21 Mart 2018 Çarşamba

Özge'nin Şefkatli Eğitmen Günlüğü 20. Hafta

Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerinizin üzerinde cezalandırıcı güç kullanmamaya karar vermek kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek zorunda olduğunuz anlamına gelmez.  
İlişki tabanlı bir sınıfta, herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak stratejiler bulma niyeti ile her bir kişinin ihtiyacı dikkate alınır.
Sanki bir teraziymişsiniz gibi kollarınızı iki yana açın - elleriniz aşağı yukarı omuzunuzun hizasında  olsun. Bir elinizde öğrencilerinizin ihtiyaçları. Diğer elinizde sizin ihtiyaçlarınız. Nasıl dengeye getiriyorsunuz teraziyi? Bazı sınıflarda neredeyse tamamen öğrencilerin kefesi ağır çeker. Kural dolu, meliler/malılar mamalılar dolu sınıflarda öğretmenlerin (veya idarecilerin) kefesi ağır çeker.


Teraziyi dengeye yaklaştıracak yollar bulabilir misiniz?


Ben ne düşünüyorum?


Bu haftanın yazısına başlamadan önce Bediz’in ön yazısını açıp okudum tekrar. Kendi yaşadığı bir olayı paylaştığı kısım çok dokunmuştu içime. Hepimizden benzer hikayeler çıkacağına eminim.
Bir öğretmenin cezalandırıcı olduğunu fark etmediği cezalarla ilgili düşündürüyor bizleri devamında ki okudukça fark ediyoruz, belki ta içinde yaşıyoruz.
“Ödül ve cezanın olmadığı yerde, yerine ne konacak?” sorusunu da önceki günlüklerimizde ucundan bucağından çekelemiştik. Üniversitede bunu nasıl yapacağımı öğrendiğimi söyleyemem. Çalışmaya başladığımda elimde çok kart yoktu. Zorlandığımda sığınıyordum ceza gibi görünmeyen ancak içinde ciddi anlamda tohumlarını besleyen davranışlara. Ve çaresizlikten tükendiğimi hissediyordum zaman zaman.


Ceza refleksi diye bir şey var gerçekten. Biz içinden geçmişiz, zorlandığımızda o alışıldık yaşantılarımız hemen canlanıyor davranışlarımızda.
Fakat farkındalığı oluşmaya başladığında hatırlıyorum, ben yeni bir ülke keşfetmiş gibi sevindim. Çocuğun davranışlarının altında yatan ihtiyacı araştırmak, nasıl karşılayabileceğimizin peşine düşmek...
Yeni stratejiler aramak her çocuk için ayrı bir hikaye yaratıyor, insan peşine düşünce cesaretleniyor.

Çocuklarla nasıl paylaşıyorum?


Çocuklarla yaptıklarımı düşünürken teraziyi koydum gözümün önüne. Sura’nın bu tip derin konuları böyle basit imgelerle anlatması öyle somutlaştırıyor ki zihnimi…
Peki ceza yok. Terazi çocukların tarafından havalanıyor havalanıyor… Peki tüm ağırlığı bana mı? Bir dakika, nasıl bir denge olabilir? “Bunlar bunlar yok, bunları yapamazsınız, yoksa…”lardan zaten uzağız. Peki çocuklar istediği zaman, istediği şeyi yapabilir mi?
Yaşadığım bu ikilik asıl çalıştığım ilk yıl gözlerimin önünde duruyordu her gün. Sınırları belirlemek, çocuklarla birlikte karar vermek, ihtiyaçlarımızı gözetmek…
Çocukların kefesi ağır çektiğinde ben hiçbir planımı yapamamış oluyordum. Bunun telaşından “-malı -meli”lere sarılınca da çocukların ihtiyaçları karşılanmamış oluyordu.


Sanırım teraziyi dengeye yaklaştıracak noktalar; dönemin başında “Nasıl bir öğrenme ortamı hayal ediyoruz?” sorusunda ortaklaşabilmek, birlikte ortak bir anlaşma yapabilmek, güçlü bağlar kurabilmek ve birbirini gözetebilmek...





x

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?


Dengeyi kurmaya çalışırken zorlandığım zamanlardan bahsederken o günlere geri döndüm. Genelde gördüğüm öğretmenin kendini yetersiz hissetmesiyle sınıfının kapısını kapatması ve kendi içinde çözmeye çalışmasıydı. Fakat ben yapamadığım şeyi kurcalamak istediğim ve çalışma arkadaşlarımdan destek talep ettiğim için kendimi kutluyorum. Her zaman daha iyisini yapabiliriz elbette. Ancak kendimize de zarar vermeden, çalışma arkadaşlarımızla işbirliği yapabilmemiz bir insan için en güzel öğrenme şekillerinden.

O günlerde bana deneyimleriyle ve açık yüreklilikleriyle destek olan öğretmen arkadaşlarımı da sevgiyle hatırlıyorum şimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder