6 Mart 2020 Cuma

Ayrımcılık-Gülesra


Her Çarşamba yayınlanan yazı dizimizin ilki bu ay yine bendeydi. Sağlık sorunlarım  ve son yaşanılan olaylar örgüsü nedeniyle geç yazmış olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.
Hafta sonundan beri Özge ve Özenç’e :
 “Canlar yazamıyorum! Bilgisayar başına geçemiyorum.” Vb cümleler yazarak  bana her daim açık olan, tereddütsüz her halimi koşulsuz anlayan kalplerinin anlayışına bıraktım kendimi.
Ardından geçirdiğim yüksek ateşli günler ve halsizliğim bu “Yazamama” halime tuz biber oldular.
Tüm naiflikleriyle şifalanmam ve toparlanmam için söz döken Özge ve Özenç’e derin bir şükranım var.
Bu halimi anlamaya çalışırken, bugün, içimde derin bir yas fark ettim.
Son zamanlarda mültecilere dair yaşanılanlara karşı duyduğum çaresizlik  bugün şehir içi dolmuşunda yine duyduğum o cümle ile canlanıverdi:
“Ama Suriyeliler’de…”
Mart ayının yazıları için farklı temalar belirlemiş olsak da bir anda neden yazamadığımı; dile gelmemiş olan çaresizliğimin, tutulmamış yasımın beni nasıl da kilitlediğini fark ettim.
Sınırda yüzlerce çocuk temel ihtiyaçları bile karşılanmadan ; şiddet, baskı her türlü onur zedeleyici muamele ve her türlü istismara açık bir şekilde öylece bekletilmesi,tüm bu olanlardan koruyacak bir koruyucu mekanizma bir tarafa yaşam hakları için bile bir tedbirin olmayışı, isimlerini bile bilmediğimiz; sayı olarak raporlara düşen çocuk canları…
İlk değil üstelik yaşanılanlar.
Kocaeli’de kendini mezarlıkta asan 9 yaşındaki Vail El Suud ‘de ilk değildi.
 Dışlanan, yoksulluğa, güvensiz sokaklara terk edilen binlerce isimsiz  çocuk ilkti belki de…
İçim paramparça.
Bir şey yapamamış olmanın yası var.
Yine de ucundan da olsa bir yerlere dokunur  diye yazmaya çalışacağım.
"I don't know where I am going , but I am on my way .."
Delawer Omar Art 
Meselenin en  başına gittiğimizde  zulüm korkusuyla, hayati tehlike korkusu veya haysiyetinin zedelenmesi nedenleriyle her şeyini geride bırakarak ülkesini terk etmek zorunda kalmış bu kişilerin öncelikli olarak güvenliğinden bizim sorumlu olduğumuzu bilmemiz gerekir. Güvenliklerinin sağlanması ile birlikte, yaşamlarını devam ettirebilmeleri, olası dönme ihtimallerine karşı döndüklerinde yeniden yaşamlarını devam ettirebilmeleri adına tüm olanakların ve desteklerin sunulması ile yükümlüyüz. Üstelik bu yükümlülük sadece Türkiye’nin değil diğer devletleri de ilgilendiren uluslar arası bir yükümlülüktür.
Vatandaşlık hakkının verilmesi süreci bir yana bu süre içerisinde entegrasyonlarını sağlayabilmeleri adına dil,kültür vb alanlarda destek mekanizmalarının aktif işlemesi gerekmektedir. Hatta güvenli 3. bir ülkeye yerleşmeleri için bile destek olunması ve tüm olanakların sağlanması  gerekmektedir.

Tüm bunlar elbette hukukta yer aldığı gibi gitmeyebilir ki gözlemlediğimiz ve kendi deneyimlerim doğrultusunda gitmediğini de görüyorum.
 Yine de tüm bu hak boyutlarını bilmek ve öncelikli olarak buradan bağlantı kurabilmek,meselenin vicdani boyutundan öte ilk olarak  insani,hak temelli boyutundan bakmak çok önemli diye düşünüyorum. Özellikle sosyal medyada “Hiç mi acımıyorsunuz?” , “Vicdanınız nerede?” gibi çocukla eşdeğerli ilişkiyi zedeleyen dikey söylemler; hak temelli bakılmayan/yapılmayan her eylemin  “vicdan,acımak” gibi kavramların ortadan kalkmasıyla her türlü krize yol açabileceğini açıkça bize gösteriyor.
Öncelikli olarak BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 4 temel ilkelerinden olan
*Ayrım gözetmeme
*Yaşama ve gelişme hakkı
*Çocuğun yüksek yararının korunması
Şemsiye hakları sık sık hatırlatmakta fayda var. Hem kendimize hem de taraf devletlere. Taraf devletler çocukların yüksek yararını gözeterek kararlar almak ve eyleme geçmek durumundadırlar. Türkiye’de sözleşmeyi imzalayan bir ülke olarak çocuklar için derhal harekete geçmek durumundadır. Bizler de  sık sık Çocuk Haklarını gündemleştirerek bu yaşanılanların önüne geçilmesi, bir daha yaşanmaması, toplumda Çocuk Haklarının farkındalığının yaratılması; bu hakların tüm çocukların  için olduğunu hatırlatarak harekete geçmek durumundayız.
Peki sadece hak temelli yaklaşmak yeterli mi? Hak temelli bakıp yine de turnusoldan geçtiğimiz olmuyor mu?
Elbette oluyor.  Öncelik için insan hakları çerçevesinden bilmek ve yaklaşmak önemli ama yeterli değil.
Örneğin iki gün önce   bu hukuki boyutunun farkında olan insan haklarına hakim bir arkadaşım  Suriye’li bir genç tarafından yaşadığı  gasp olayı nedeniyle yaşanılanlara “Ama Suriyeliler de..” şeklinde yaklaşıvermişti.
Gördükçe sıkışıyorum, zorlanıyorum. Bununla birlikte bunu dert edinen insanların var oluşuna dair inançla da yeniden güçleniyorum. Ve şimdi daha çok ses etme ve hatırlatma zamanı diye düşünüyorum.
·    
Peki tüm bunlar yaşanırken ben ne yapabilirim?
-Dayanışabilirim.
Mültecilerle çalışan STÖ lerle, Hak kurumlarıyla, ayrımcılık karşıtı çalışan topluluklarla dayanışmak, üye olmak, gönüllü destek vermek.
-Duyurabilirim.
Bir hak ihlali ile karşılaştığınızda bunu olabildiğince objektif gözlemleyip,çocukların yüksek yararını gözeterek  duyurmak, gerekli mekanizmalara haber vermek.
-Yaşamsallaştırabilirim.
İlle bir yaşamsal kriz yaşanması beklemeden, bir Suriye’li çocuk ile aynı öğrenme ortamını paylaşmadan, üçüncü sayfa haberleri ile gündemleşmeden ayrımcılık konusunu içselleştirmek. İmtiyazlarımız üzerinden güç kullanmanın ne denli zarar verdiğini fark etmek. Kendimizle başlayıp en yakın halkadan başlayarak; ailemizle, komşumuzla, öğrencilerimizle, meslektaşlarımızla, çevremizdekilerle “Ayrımcılık” üzerine konuşmak ve  çalışmak.
-Başkasını fark edebilirim.
İnsan Hakları konusunda duyarlı ve tüm bu hukuki süreçlere hakim olmasına rağmen mültecilerle bağlantı kuramayan birini fark ettiğimizde onun da bir şeye özlem duyduğunu fark etmek. Özlemini duyduğu şeyi,duygusunu,  İnsan Haklarına dair bilgi birikimine rağmen bağlantı kurmasını engelleyen olayı/ihtiyacı bulmasında yardımcı olup yeniden mültecilerle empati kurmasına alan açmak.

Tüm  bu yazdıklarımı sınıfımda, ailemde, çevremde ilmek ilmek örmeye çalışırken 4 yıldır birlikte yol yürüdüğüm; şefkatleri ile bu süreçte içimi sarıp sarmalayan sevgili Özenç’e ve Özge’ye ;
Çocukla Barış’a şükranla…

Not: Görseldeki tablo Suriye'li  ressam Delawer Omar'a aittir.
Tablo;  "Mülteci" sergisinde "I don't know where I am going , but I am on my way .." cümlesiyle sergilenmiştir. 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder