·
*Taraf
Devletler, bu Sözleşme’de yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan
her çocuğa, kendilerinin, ana–babalarının veya yasal vasilerinin sahip
oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal,
etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle
hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler.
*Taraf
Devletler, çocuğun ana–babasının, yasal vasilerinin veya ailesinin öteki
üyelerinin durumları, faaliyetleri, açıklanan düşünceleri veya inançları
nedeniyle her türlü ayırıma veya cezaya tâbi tutulmasına karşı etkili biçimde
korunması için gerekli tüm uygun önlemi alırlar.
·*Çocuk
Dostu Versiyonu : Hiçbirimize, hiçbir zaman, hiçbir yerde, ailemizin ya
da bizim hiçbir özelliğimiz nedeniyle ayrımcılık yapılamaz. Farklı
özelliklerimiz hiç bir zaman dışlama ya da aşağılama nedeni olarak
kullanılamaz.
1 Ekim Dünya Çocuk Günü ile
birlikte yeniden yazmış olmanın heyecanıyla yeniden Merhaba…Son dönemde
sıklıkla sosyal medyada çocuklara dair denk geldiğimiz “Ayrımcılık”
konusu ile birlikte“ Dünya Çocuk Günü” yazılarına,BM Çocuk Hakları
Sözleşmesinin ayrımcılığa dair olan 2. Maddesini hatırlatarak başlamak istedim.

Ayrımcılık ; BM Çocuk Hakları
Sözleşmesinin 2. maddesiyle birlikte 4 temel şemsiye haklardan biri aynı
zamanda. Sözleşme, yukarıdaki maddede yer alan “ırk,
renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal
köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler” gibi
farklılıklardan kaynaklı maruz kalınan her türlü şiddeti “Ayrımcılık” olarak
tanımlıyor. Türkiye, BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin tarafı olarak, bu hak
ihlallerinin yaşanmaması için önleyici tedbirler almakla ve hak ihlali
yaşandığında gerekli yaptırımları hayata geçirmekle yükümlü. Ama maalesef
çocuklara dair özel önlem gerektirecek
somut bir adım henüz tam olarak atılmış değil. Hatta Türkiye'de ayrımcılığa
dair genel bir mevzuat olmadığı için, çocuklara dair bu durum yaşandığında
taşınabilecek bir alan bulunamıyor. Herhangi bir kurum tarafından ayrımcılığa uğramış
çocuklara dair bilgi konusunda da ayrıntılı bir çalışma yapılmıyor. Bir veri
tutulmadığı gibi sosyal medyada duyulmadıkça, hak ihlali yaşandığı sırada
kamuoyu oluşturulmadıkça çok da haberdar olunmuyor.Bununla birlikte
biliyoruz ki bunu dert edinen, ayrımcılığa dair mücadele yürüten, çocukların
bunu yaşamaması için kafa yoran, farkındalık yaratmaya çalışan, araçlar
geliştiren ve bu araçları paylaşan veya sahada çocuklarla çalışan onlarca
topluluk ve insan var. Yüreğe az da olsa su serpip umudu büyüten tarafı tam
da burası. Ben de umuda yakın taraftan tutunarak bir şeyler yazmaya
çalışacağım.
Ayrımcılığın bildiğiniz gibi hukuksal, sosyolojik, eğitim vb şekilde
farklı boyutları bulunuyor. Ben daha spesifik bir yerden, çocuklarla çalışırken
ayrımcı olmayan bir dili nasıl kullanırız üzerine kendi sınıf deneyimlerime
dair bir yöntem paylaşacağım. Bir de
gözlemlerimden yola çıkarak, ayrımcılığın o ince çizgisine denk gelen
“İmtiyazlı Dil” e dikkat çekmeye
çalışacağım.
Öğrenme ortamında çocuklarla etiketlemeden,
ötekileştirmeden, her renk ve sese yer açarak, birbirimizi tüm
varlığımızla kabul ederek, duyarak, dinleyerek, güvenerek, şefkat
duyarak, empati kurarak, birlikte gücü kullanarak bağlantı kurmamda beni güçlendiren iki temel
şey vardı. Biri Çocuk Haklarını bilmek ve pratikte hayata geçirecek
mekanizmaları aktifleştirmek; diğeri barışçıl bir sınıf iklimine katkı koyan
Şiddetsiz İletişim yöntemini kullanmak ve çocuklarla çalışmaktı.Öncelikle,
ne olduğu sık sık sorulan, barışçıl bir dil kurmama katkı koyan
“Şiddetsiz İletişim”den bahsetmek isterim.
BARIŞÇIL BİR DİL ; ŞİDDETSİZ
İLETİŞİM
Şiddetsiz İletişim ; 1960’larda
Psikolog Marshall Rosenberg tarafından çatışma çözümüne katkı koyması adına
geliştirilmiş bir yöntem. Marshall: “Gönülden vermeye dayalı bir iletişim.”*
Şeklinde tanımlıyor geliştirdiği bu dili. (Tarihsel olarak bu dili ne zaman
geliştirdiğini, ilk olarak hangi çatışmanın çözümünde kullandığına dair
ayrıntılı bilgileri “Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili” kitabından
bulabilirsiniz. )Şiddetsiz İletişim, temelde dört adımdan oluşan; barışa,açık
kalpliliğe,sorumluluk almaya, gücü birlikte kullanmaya davet eden,bağlantı
kurmak temelli bir dil.
ŞİDDETSİZ İLETİŞİMDE 4 ADIM
Gözlem, Duygu,İhtiyaç Ve Rica’dan
oluşan bu dört temel adımın özü; bizi tetikleyen bir ifade veya bir
eylemle karşılaştığımızda,yorum-yargı-suçlama-eleştiri içermeden bu durumun bize neler hissettirdiğini
anlatarak, bu hissiyata neden olan ihtiyacımızla birlikte karşı taraftan
ya da kendimizden somut,olumlu ve net
bir dille ne yapabileceğini/yapabileceğimizi rica etmektir. Çoğunlukla
bizi tetikleyen ifade veya eylemlerle
karşılaştığımızda, bizler alışkanlıklarımızdan gelen otomatik cevaplarla
iletişim kurmaya çalışırız. Bu otomatik cevaplar -niyetimizden bağımsız-bazen
karşı tarafla bağlantımızı engelleyen tetikleyici bir dile dönüşebilir. Ya da niyet
terazisine yüklediğimiz alışkanlıklarımız, bir başka şiddetti körükleyen güce
dönüşebilir.
Örneğin bir çatışma yaşadığımızda
“Kim Haklı? Kim Haksız?” niyetiyle
iletişime geçtiğimizde, üstüne güç kullanmamıza neden olabilir. Ya da “Talep”
niyetiyle iletişime geçtiğimizde karşı tarafın bağlantısını engelleyen bir
korkuya neden olabilir. Somutlaştıracak olursam ; “Bunu yapmanı bekliyorum.”
gibi bir talep cümlesi, “Acaba yapmadığımda neler olacak!?” gibi korku
uyandıran ve seçimlerimizi engelleyen bir sürece dönüşebilir. Oysa 4 adımı
temel alan şefkat dili, kendimizi veya başkalarını; yargılamaktan, suçlamaktan,
taleplerde bulunmaktan alarak; bizi saygıya,bağlantı
kurmaya;öfke,kızgınlık,suçluluk,utanç gibi duyguları fark ederek duygularımızın
sorumluluğunu almaya yani özgürleştirmeye davet ediyor.
Bu dili kurmak elbette ki kolay
değil. Ama zor da değil. Gönülden bir akış, duygularla güçlü bağlantı sürecin
su gibi akmasını destekleyebilir.Tabii tüm bunları yaşarken “Eşdeğerli” bir
iletişim kurarak gerçekleştirmeye çalışmak bahsettiğim o “İmtiyazlı Dil” e ya
da “İmtiyazlı Eylem” e dönüşmesini de engelleyebilir.
“İmtiyaz “ derken neyi
kastediyorum?
Kabaca kişiye tanınmış hak veya
ayrıcalık diye tanımlayabiliriz. Daha somut olarak sınıftan örnek
verecek olursam; sınıfta otorite kişi
olan, okula ve sınıfa dair karar
verebilme gücünün olduğu,derslerin işlenme biçiminden tutun da çocukların
derste tuvalete gidip gitmeme izninin dahi elinde olduğu
bir öğretmen; tüm bunlara karar veremeyen öğrencilerden konumu gereği
daha imtiyazlıdır.Eğitime,sağlığa rahatlıkla ulaşabilen engelsiz bir çocuk;
engelli ya da farklı gelişen çocuklardan daha imtiyazlıdır. Yine Türkçe
konuşan öğretmen veya çocuklar anadilleri farklı olan çocuklar göre daha
imtiyazlı bir konumdadırlar. Ya da anadili farklı olup ama Türkiye yurttaşı
olan çocuklar; mülteci çocuklardan daha imtiyazlıdırlar.
İşte bu imtiyazlı hallerden
kaynaklı bazı otomatik kodlarımız bağlantı kurarken farkında olmadan devreye
girebiliyor. Bu ırk,dil,din,cinsiyet,ekonomi vb ayrıcalıklarımız,
imtiyazlı olmayan çocukların güçsüzlüğü
üzerinden kendini var edebilen bir güce
dönüşebiliyor. Bu güç ile gerçekleşen eylemler, karşılanan ihtiyaçtan
çok imtiyazlı olmanın getirdiği, “avantaj odaklı eyleme “dönüşüveriyor. Bu da
ikincil dereceden bir ayrımcılığa aslında neden olmuş oluyor. Yani hukuki
olarak ayrımcılığı doğrudan yapan özneler
değil; sosyolojik olarak
toplumdaki ayrımcılığı, öteki algısını devam ettiren özneler olarak
konumlanmış oluyoruz.Bu algı devam ettiği için çocuklar da kendi aralarında bu dili
ve eylemi devam ettirmiş oluyorlar. Daha somut bir örnek verecek olursam;
Ailesinin ekonomik durumu iyi
olmayan bir çocuğa mont almak , çocuğun daha rahat bir yaşam sürdürmesine ve
destek ihtiyacına ciddi katkısı olur. Bununla birlikte mont alan kişi
de hayatı zenginleştirme ihtiyacına
katkıda bulunur. Montu almadan önce çocukların iyi bir yaşam sürme ve
destek ihtiyacının bu şekilde karşılanmasına rızası olup olmadığını
bilmemek, montu verirken ekonomik durumu daha iyi olan bir yerden konumlanıp yapmak,
bunu yüceltmek, hatta sosyal medyada duygusuyla paylaşmak, ekonomik
durumun iyi olma halini ayrıcalıklı bir yerden, çocuklar üzerinden güce
dönüştürmüş olur. Bu eylem kendi
algısını toplumda devam ettirir. Hatta sınıfta "Öğretmenim Suriye'den gelen
çocuğa kalemimi verdim. Onun kalemi yoktur kesin. Ona yardım ettim." gibi
dikey ilişki kuran cümlelerle bir başka
çocukta devam ettiğini görebilirsiniz.
İşte bu imtiyazları göz önünde tutarak bağlantı kurmak, çocukları
farklılıklarıyla kabul etmek, kendilerini ifade edebilmeleri için, tüm
varlıklarıyla yargılanmadan kendini güvende
hissettikleri,farklılıklarıyla var olabildikleri alanlar açabilmek, ihtiyaçları için birlikte
güç kullanabileceğimiz stratejiler üretmek, ihtiyaçlarını öğrenebilmek için
onları duymak, duyuldukları alanlar açmak, tüm çocukların söz hakkı
sahibi olduğu mekanizmalar geliştirmek, kapsayıcı bir öğrenme ortamı inşa etmek
ve en önemlisi bunları “Eşdeğerli”
ilişki kurarak yapabilmek çok kıymetli.
Bunları yapabildiğimizde,
belki umudu büyüten su damlacıklarına biz de katılmış oluruz.
*Marshall B. Rosenberg –
Şiddetsiz İletişim – Remzi Kitapevi