“Çocuklar düşünülmeden yapıldıysa orası
yetişkin vatandaşlar için de uygun değildir, o zaman zaten iyi bir şehir
değildir.” Van Eyck
Bu cümleyi okurken bunu
öğrenme ortamlarımız ile ilişkilendirip, çocuklarla olan ilişkimize bir de
mekansal olarak bakmanın kıymetli olabileceğini düşündüm.
Yaklaşık 10 yıldır devlet
okullarında -ekseriye köy okullarında- çalışmış; hâlâ birleştirilmiş sınıfı
olan bir okulda çalışan bir öğretmenim.
Bu sebeple çocukların mekanla
olan ilişkisine bir öğrenme ortamı olan okullar cephesinden paylaşmaya
çalışacağım.
Öncelikle çocuklar için
çevrenin/mekanın sosyal-duyusal gelişimine olan büyük katkısını ve bununla
birlikte öğrenmeye olan olumlu etkisini bilmek gerekir. Bu yüzden çocukların
öğretmen dışında ilişkide olduğu fiziksel ortamı eş değerli,adil, katılımcı,
etkileşimli ve hak temelli bir düzenle
kurgulamak, çocukların okul içindeki yaşama ve gelişmesini destekleyecektir. Yine
hak temelli bir açıdan çocuk katılımının önemini hatırlayarak çocukların kendi
öğrenme alanlarını kendi ihtiyaçlarına göre kurgulaması, kullanması demokratik
bir okul kültürüne katkı sağlayacaktır.
Yıllarca okullarda kendini
var etmiş geleneksel eğitim sistemi,
yönetmeliklerle değişmiş olsa da, fiziksel mekana da yansıyan tarafıyla maalesef hâlâ izlerini
taşımaktadır. Etkileşimi engelleyen,sadece dinleyen pozisyonunda olan, birbirinin
enselerini gören bir oturma biçiminden tutun da öğretmeni rehber değil iktidar
yapan, tahta yanından ayrılmayan öğretmen masalarına; kullanılmayan Fen-Teknoloji
odalarına, “çocuklar kesin bozar” denilerek denetimsiz giremediği kilitli bilgisayar
sınıflarına, “düzen-temizlik-güven” kaygısıyla rahatlıkla kullanılamayan kütüphanelere kadar hâlâ varlığını sürdürüyor.
Ve yine Okul bahçelerinde oyun alanlarının azlığı, var olanın otopark olarak
kullanımı, girilemeyen bahçelerin/parkların ve çocukların değil nesnelerin hareket ettiği düzeneklerinin oluşu sadece okul içinde değil okul dışında da “yetişkin
odaklı” kurgulanan bir fiziksel ortamın devam ettiğini gösteriyor.
Yetişkin odaklı diyorum çünkü tüm bu mekanların kullanım şartları ya da fiziksel ortamın kurgusu tamamen öğretmen veya idarecilerin kaygılarını azaltmak ve onları kolaylaştırmasına katkı koyması adına düzenleniyor. Bu mekanlar çocuklar için erişilemeyenler yerler olarak kalıyor. Bu da çocukların merak duygusunun, keşif ihtiyacının ve öğrenme sürecinin önünde bir bariyer oluyor.
Empati kurmaya çalışarak
yetişkinlerin ihtiyaçlarını görmeye çalışsak da, çocukların ihtiyaçlarını
görmezden gelen bu dikey ve tek yönlü ilişki halinin, çocuklarla kurulan “öğrenme
temelli” ilişkiye katkısı olmadığını en
önemlisi çocuk hakları açısından hak temelli bir yaklaşım olmadığını belirtmek
gerekiyor.
Bununla birlikte
okullardaki dersliklerin küçük oluşu ya da kalabalık sınıfların zorluğu bize nasıl bir
sınıf ortamı kurgulamamız gerektiği konusunda endişeye düşürebilir. Çocukları
dinlemek, onların ihtiyaçlarıyla bağlantıda kalmak, kendilerini rahat
hissettikleri, edilgen olmadıkları bir fiziksel düzenleme kurgulamak bizi destekleyen bir güç olacaktır.
Sadece sıraların çember ya da grup şeklinde düzenlenmesi, tahtanın bulunduğu
duvarla birlikte diğer duvarların da aktif kullanılması gibi küçük dokunuşlar
bile eşitlikçi ve adil bir sınıf ortamına büyük katkı sağlayacaktır. Ya da sık
sık içimizden “Çocuklar kitaplara/Fen-Lab.
Malzemelerine/bahçeye/parka zarar veriyor.” Cümleleri de geçebilir ve
kaygılanabiliriz. Burada, çocukların
okula aidiyet geliştirmesinin bir süreç olduğunu kendimize hatırlatmak gerekir. Zamanla kurulan bağlantı
ve karşılıklı güvenin oluşması, çocukların söz haklarının olduğu, konuşabildikleri,
fikirlerini rahatlıkla ifade edebildikleri ve fikirlerinin bir şeyleri
dönüştürebildiği bir ortam, okulda
birlikte yapılan anlaşmalar, en önemlisi hiyerarşik olmayan çift yönlü bir
ilişki bu kaygıyı ortadan kaldıracaktır.
Çocuklar yaşayarak, deneyimleyerek
okulda birlikte bir kültür oluşturacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder