakıp kuşların süzülüşünü izleyebildiğin, içeri girdiğin an kendini yuvanda hissedebildiğin bu sıcacık yerden daha iyi bir yer olamazdı birlikte çalışmak için.
Yaz tatilinde Öğretmen Köyü buluşmasında posterlere döktüğümüz kısa ve uzun vadeli hedeflerimizi önümüze alarak değerlendirmeye başladık. (Güncesini okumak için: https://cocuklabaris.blogspot.com/2018/08/bars-bir-yoldur-ogretmen-koyu-guncesi.html )


Şefkatli Eğitmen Günlükleri’ni geçen yıldan bugüne iyi giden yönleri, gelecek yıl da geliştirebileceğimiz yönleri açısından konuştuk. Günlükleri düzenleyip derlemek hayalimizken atabileceğimiz ilk somut adımı belirledik. Geribildirim sürecini daha sağlıklı işletmenin yollarını konuştuk.
Barış Kütüphanesi için bu dönem yayına hazırladığımız yeni listelerle birlikte devamında çıkabileceğimiz konu başlıklarını konuştuk. Kitap kaynağı oluşturmak adına bütçe çalışması yaptık ve her ay azar azar ortaya koyduğumuz miktarlarla düzenli kitap alıp listelerimizi çeşitlendirebileceğimizi paylaştık.
Barış Kütüphanesi’nin alana, çalışanlara ve çocuklara yönelik çok yararlı bir yol olduğuna inanıyoruz. Bunu çoğaltabilmek adına da daha sık paylaşım yapmayı önümüze koyduk.


Sonbahar aylarında hayata geçirdiğimiz İhtiyaç Kumbarası’nı ise ilk kez değerlendirme fırsatı bulduk. İhtiyaç meditasyonlarının derinleşmemize olan katkısı, bunu Öğretmen Köyü’yle paylaşmanın tadı güçlü yöneriydi. Daha sık paylaşmamız ve çeşitlilik için önümüze koyduğumuz hedeflerle kumbaranın renkleneceğini düşünüyoruz şimdiden.
Akşam olurken kendimizi tam anlamıyla doğanın bir parçası olarak hissedebildiğimiz, birbirimizle olan bağımızı kutlayarak, takdir ve şükranlarımızı sunduğumuz çalışma gününün sonuna gelmiştik bile.

Bir sonraki gün buluşma mekanımız İnsan Hakları Derneği’ydi. Kendimizi Gülesra’nın evinde hissettik, dernekte emek koyan insanlarla tanıştık, birlikte yemek yedik.
Gündemimiz Çocukla Barış’ın dışarıdan görünen yüzü: sosyal medya, etkinlikler ve diğer topluluklarla ilişkileriydi.
Buluşmalarımızın yanında üretimlerimizi paylaşmak, niyetimizi anlatmak adına da alanlar yaratmaya devam etmek istediğimiz konusunda hemfikir olduğumuzu konuştuk. Bunun için Öğretmen Köyü’nde öğretmenlerle bir program hazırlayabileceğimizi şimdiden gündeme aldık.
Nisan ayında gerçekleşecek olan Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda açacağımız atölye için de fikirlerimizi ortaya dökerek bir hazırlık planı çıkardık.


İşbirliği yapabileceğimiz başka topluluklar ve insanlarla buluşmak için yapabileceklerimizi sıraladık. Sosyal medya hesaplarındaki süreçleri değerlendirerek teknik destek alabileceğimiz insanlarla temasa geçtik.


Geçtiğimiz yıldan beri her hafta çarşamba günleri yaptığımız Çocukla Barış online toplantılarını değerlendirerek yeni saatimizi belirledik. Çarşambalar artık “Çocukla Barış” diye anılıyor gündelik hayatımızda. Moderasyonunu sırasıyla üstlendiğimiz bu toplantılarda da şiddetsiz iletişim pratiklerini toplantı gündemlerine eklemeyi, bağlantı ve kapanış çemberinin yanı sıra belli konularda egzersizler yaparak birbirimizi bu anlamda da güçlendirmek istediğimizi paylaştık.



Birlikte geçireceğimiz son gün sabahtan buluştuk. Kendimize dinlence olarak ayırdığımız bu gün de gönlümüzce dolaşarak hikayelerimizi paylaştık. Diyarbakırevi’ne, Gabo’ya, kitapçılara, Pablo’ya ve elbette tatlıcılara keyifli anlar bıraktık :)
Ortak niyet ve hayallerle üretiyor; şeffaf ve kalpten bir iletişimle yaşamı paylaşıyor, her geçen gün Çocukla Barış yolunda birlikte hayaller kurmamızı kutluyoruz.


Daha nice buluşmalara, birlikte alınacak yollara...